Sayın dostumuz ve araştırmacı üstadımız Avukat Cemil Cahit Güzelbey’in İslam ve Tarih aleminde armağan ettiği Gaziantep Evliyaları adlı eserinde (71) ermiş arasında (24) üncü olarak bir de ‘Şahveli’ ye yer verilmiştir. Şahveli hakkında verilen derin incelemeli bilgiler, gerçekten son derecede değerlidirler. Şahveli’ye dair verilen bilgiler dışında bizi daha başka cephelerden işi ele alarak gerçek hüviyyetinin aranmasına zorlamıştır. önce bu zatın adı, lakabı ve nisbeti üzerindeki bilgileri gözden geçirelim, şöyleki:

1- Şahveli, Kaba nailbül askeri adında bir zatın oğludur.

2- Şahveli, Halveti tarikatı şeyhlerindendir,

3- Asil bir aileye mensuptur,

4- Babasının adı Mehmet Bey, dedesinin adı da Kabadır,

5- Fazıl alimlerdendir,

6- Önceleri devlet hizmetinde iken, sonra resmi vazifeyi bırakmış ve Şeyh Yakup Efendi adında bir zata bağlanarak bundan feyzalmış bir mürşitlik makamına ulaşmıştır.

7-(1012) tarihinde Gaziantepte vefat etmiştir.

Şahvelinin, Kaba nailbülaskeri adında bir zatın oğlu olduğu yolundaki rivayet, daha çok eski bir tarihe kadar bizi indirmektedir. Çünkü Melami tarikatının ilk mümessillerinden olan Ebu Salih Hamdun El Kassar, Ebuturabasker Bini hüseynnüsesefi adındaki şeyhin halifesidir ve 245 tarihinde vefat etmiştir. Bu zatın asıl adı Asker’dir. Şahveli ise, doğrudan doğruya asker adında değildir, sadece askeri’dir ki bu söz bir nisbet ifade eder ve askere mensup demektir. Sonra yalnız askere mensup da değil, askere mensub olan ailenin (naibi), yani vekili, mümessili oluyor. Babasının adıda Kaba’dır ve asıl “naibül askeri” de bu zattır. Onun asil bir aileye mensuboluşu ve babasının adının Mehmet Bey dedesininki de Kaba bulunuşu herhalde doğrudur. (Halvetiye) tarikatına nisbeti de doğrudur. Bu doğruluğu isbat edebilecek deliller de yok değildir. Şöyleki: Şahveli, kendi muhitinde tanınmış, ilmi, fazili ile ün almış kamil bir şahsiyettir, aynı zamanda Halveti tarikatının ermiş mürşidlerdin bir hak yolcusudur. Hem şeriat, hem de tarikat yollarında ehliyet ve yeterliği umumu düşüncelerde yer alan bir zatın, bu payeyi kazanması, nesep bakımından aseletinin de yardımcı bir kuvvet halında, kendisine yararlı olmasından ileri gelir. Halveti denilince yalnız, bu adlı tarikatı değil, Bektaşi, Mevlevi ve Melami tarikatlarını da göz önünde tutmak gerekir. Çünkü bu dört yolda birbirine sımsıkı bağlıdırlar. Sayın dostumuz Cemil Beyin, Şahveli hakkında bilgiler vermiş olan tercüme ve teskire yazan müellifler onun sadece Halveti olduğunu elde tutmuşlar ve diğer kollara hiç dokunmamışlardır, belkide sadece Halveti tarikatına nisbetini açıklamakla, gereğinde araştırıcıların bu karanlık noktayı da seçebilecekleri düşünerek, işi ehillerine bırakmışlardır.

