Nasıl ki Yunan yazarları, Yunanlıları, çeşitli boy ve soylardan toparlamış oldukları halde, hepsini (Atina) etrafınde birleştirmek için var çabalariyle çalışmışlar ve tranlılar da yine çeşitli bölgelerden toplanan Ari asıllı bey ve soyları, önceleri (İstahır) ve sonra da (Medeyin-Kitezifen) çevresinde birleştirme gayretine düşmüşlerse, Yahudiler de bütün İsrail oğullarını, Kudusün dört tepesinden birinin üstündeki (Sahyun) kalesi taraflarında kömelenerek bir siyanizm) siyaseti takip eylemişlerdir. (Siyonist) tabiri, (sahyuncu) demektir. Sahyunu siyon yapanlar batı müellifleri olmuşlardır. Hemen her millette, her hangi bir yabancı kelimeyi, aslından bozma haftalığı vardır, yahut bu bir hastalık olmasa da ağız şivesinden doğmaktadır, işte Yahudiler böyle bir Suba Krallığı ortaya atmışlardır. Belki de bu tabir, başka bir millet şivesinde, harf değişikliğiyle başka bir şekil almış olabilir. Bu Suba krallık merkezinin nerede olduğuna dair eldeki kaynakların verdikleri haberleri gözden geçirelim:

315-17 tarihli eski (Halep) Salnamesine göra Suba şehri, meşhur (Cabul tuz gölünün güney çevresindedir. (s: Yakın şark müellifi de üçüncü cildinde bu krallığın küçük bir prenslik olup (Asi nehrinin kuzey tarafında bulunduğunu yazar (320-321). Fakat bahsimize kaynak olan tevratın gerek müluki sani ve gerek (tevarihi evvel) kitaplarında Fırat civarında olduğunu okuyoruz, kitabı mukaddesin Suba hakkındaki haberi şöyledir:

- Davud, Fırat civarındaki hükümetini şahit kılmak için gittiği zaman Suba meliki (hedad azr ibni rehub) u vurdu, ona yardıma geldikleri için (dımışk) süvarilerini de vurdu. (dedah,,,azr) ın şehirlerinden

- Batah,

- Beurata

dan pek çok (pirinç) adlı (müluki sani 8-3).

Fakat tevarihi evvel kitabında da bu iki şehir, daha başka adlar altında bildirilmiştir:

- Tahat,

- Khun,

Bu şehirlerin şimdiki yerlerini araştırmaya girişmezden önce pirinç denilen maddeyi tanıyalım. Bilindiği üzre, kalay madeniyle (bakır) madenini kal evlerinde eriterek ikisinin karıştırılması sarı parlak ve çok güzel manzaralı bir halita vücude getirirki bunun bir adı da (tunç) dediğimiz halita dediğimiz olsa gerek.

Şimdi adları geçen ayrı ayrı ikişer şehrin bugünkü yerlerini araştıralım.

1- Batah şehri

Biz şehrin yerinde, şimdi Gaziantebin bir mahallesi olduğunu öğrendiğimiz (Matta-başı) denilen yer olarak tasavvur ediyoruz.

2- Beurate şehri.

Bu şehrin yerinde de şimdiki Burç nahiyesinin batı güney tarafındaki (Burtu) olmak üzre düşünüyoruzki, sonraki usul savaşları sırasında (Parda) adiyle zabdedilmişti.

Bunların her ikisi de gerek Burç ve gerek Cuba il münasebetli ve birbirine yakındırlar. Son iki şehre gelince:

1- Tabhet şehri,

Sayın Mustafa Güzelhanın:

- Antep Tarihinden Notlar adlı eserinde, Dülükte ele geçen paraların üzerinde yazılı (Debet sözü ile yakından ilgili olmasına göre burası (Debet-Edebet) denilen tarihi köy yeri olacaktırki bu yolda, geçen yılki yazı serimizde de işaret etmiştik. Evet kanaatımızca, Tabhet ve Debet ayni kelimedir ve sonraları halkdili, bazı misallarında olduğu gibi baş tarafına bir e sesi eklemiştir.

2- Khun şehri

Bu şehrin şimdiki yerini gerçeğe yakın bir ifade ile belirtmeye imkân görülmezse de, ciddi araştırmaların bunu da aydınlatması ihtimali var gibidir. Meselâ Araban kazası çevresinde bir (Kinni-Kinili) adında bir köy vardır. Sondaki (ili) lafzı, bir çok etnsalında olduğu gibi ektir. Geri kalan (Kin) sözü bu khun tabiriyle uzaktan yakından ilgili gibidir. Halkdilinin (Khun) sözünü (kin) şekline sokmuş olması kuvvetle ileri sürülebilecek bir ihtimaldır ki bu da öteki şehirlerle alaka gösterir. Çünkü (Bakırca) denilen ve pirinç maddesini meydana getiren maddeden biri olan bakırın filiz mahalli olarak kabul edilmesi halinde, Kin-Kinnili’nin de bakır ve kalay madenlerinin pirinç haline getirilebilmesi için ayni bölge içerisindedir.

Bu eski şehir, Asurlular devrinde (Hani-galbat) adı verilen bölgenin de birinci merkezi sayılmıştı. Bu terkipteki (Hani) Kinili olduğu gibi Galbatta (Halfeti) şeklinde bu gün meşhurdur. Bakır filizleri yeri olarak ayrı bir yer daha vardırki ona da

- Bakırcan

deniliyor ve bu köy de Kilis-İslâhiye arasındadır ki yine bölge ile ilgili demektir. Bütün bu incelemeler gösteriyorki, H. DAVUD bölgeye gelmiş ve bölgeyi hegamenyası altına almıştır. Cenupdoğu Anadolunun eski zamanları adlı eserinde, bu hükümdar peygamberin (Dicle) kaynaklarına kadar ilerlediği ve bir müddet elinde tuttuğu bildirilir. (65) Fakat böyle bir açıklamanın sebebi, Diclenin (Karasu) manasına gelen (Milas) kelimesinin yanlış telakkisinden ileri geldiğini öğrenmiş bulunuyoruz, işte bu (Mallas) da şimdiki (Milelis) denilen köye izafetle verilmiş olan bizim Arabandaki (Karasu) ırmağıdır. Belki de eski devirlerde, bu köy yakınından çıkan bir su, Karasuya karışmakta ve bu suretle Milelis tabiri Karasu Nehrine alem yapılmış olmaktadır. Belki bu gün de burada küçük bir akar vardır ve güney kısmı az çok yüksekte ve kuzey tarafı da meyilli ve Karasuya doğru ilerlemektedir Bu noktanın aydınlatılması yerli araştırmacılara düşen bir gayret olacaktır.

Eski Suba krallık merkezinin bizim Cuba köyü yerinde olacağını düşünmemek için bu incelemeler sonunda kabul etmemeye nasıl imkân görülemez bilemiyoruz.

Şükrü ERDOĞAN