Türkiye, 1950 yılındın bu yana bir “sanaileşme” çabası içinde. Ancak biz burada Türkiye’nin “geri kalmış memleketler” safından sanainin kökleşmesi ile mi, yoksa ziraata dayanan bir endüstrinin kökleşmesi ile mi kurtulacağını tahlil edemiyeceğiz. Yalnız şehrimizin ezilen sanaîsi etrafındaki düşüncelerimizi söyliyeceğiz.

Sayın Abdülkadir Batur, “Kültür”ün geçen sayısında: Pamuğun en iyi yetişebileceği bölgenin Gaziantep olduğu ve buna dayanan bir endüstrinin, Gaziantep’i Türkiye’nin Manchester’i yapabileceğini söylüyordu. Bu yanlış bir teşhis değil. Fakat yıllardır yerli malların inkişaf etmesine imkân vermiyen Avrupa malı kullanma hastalığı, bir çok şehirlerimizde görülen endüstri imalâthanelerini felce uğratmış, onları çalışamaz bir hale getirmiş ve nihayet söndürmüştür.

Asırlık tarihi olan Gazi şehrimizde bugün gözle görülür, ellle tutulur hemen her sahada bir canlılık vardır. Bu canlılık bilhassa ekonomik alanda göze çarpmaktadır. Hepimiz biliriz ki Gaziantep’in toprağı bereketli değildir. Bu sebepten küçük çaptada olsa endüstrinin bir çok kolları, bazı köstekleyici âmiller olduğu halde, yerleşmiştir. Herhangi bir otomobil, kamyon veya otobüsün, şanzıman dişlileri, defransiyel ve enjektör akşamı ile piston gömlek hariç bütün parçaları yapılabilmektdir. Güney ve Doğu Anadolu’nun otobüs ve kamyonlarına, şimdi getirilemiyen yedek parçalar Gaziantep’te yapılıp takılmaktadır. Paçavrası çıkmış lastikler burada yenileniyor. Yine avrupa damgasını taşıyan karoserlerden ayırt edilemeyen pırıl pırıl karoserler yapılmakta. Bunlardan başka amplifikatörler, kaynak ve torna makinaları, gaz sobaları, yurdun bir çok yerlerinde aranan boy boy, çeşit çeşit çelik kasalar ve presler yapılmaktadır. Baskül imalâtçılığı ise otomatik tezgâh imalâtçılığı gibi, bu husustaki kanunun yüküne dayanamayıp daha inkişaf çığında iken ölmüştür. Ne var ki diğer saydıklarımızda nerede ise can verecek.

“Yeni Gaziantep” gazetesi çıkarken idarehaneye gelen birkaç madenî maddeler imalâtı zanaatkârları, şehrimizde yapılmakta olan bu mamüllerin gelişmesinde iki sebeb ileri sürmüşlerdi: Birincisi, Devletin hususi teşebbüsü imkân vermeyip onları korumadığını, yerli endüstriyi köstekliyen sakat muamele vergisi ile iş kanununun bir iki maddesini., ikinci olaraktı, bankaların, kendi sırtlarından geçinen zenginlere yüzbinlerce liralık kredi açtığı halde, bizler bankaya gittiğimizde yüzümüze bakan bile olmaz, sebeblerini ileri sürmüşlerdi.

O zavallı zanaatkarlar bu şikâyetlerinde haklı idiler., hakikaten muamele vergisi tetkik edildiğinde, bunun yerli sanaii korumayıp, bilâkis yabancı sanaii himaye ettiği garip bir şekilde ortaya çıkmakta.

Bu, yeni bir dâva değil. Şehrimizin ve daha kim bilir kaç Vilayetimizin ümit verici gayretleri böyle sönüp gitmektedir. Eğer, muamele vergisi imkân verse, şehrimizin olduğu kadar diğer gayretli vilâyetlerin demir endüsrtrisine dayanan yüzlerce imalâthaneleri gruplaşarak birleşebilirse, muhakkak memleketimizde çoktan yerli bir makina araçları endüstrisi kurulabilirdi.

Bu vaziyet karşısında “Ticaret ve Sanayi Odaları” “Esnaf dernekleri Birliği” ve milletvekillerinin nasıl bir tepki gösterdiklerini veya bu kalkınma dâvasında ne gibi faaliyetleri ve çalışmaları olduğunu bilmiyoruz.

Şuna kaniiz ki, Cennet Vatanımızın sanaileşmesi yabancı sermaye ile olduğu kadar, yerli endüstrinin desteklenmesi; imkânlar sağlanması, zanaatkârların dileklerinin ve fikirlerinin dinlenilmesi bankaların bir tüccara, bir müteahhite açtığı kredinin yarısı kadar o zanaatkârlarada açması ile mümkün olabilecektir.

İyiniyetle, anlayışla, samimiyetle meseleler ele alınıp tolerans havası içinde mütalâa edildikçe, en gereksiz gibi görünen fikirlere kıymet verildikçe, kısa bir gelecekte Manchesterler değil, memleketimizde bir çok Detroitler hakikat olacaktır.

M. Güner SAMLI