Beş senedenberi Çardak köyünün güzelliğini ve bu güzelliğe katılan bir müzik sanatkârının ilâhî varlığını hafızamda rengin hülyalarla saklamakta idim. Çardak, Fırattan çeyrek saat mesafede dar bir boğazın sulu bahçelerile süslenmiş yemyeşil bir kordela çeşnisini veren derenin eteğindedir.

Mustafa Ağanın sazını dinlemek, onu görmek arzularımın önde gelenlerinden en birincisi bulunuyordu. Evinin değirmende olduğunu öğrenince müthiş bir hayal sükutunun ezici ve üzücü ıstıraplarile ruhum bir cenderenin tazyiki altında kalmış gibi perişan oldu

Bayır aşağı ağaçlar arasında görünen değirmene doğru acı üzüntülerle giderken menkıbesini eşittiğim Mustafa Ağaya böyle bir değirmenin mesken oluşuna hayret ve taaccüp ediyordum.

Mustafa Ağa beni çok zarif ve nüvazişlere karşıladı. Değirmenin arkasında çeşit çeşit ağaçlar, rengarenk çiçek ve güllerle müzeyyen küçük ebir bahçe; fakat altmış bir yaşında, hayatının durğun çağlarını burada asude geçirmek için, ince hislerinin insicamile işlenen bu bahçede yeryer sandalyeler, koltuklar, kanepeler göze çarpmakta idi.

Mustafa Ağanın millî mücadeledeki hatıralarını dinlerken bu Fırat babayiğitinin gözlerinde yanan o acı günlerin ateşleri birer zühre yıldızı gibi parlamıya başladı. Onu usanmadan dinledim. Çünkü böyle bir kahramanı kim dinlemez ve kim sevmez? Meğer ki o kahraman bizden olmasın.

Aşağıda değirmenin arkı etrafında hazırlanan bir sekiye kalktık. Biraz da şurada dinlenelim dediler. Onun arzusuna uymak benim için lâzımdı. Elindeki büyük bir sazile değirmenden akan suyun hışıltıları arasında sazı nasıl dinliyeceğimi düşünüyordum. Fakat onun seher zamanlarında bülbülleri nasıl ağlattığını, feryadlarını yanı başımızdaki gül ağaçlarının üzerinde dinlediklerini işitmiştim. Musikide İlâhi ve sehhar kuvvetinim varlığına inanmamak budalalıktir. Sazına çekidüzen veren bu koç yiğit hayatın şahikalar gibi asil ve mütevazi başını sazına doğru vekur eğmeğe başladı. Sazı onun enisi ruhu gibi. Parmaklar çelik tellerden binbir nağmeler çıkarıyor. Ruhunda küllenmiş gizli bir ateşin birdenbire yüzüne çarptığı, onun nasıl bir zindegi ve çalâki ile Genç Osman türküsünü sazında dinletirken, nağmeler, bir şellâle gibi ruhuma akarak bütün hislerimi uyuşturuyordu. Yine Genç Osman gezintisi bu sanatkârın parmaklarile hayata kavuşuyordu. Bu sehhar ve füsünkâr parmaklarla çelik teller bana değirmenin gürültü ve şarıltısını unutturmuş; samiam şimdi bile bu Fırat sanatkârının büyülü parmaklarındakiteshirkâr kudretinden kurtulamamıştır.

Yazan: K. FIRAT