2 Aralık 1947, Namık Kemal’in 59. Ölüm yıl dönümüdür. O gün, büyük vatanperverin aziz hatırası, halk evimizde kalabalık bir toplantı tarafından saygı ile anılmıştır. Bu münasebetle lisemiz edebiyat öğretmeni Hüseyin Gürlunca’nın o günkü konferansını okuyucularımıza da sunuyoruz.

MURABBA

Sipihrin bahtını, ıkbalini hep payimal ettim,

Hamiyyet meslekinde terki evlâdü ayal ettim,

Hayatımdan muazzezken vatandan infisal ettim,

Sebatü azme hâil bir deni dünya mı kalmıştır?

Musırrım, sabitim, ta can verince, halka hizmette,

Fedâkarın kalır ezkârı daim kalbi millete

Denir bir gün gelir de sayei feyzi hamiyette

Kemalin sengi kabri kalmadiyse namı kalmıştır!

NAMIK KEMAL

Sayın dinleyenlerim.

Amerikalıların New York limanı önünde elindeki meşalesi ile hürriyeti temsil eden dev cüsseli bir abideleri mevcuttur. Onun önünde hürriyete, hakka, adalete âşık insanlar saygı ile hatta dini bir huşu içinde eğilirler.

Bizim böyle bir âbidemiz yok. Fakat yılların eskitemeyeceği, tabiat kuvvetlerinin yıpratıp çöktüremeyeceği manevi bir abidemiz mevcut. Bu abide, bundan 107 yıl evvel Tekirdağı’nda doğup 59 yıl evvel bugün sakız da gözlerini kapayan ‘’Büyük adam’’ Namık Kemal’dir.

Onun doğum ve ölüm tarihleri aralık ayına rastladığı için bugünlerde memleketin her tarafında hatırasına hürmet, eserlerine saygı göstermek için toplantılar tertip edilir. Bu gün bizde aynı hisle, aynı heyecanla, lisemiz kültür kolunun tertiplediği bu toplantıda bulunuyor ve hakikaten her şeyden mukaddes olan bu manevi abidenin önünde eğiliyoruz.

Sayın dinleyenlerim.

Bizde, vatan ve hürriyet kelimelerinin yanında daima yeleleri kabarmış kükremeye müheyya bir arslan hayali belirir. Bu hayal Namık Kemal’dir. Zira bu kelimeleri lügat kitaplarının küflü yaprakları arasından çıkarak hakiki mana ve medlulü ile sosyal hayatımıza şuur ve vicdanımıza getiren insan odur.

O istipdadın suratına ilk tokatı indiren hürriyet kahramanıdır. O kısa devam eden hayatı boyunca gerek gözleri gerek hareketleri ile, asırlardan beri devam eden büyükler için çalışmadan, kölelik ve bendelikten, sitayişle bahseden devir edebiyatında ilk defa ferdin hürriyetini haykıran ve cemiyetine bu ahlakı aşılamağa çalışan adamdır.

Namık Kemal’in yetiştiği devir, Osmanlı imparatorluğunun veya imparatorluğun bakiyesinin her tarafında istipdat ve kanunsuzluğun, bütün korkunçluğu ile devam ettiği, menfaların ve zindanların adam almadığı, cellat baltalarının durmadan işlediği bir devirdir. Kemal bu devri büyük babası ile beraber memleketin her tarafını gezerek idrak etmiş Erzurum’dan Sofya’ya kadar bütün memlekette işlenen cinayetleri görmüş, can çekişen Türk Milletinin feryatlarını, inleyen vatanın eninlerini duymuş ve memleketin kurtulması yolunda, memleketin kurtulması yolunda, memleketinde hürriyet, vatan fikirlerinin yerleşebilmesi için çalışmağa ant içmiştir.

İşte yalnız bu inanış ve bu ant içişledir ki.

Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin

Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten:

Diye gürlemiş ve bütün hayatında bunu isbat etmiştir. O milleti vatanı uğrunda hayatını islihkar eden hakiki bir kahramandır.

