Tilbaşar kalesi Gaziantebin yirmi beş kilometre cenubunda Tilbaşir köyile Mezraa köyleri arasında ve Sacur suyu üzerinde beyzi bir şekilde yapılmıştır. Böyle beyzi şekilde kalelere az tesadüf edilir. Yüksekliği şimdiki duruşile yeryüzünden 20, kaide uzunluğu 400-500, eni 70-80 metre kadardır. Bu kalenin Etiler devrinde bina ve inşa edildiği kuvvetle muhtemeldir. Bu husustaki görüş ve kanaatımı aşağıya yazıyorum:

“Til” Arapça tepe, beşarda beşaretten geldiğini her ne kadar iddia edenler varsa da, bunun aslı Tilbeşar olsa gerektirir. Ve bu da kelimelerin de Etilere ait birer kelime olduğu istidlâl edilmektedir.

Şöyle ki: Bay Salâhattin Kandemirin Hitit adlı kitabının 74üncü sayfasına Helisa adlı bir Eti prensinden bahsedilmektedir. Bu Halisaya benzer Sivereğin Fırat kenarında bir Helis köyü vardır. Zaten bu havalinin ilk sekeneleri Etiler olduğundan bu iki kelime üzerinde uzun zaman tetkikatta bulundum. Nasıl ki bir uzviyet istihale geçirirse lisanda bünyesine bazan yeni yeni kelimeleri alır, bazılarını unutur ve terkederek istihale geçirir. İşte Halisadaki birinci hece yani “Ha” kalın sesli iken “He”ye en son hecedeki “A”nın da hazfedildiğini görmüş oluruz. Maahaza Akçakoyunlu istasyonunun onbeş kilometre cenubunda ve hududu millî haricinde “Halisa” adlı büyük bir harabenin mevcut olduğu icra ettiğim araştırmalardan anlaşılmıştır.

Öyle metruk ve alâkamızı ilgilendirmiyen bazı kelimeler vardır ki, ilk görüşte biz onları ya Araplara veya başka bir millete mal etmek isteriz. İşte Tılbaşar da bunlardan biridir. Bazan böyle kelimeleri biz benzerlerinden, köklerinden de anlayabiliriz. Şöyle ki:

Urfaya bağlı Viranşehir kazasının Etiler zamanındaki adı “Tilla”dır. Malatyanın Kâhte kazasına bağlı Tilgören adlı büyük hüyüklü bir köy vardır. Bu hüyüğün üzerinden viranhşehir “Tilba” görülmektedir. Halbuki bu köyün asıl adı Tillagören iken sonundaki”la” lisana sıklet dolayısile kalkmış tilgören olmuştur.

Halisanın bir prens adı olduğu tarihen malum iken Hal,sa-Helis harabe ve köylerin de onun adına izafeten, yadedilmesi pek tabiidir. İşte “Tilbaşar”ın da Etiler devrinde yapıldığı, ya bir kahraman ve ya bir prensadile yad edildiğine artık şüphe kalmaz kanaatındayım.

Kalenin müstesna bir şekilde yapılışı, görenlerin dikkat nazarlarını kendisine çekmektedir. Şarktan garbe doğru beyzi (söbü) Halinde uzamaktadır. Cenuba müteveccih olan kapı yıkılmıştır. Kapının ağzındaki taşlar. Bizans mîmarsanatini taşımakta ise de aşağıya yuvarlanan bazı büyük taşlar Etilerin ölmez sanat kudretini muhafaza etmektedir ki Bu iki medeniyet sanatının çarpıştığını ve Eti sanatinin mağlup olmadığını ve yaşadığını görmekteyiz.

Kalenin şimal kısmı Sacur suyuna dayanmaktadır. Bundan yirmi beş sene evvel Kale kapısını kazarak içerisine girenlerden birisile görüştüm. İçerisinin bedestanların inşa tarzı gibi kemerli (kap)lı olduğunu ve pek ileri gidemediklerini, bazı yerlerde kapların çöktüğünü ve çok büyük bir mük’ap şekilde siyah bir taşın altında belki bir şeyler buluruz ümidile geceleyin çok uğraştıksa da yerinden bir santim olsun kaldıramadık diye ifade etmiştir.

Kalenin etrafında yıkılmış ve topraklar altında kalmış bir sur enkazı göze çarpmaktadır. Sur, tam bir daiyere benzemekte ve nısıf kutru 800-1000 metre tahmin edilmektedir. Kale, asıl dairenin şimal cihetine ve sacur suyu kenarile arasında mesafede 500-600 metre kadardır.

Kalenin cenup ve garp tarafı, düz ovadır. Şark tarafı mezraa Kerin sırtlarına yakındır Şimal tarafı ise kaleden takriben 3 kilometre mesafede Karataş sırtlarına nazırdır. Kalenin şimal üst kısmında yıkılan burçların temel taşları mevcuttur.

Kalenin iç kısmındaki kemerlerin bedestan biçiminde oluşuna şu iki sebep başlıca amil oldğu kanaatındayım.

1 – Sığnak, depo, ambar ve o zamanın hernagi ihtiyaçlarını karşılamak

2- Kalenin üst kısmındaki burçların temellerini bu birinci kısımdaki kemerlere istinat ettirmek ve müstakhem birer müdafaa mevzuları olan bu burçların çabuk yıkılmamasını temin maksadile yapıldığı kanaatındayım.

Kale dış taraftan yağmurların tesirile bu bedestan şeklindeki kayalar kemerleri muhafaza etmek için birer çember gibi harçlı ve harçsız bir takım duvarlar vardır. Bunların araları taşla ve toprakla doldurulmuştur. Bazı kalelerde de aşağıdan yukarıya kadar kalenin her tarafı döşeme taşlarla döşenmiştir ki bu da kolayca yukarıya çıkılamaması ve toprakların yağmur tesirile aşağıya akup kaymamasi için olsa gerektir. Bu döşeme taşların eserleri Antep kalesinde olan bile görülmektedir. Bundan üç dört sene evvel de yağmurların tesirile açılan bir delik, Antep ve Siverek kalesinin iç kısmının böyle kaplı olduğunu gören pek çok arkadaşlar vardır.

Etilerin inkırazından sonra Tılbaşar kalesi de yıkılmış, Bizanslılar tarafından istifadeli bir şekle getirilmişse de Haçlı seferleri sıralarında tamamen yıkıldığı çok muhtemeldir.

Yazan: K. FIRAT