Şahveli’nin asil bir aileye mensup oluşu, çok açık bir gerçeği bildirmektedirki bu asaletin uzaklarda kalmış bir nisbeti ifade ettiğini ve en azı beşaltı yüz yılık bir eskiliği yaşattığını hikayeden başka bir belirtme olamaz. Ancak bu geçmişin daha da çok eski olması da reddedilmezki bunun (Ebü Türab Asker)’e kadar indiği sezilebilir. Evet Şahveli ile Ebuturap arasında, şimdiki bilgilere göre (772) yıllık bir fasıla vardır amma, bu fasılalarla da, İslam aleminde neler geçmiş olduğunu da hesaba katmak gerekir. Mesela, meşhur Moğol imparatoru (Cengiz)’in ortalığı altüst ederek bir çok asil ailelerin etrafa göç etmelerine yol açması, onun neslinden ilhanların yaptıkları istila hareketlerinde, mecburiyet duyulan nakiller, Topal Teymur’un getirdiği cinayet teşebbüslüre, böyle şerefli ve hele manevi alanda ün almış bir çok hanedanın hanümanını tahribeyledikleri bilinmektedir. Mevlana Bahaeddin Şahveledin de Horasan’dan Konya’ya gelih yerleşmesinde de bu sebep yokmuydu? Meşhur (Necmeddin Kübra)’nın da bu sebeple, Cengiz ordularına karşı harekete geçerek şehid düşmesi de böyle değilmiydi? İşte Ebu Turap neslinden bir zatın fırsat bularak Antep’e kadar gelebilmiş olması, onun neslinden bir Şahveli yetiştirmiştir. Bu düşünceyi bize ilham eden sebebte yok değildir. Sayın (Abdülbaki Gökpınarlı)’nın meşhur Melametiler Melamiler) adı eserinde okuduğumuza göre (93, 140), Melami guruplarından (İdris Muhtefi-Hacıali bey)’in vefatı üzerine yerine halifesi (Hacı Keyvan Bey Kabai) geçmiştir. Bu zat Melamilikte (Gavs ve Vahidi zaman) tanınmış ve o suretle kendisinden feyz alınmıştır. Hacı Keyvan-Bayrak Kabai, (1037) tarihinde vefat etmiştir. Bu zatın asıl adı (Keyvan) dır, fakat sonra Melamiler bu adı atarak yerine (bayram) kelimesini koymuşlar ve öyle de yaşamışlardır. Aynı eser: (93,160.) Bu kaydın bize belirttiği gerçek, bizim Şahveli’nin Hacı Keyvan-Bayram’a nisbetini aksettirir. Fakat bu eser, Kabai’nin aslı Gürcü olup (Arakıyyeci İbrahim Çavuş)’un azadlı kölelerinden olduğunu da bildiriyor ki bu da yukarıda işaret ettiğimiz gibi, zamanın karışıklıkları sırasında her hangi bir şahsa esir düşerek İbrahim Çavuş tarafından sakın alınmış ve sonra da bu zatın azadları arasında girmiş olduğunu ifade eder. Bizim Şahveli’nin, asil bir aileye mensup oluşuyla, Hacı Keyvan’ın İbrahim Çavuş’a mensup bulunuşu arasında da bir münasebet ise, Hacı Keyvan’ın Gürcüler tarafından esir edildiğini ve bir müddet Gürcüler arasında kaldıktan sonra da İbrahim Çavuş tarafından satın alınıp azadlandığını işaret eder. Bu azadlama da her halde onun taşıdığı asaletin anlaşılmış olmasından ileri geldiği anlaşılır. Çünkü İbrahim Çavuş’ta bizzat Melami mensuplarından olduğundan onun asaletini değerlemiş ve hemen azad ederek nisbetinin şerefini iade eylemiştir. Gerek anlaşılmış olan nisbet şerefi ve gerek İbrahim Çavuş gibi şerefli bir askerin azadlısı bulunması, elbetteki ona maddeten yüksek bir mevki sağlamış ve sonra da tarikatta ilerleyerek kutupluk ve gavslık makamına erişmiştir. Kabai’nin azadlı köle olduğu (Aynı eser: 156) haberi karşısında daha fazla duraklamaya meydan bırakmadan Şahveli’nin bu batının şahı olacağını kabul edebiliriz. Bildirildiğine göre, Kabai lakabının ona verilmiş olması (elbisecilik) yapmakta olmasından dolayı imiş. Çünkü (Kaba) lafzı arapça (elbise-geyecek) demektir. Kabai ise, elbiseci demektir. Onun önceleri, devlet hizmetinde iken sonra bırakarak (Şeyh Yakup) adı verilen ve fakat (Halvai baba) ismiyle tanınan bir şeyhden feyzaldığını da öğreniyoruz. Evet, İbrahim Çavuş’a, mal olduktan sona onun meslekinde yürümesi tabii idi. Azad edilerek bir müddet daha askeri hizmet yapmış ve sonra da, yine belki İbrahim çavuşun şevkiyle melamiliği intisap ve (Halavai Baba-Şeyh Yakup)’un hizmetine girerek zamanının gavsı mertebesine yetişmiştir. Keyvan beyin (1012) tarihinde vefat eylediği tesbit edildiğine göre, mürşidi olan Halvai Şeyh Yakub’un ölümünden sonra (28) yıl daha yaşadığı ve bu müddet İçinde de bir çok batın ereninin yetişmesine kaynak teşkilettiği anlaşılıyor. Yakup’un da, Halvai Baba denilen ve Hacı Keyvan- Bey-Hacı Bayram Kabai’nin Şahveli’nin yakın mensuplarından, belki de oğlu olacağını düşünmeye yer yok değildir. Çünki Şahveli’nin vefatından sonra (25) yıl daha yaşamış olması ve bu müddetin gayet tabii bir fasıla bulunması bakımından da doğru görülebilecek mahiyettedir.

Keyvan Adının, Bayram Adıyla Değiştirilmesi Sebebı̇ Ne Olabı̇lı̇r?

Evet bu sorgunun da inceleme yolunda, oldukça önemli yeri vardır. Düşüncemizi, uzak yakın noktalar üzerinde dolaştırırken, kanaatimizi en çok okşayan şu neticede buluyoruz. Şöyleki:

Hacı Keyvan Bey, daha devlet hizmetinde iken, bir vazife ile Gaziantep’e gelmiş ve burada bir müddet kalmıştır. Resmi hizmette aldığı maaştan biriktirerek ve belki halkın da yardımını sağlayarak, memlekete hizmet emeliyle bir hamam yaptırmış ve bu hayır binasına kendi adının verilmesine sebeb olmuştur. Ancak yine burada karşılaştığı (Halvai Baba Şeyh Yakub)’a inabet ederek Melami tarikatına intisap etmiştir. Bu tarikata girişinde, efendisi olan İbrahim Çavuş’un, daha önce onun hal ve hareketinden de mülhem olmuş gibidir. Fakat Gaziantep’e gelişinde, Şahveli’nin manevî irşadı da olmuş olabilir. Fakat Bayrami Melamileri, onun taşıdığı (Keyvan) adını ona yakıştıramamışlar ve (Bayram) adını vermişlerdir. Zira (Keyvan) tabiri, eski Süryanilerde seyyarelerden şimdiki (Zuhal)’ın karşılığı olan (Kaven)’den Farsçaya çevrilmiş bir sözdür ve eskifele kiyata göre, feleğin şer ve fesad kaynağı harpçı, kan dökücü bir sembolüdür. Halbuki Keyvan Bey, cedlerinin tarikına girdikten sonra, kazandığı derin ve yüksek irfan kudretiyle, melamiler tarafından hoş görülmemiş ve hal ve tabiat bakımından pek benzediği Hacı bayram Veliyle kıyaslanarak (Bayram adı) verilmiştir kanaatindeyim.