Gedikpaşa’da harap bir salaşhanede oynan: Vatan- Silistire piyesi İstanbul’u birbirine katmış halk ‘’Yaşa Kemal… Yaşa, Namık avazeleri ile sokakları doldurup ‘’Muradımızı’’ isteriz diye hürriyet ve istiklal olan aşklarını Kızıl Sultanın oturduğu sarayın kalın duvarlarından onun kulaklarına kadar götürmüştü. Evet Kemal’in istediği şey olmuş asırlardan beri küllenmiş bir ateş halinde Türk olanların gönüllerinde yanan hürriyet aşkı, istiklal sevgisi alevlenmişti. Fakat ne yazık ki bu alevin ömrü ancak çok kısa bir zaman devam etmiş, eskisinden çok daha koyu bir karanlık etrafı kaplamış ve meşaleyi biraz için olsun tutuşturmağa muvaffak olan kemal Magosa zindanın rutubetli, hastalık yatağı olan karanlık dehlizlerine gönderilişti.

Fakat bütün bu tedbirler boştu. Bütün bu sükünet, kopması beklenen büyük bir fırtınanın habercisi olan mutlak sükünete benziyordu. Zira gene Kemal’in dediği gibi

Ne mümkün zülm ile bidat ile imhayı hürriyet

Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten

Evet sayın dinleyicilerim her şey yapılabilir. Fert zindana atılabilir, sürgüne gönderilir, eli, kolu, dili hatta kafası kesilir. Fakat idraki kaldırmak, işte olmayacak şey budur. Ve onun içindir ki kemal Magosa’nın zindanlarında hastalığın elinde inlerken bile

Merkez-i hâke atsalar da bizi

Küre-i arzı patlatır çıkarız!

Diyordu. Namık Kemal, oradan da çıktı. Fakat beklediğini bulamayan bir insanın inkisarı ile çıktığına pişman olarak…

Bununla beraber gene yılmadı. Gene çalıştı. Gene yazdı. Gene söyledi. Kafalara hürriyet fikrini, ruhlara vatan ve istiklal aşkını aşılayıncaya kadar kalemini bir kılıç gibi kullandı.

Hürriyeti bize her derde deva tek iksir, medeniyet, gençlik ve milliyetçilik abı’hayatı olarak gösterdi. Kafamıza bu fikri ruhlarımıza bu imanı soktu.

İstibdat karanlıklarında yolunu bulamayanlara hürriyet meşalesi ile yollarını gösterdi. İstibdat çöllerinde susuzluktan dudakları çatlamış yolculara hürriyet pınarlarından içirmeği vadetti. Ve kaç defa o pınarın başına kadar götürdü fakat ne yazık ne yazık ki pınar serap oldu... Ve bu serap olan pınarın başında cesetler sıralandı. Fakat kemal yılmadı, usanmadı. Milletine vadettiği hürriyet pınarını bulmak için çalıştı. Buna da ömrü vefa etmedi. Ve sözde Mutasarrıf fakat hakikatta bir sürgün olarak gönderildiği Sahasız adasında 1888 yılının bu gününde fani hayata gözlerini kapadı.

Zatürrielerin verdiği ıstırap ve ateşler içinde kıvranırken bile vatanını milletini düşünüyor ve

Ölürsem görmeden milletle ümmit ettiğim feyzi

Yazılsın sengi kabrimde vatan mahzun, ben mahzun diyordu.

Evet kemal sevgilisine kavuşmadan öldü. Ümit ettiği Fevzi görmeden gitti. Fakat üzerinde biraz evvel okuduğumuz beytin yazılı bulunduğu mezartaşı bugün Namık Kemal’in özlediği hür ve müstakil bir vatan toprağının üra bir köşesinde hzur içinde dikilidir. Ben eminim ki aynı huzuru ruhu da hissetmektedir. O, bugün sevgilisinin göksünde yatan, visale ermiş mes’ut bi aşık huzuru içindedir. Ve ebediyen böyle kalacaktır. Çünkü o seveceği şeyi seçmesini bilmiş, ölümsüz bir sevgili seçmiştir.

Kays, Leylâ’nın sevgisi ile mecnun oldu, dağlara, sahralara düştü. Derdini kurtlara, kuşlara anlattı. Leyla kendisine geldiği zaman onu istetemedi. Eğer sen leyla isen gönlümdeki leyla ne oluyor? dedi. fakat Leyla’nın ölümünü duyduğu gün mezarının başına gelerek.

Hemrahım idin bu yolda ey mah

Herahı koyup gider mi eyvah

diye feryat ederek mezarın üzerine kapanıp öldü; ve bu macera böyle bitti, unutuldu gitti. Yalnız edebiyatta bir sembol, mazmun olarak kaldı, Ferhat, şirin’in aşkı ile bisütun dağını delmeğe kalktı. Fakat Şirin in öldüğünü duyduğu gün Mecnun’dan fazla bir şey yapmadı. O da Mecnun’un haline düştü.

