Öteden beri münakaşa konusu olan ve muhtelif insanlar tarafından, muhtelif şekillerde tarif edilen bir mevzu üzerinde durmak, bir iddiayı ortaya atmak veya ortaya atılmış bir iddiayı ispatlamak için değildir.

Yalnız çok defa ehil olmayan ellerde, aynı ad’a bürünerek hakiki kıymetini kaybeden, insanı şüpheye, tereddüde götüren Şiir’in tabi’i hakiki şiir’in-ne olup ne olmadığı konusu üzerinde durmak istiyoruz.

Bazıları ona bir "oyun kelime oyunu” diyorlar. Bazıları bir "bir mimari, olduğunu söylüyorlar. Bazıları “gözyaşı” bazıları bir nevi musiki, adını veriyorlar. Bu bazıları kelimesi ile “diyorlar" veya “söylüyorlar" fiillerini o kadar çok uzatmak mümkün ki... Fakat, buna ne benim vaktim ne de okuyucularımın sabrı müsaittir.

Şiir bir oyun mudur? Çok defa Şiir’in bir kelime oyunundan ibaret olduğunu, birbirleriyle en iyi şekilde imtizaç edebilecek kelimelerin yan yana gelmesinden gramer kaidelerini hiçe sayarak nesir dilinden başka türlü olan bir dil kullanmakla bu işin yapılacağı kanaati belirmektedir. Ki burada müşahede edilen şey yalnız orijinalite merakıdır. Böyle düşünenler için orijinal bir duygu ve düşünceyi garip bir eda ile ifada, etmek, şiir de muvaffakiyetin ilk şartıdır. Şiir’i yalnız bundan ibaret sananlar onun asıl çehresini ve asıl alâmetlerini tanımayanlardır. Zira ; şiiri bu şekilde anlayan ve bu şekilde yapmağa çalışanların aldandıkları nokta, şiirin diğer güzel sanatlar Resim, heykeltıraşlık, ve musiki gibi enstrümana muhtaç olmayarak bütün malzemesini konuşma dilinden almakta olduğunu zannetmeleridir.

Şiir'i bir kelime oyunu kabul edenlerin unuttukları bir nokta daha var ki; o da vezin ve kafiye meselesidir. En basit bir oyunda bile oyunun muayyen ve çok defa bir birinin benzeri olan, kaide ve usullerine riayet etmeden nasıl muvaffak olmak imkânı yoksa, bir oyun kabul edilen şiirin de kendine has kaide ve usullerine riayet edilmedikçe şiirde muvaffakiyetin ihtimali dahi yoktur.

Vezin ye kafiyenin zorlayıcı tesirini ye çok defa şairi serbest konuşmaktan men etmesi gibi bir mahzuru olduğunu kabul etmekle beraber, onların şiirde ihmal edilemeyecek iki unsur olduğuna da şüphe ekmiyoruz. Zira bir kafiye yani: bir tek kelime bazen bizim hayallerimizin ellerinden, tutarak onu uçsuz bucaksız tasavvur ve tahayyül alemlerine sürüklemek kudretine maliktir.

Meselâ: Yahya Kemal Beyatlı’nın“Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı ilerle. Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle” beytinde görüleceği gibi “ilerle” ile. "kafilelerle” kelimeleri bize akıncı cetlerimizin Tuna’dan dörtnala geçişlerini Avrupa içerlerinde at oynatışlarını, tahtlar devirip taçlar bağışladıkları günleri tedai ettiriyor. Bu tedai kapısından biz bütün bir imparatorluğun azamet ve ihtişamını tahayyül ve tasavvur melekelerimizin işlemesine yardım ediyor.

Tasavvur ve hayal memleketimizin zamana muhtaç oldukları hakikati kabul edildikten sonra, muntazaman fasılalarla devam eden kafiyelerin, yalnız sözleri ile ruhumuza ve anlayışımıza hitap etmekle kalmayarak devamlı bir ahenkle kulaklarımıza da hitap eden veznin hiç küçümsenecek bir şey olmadığı görülüyor.

Esasen şairin asıl muvaffakiyeti, bir taraftan vezin ve kafiye ikazı karşısında bulunuşunda, bir taraftan da en iyi şekilde konuşma gayretiyle yani aranan şey his ve düşünce mükemmelliğinden ziyade, kendisine has olan evvelâ şairini daha sonra okuyucularını teahir eden musikidir, ki bu musikiyi temin eden ne aruzun muayyen kalıpları ne de hece vezninin duraklarıdır' Şunu ilave edelim ki şiirde iki türlü vezin daha doğrusu iki türlü ahenk mevcuttur. Bunun birincisi dış ahenk yani doğrudan doğruya veznin temin ettiği bir ahenktir ki her zaman yazıda, buna iyi veya kötü şekilde rastlamak mümkündür. İkincisi ise Fenklerin Rythime dedikleri derunî ahenktir ki bu da mısra içinde kullanılan kelimelerin birbiri ile olan imtizacından ve kelimelerle ifade edilmeğe çalışan his ve fikirlerin kaynaşmasından doğan ahenktir. Bu da hakiki şiirde bulunur. İşte bir örnek:

Akşam yine akşam yine akşam

Göllerde bu dem bir kamış olsam.

  1. Haşim

Ve tekrar edelim ki şiirin bu esas vasfını, vezin ve kafiyeye riayet etmedikten sonra okuyucunun ruhuna ve kulağına duyurmak imkânı yoktur. O halde kaide ve usullerine riayet etmek şartıyla şiirin bir oyuna benzediği görülüyor. Fakat unutmayalım ki oyunda esaslı bir şey yoktur ve onda iki kere iki dört katiyeti de mevcut değildir. Halbuki şiirde esasların esası olduğunu görüyoruz. Zira; şiir kurduğu kelime yapılarının içinde ve kendi kalıplarında hiç solmadan asırlarca devam edebiliyor. Ve biz, insanları eşref-i mahlûkat yapan dilin ne büyük bir nimet olduğunu ancak büyük şairlerin eserlerini okuduktan sonra anlıyoruz.

İşte büyük şair Fuzuli’nin bu gün söylenilmiş kadar taze ve her zaman hakiki şiir olmak vasfını kaybetmeyecek olan bir beyti.

Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge,

Ne açar kimse kapım bad-i sabadan gayri,

Not : Devam edecek