Abdülhak Hamit. Berutta çöllere teslim ettiği Fatime’si için günlerce ağladı, sızladı, Makber’inde Allah’a çatacak kadar şecaat gösterdi:

Çık Fatime lâhtten kıyam et

Yadımdaki haline devam et

diye ölüye yalvardı. Ve bir mucizeye inanır gibi bunu bekledi. Fakat yalan, bir sene geçmeden evlendi. Görüyorsunuz ki bütün sevenler ya unutuldular veya kendileri unuttular. Fakat Kemal böyle mi ? O dünya durdukça duracak olan ‘’Bivefa bir nazenne-i tannaz’’a benzettiği VATAN’a aşıktı. Onun uğrunda öldü: hayır ölmedi. Onunla bir oldu, asıl vuslata kavuştu. Unutulmadı, bugün vatan toprağının her karışı, onun ismini ‘’Kemal’’ diye haykırıyor. Vatan üzerinde Türküm diye haykırıyor. Vatan üzerinde Türküm diyebilecek her insan, onun ismi ve manevi huzurunda hürmet ve saygı ile eğiliyor. Ne mutlu böyle ölüye… ne mutlu böyle ölüsü olan milletlere…

Sayın dinleyenler, ‘’bir milletin tarihi, o milletin kahramanlarının tarihidir’’ derler. Doğru, fakat eksik bir ifade. Bir milletin tarihi, kendisinden sonra gelecek nesillerde, fikirlerini düşüncelerini ve eserlerini devam ettirebilecek insanlar yetiştiren büyük kahramanların tarihidir… Namık Kemal bu bakımdan da dünyanın nadir yetiştirdiği kahramanlardan biridir.

Namık Kemal’in fikirlerini telkin ettiği cemiyet içinde ne yazık ki hür insan, hür cemiyet fikri tamamiyle anlaşılmamış ve zamanında zalimlere hayasızlara hizmet edenlerin adedi azalacağına bilakis artmıştır. Fakat şunu da unutmamak lazımdır ki ‘’büyük adam zamanına değil, istikbale hükmeden insandır. Ve Namık Kemal’in telkin ettiği fikirlerden Osmanlı imparatorluğunun enkazı üzerinde yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur ki bunu yaratanlar, başta büyük Atamız olduğu halde Namık Kemal fikirlerini devam ettirenler ve onun fikirleriyle yetişenlerdir. Kemal’in gayesini tahakkuk ettiren gene onun ismini taşıyan Mustafa Kemal’dir.

Namık Kemal, vatanın çaresizliği karşısında, onun elemiyle kendinden geçmiş vaziyette;

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini diyordu.

Mustafa Kemal, büyük mücadeleye başlarken, Namık Kemal’in bu sözüne gene onun diliyle ve yukarıdaki beytin yalnız iki kelimesini değiştirerek cevap veriyor;

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini diyordu,

Evet sayın dinleyenlerim, Türklüğün vatanı. Kemallerin vatanı, göğsüne hançer dayıyan düşmanların elinden kurtarılmıştı. Onu kurtaranların kulaklarında çınlıyan ‘’Hatt-ı müdafaa yok sath-ı müdafaa var. Ve ‘’Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri’’ sesinin yanında bugün dahi duyar gibi olduğumuz ve bir arslan kükremesini andıran

Altı da bir üstü de birdir yerin

Arş yiğitler vatan imdadına

diyen bir ses de mevcuttu.

Namık Kemal’in bütün hayatı boyunca, içinde bulunduğu cemiyete telkin etmek istediği fikirler, Hürriyet aşkı, vatan sevgisi cemiyetin ve ferdin itiklali bu şekilde tahakkuk etmiş bulunuyordu. Fakat ölümünden tam otuz beş sene sonra.

Bununla beraber inkılabımızın manevi babası olmak meziyet ve mazhariyeti Mamık Kemal’den başka kimseye verilemez. İşte bunun içindir ki her yıl bugünde inkılabımızın manevi babası ve milletimizin hürriyet hocası olan büyük insanın manevi huzurunda eğiliyor ve sarsılmıyan bir iman, titremiyen bir inanışla her gün biraz daha kuvvetli olarak çok muhterem hocam tarlan’ın dediği gibi: ‘’Biz Kemallerden Kemallere koşan ve bir gün Kemale ereceğine inanan bir Milletiz’’ diyebiliriz.

HÜSEYİN GÜRTUNCA