(Sayfa 229’dan devam)

Kale’ye sabahın erken saatlerinde tırmanan birisi, yukarda öğleyi olmuş bulur. Hem Yolun uzunluğu, hem yükseldikçe yakıcı bir sıcaklık insanı hayli yorar. Bu kapının en enterasan tarafı ERMENİ kadının altınlarını bulduğu yerin buralarda bir yerde bulunmuş olmasıdır.

Kale’nin en yüksek yerindehala sağlamlığını muhafaza etmiş, kubbesiz basic tavanlı bir yer vardır. Bir tarafının çökmesine rağmen diğer tarafı sapasağlam durmaktadır. İçerisine girildiğinde sağ tarafta şöminemsi bir ocak ve bir baca göze çarpar. Etrafta binanın tavanını, küçük kubbeler halinde üzerinde taşıyan ince, pişmiş, sağlam kiremitlerden örülme sütunlar vardır.

Fakat elde edilen malumatta adı geçen kilisenin burası olduğu biraz şüphelidir. Zira kale’nin biraz yukarısında daha çok KİLİSE’yi andıran bir harabe mevcuttur. Harabenin hemen yanıbaşında halâ dimdik ve sağlam kalmış bir çan kulesi vardır, Bir rivayete göre bu çan kulesi uzun zamanlar minaret olarak ta istimal edilmiş.

Bu çan kulesi’nin merdivenlerinin sağlam olduğu dikkat çeker. Ve aynı mahalde yere gömülmüş erzak küpleri görülür. Kuyu gibi derin olan bu küplerin (Sarnıç) ağzı dar, dibi pek geniştir. Bunlarında çok eskiden kaldığı kendini hissettirir.

Çan kulesinin batı tarafında içi boş bir çift mezar görülür. Halkın söylediğine göre burada oturur vaziyette bir iskelet bulnmuş.

Yine kale’nin kuzeye doğru hafifçe yüselen tepesinde Merzumen çayına bakan adeta that biçiminde yontulmuş bir kaya parçası vardır. Burası Merzumen deresine kadar 90 derece dik bir vadi kenarıdır. Bir rivayete göre hükümdarın kızı canı sıkılınca buraya oturur, Merzumen vadisinin fıstık, incir ve bağlarla dolu yeşilliklerini seyredermiş. Biz bu kayaya otururken korkudan hayli terledik. Aşağıya baktığımız zaman ise nasıl olup da hükümdarın güzel kızı HELEN’in burada rahat nefes aldığını merak ettik. Ayaklarımızın sarktığı derinlik en azdan 200 metre idi. Merzumen ince bir iplik halinde yeşilliklerin arasında Fırat’a doğru akıyordu. Solumuzda Kale’yi dadan ayıran suni bir yarma vardı. Kale’nin altında açılan ve Merzumen çayının bereketli sularını Meydan boyunun bahçelerine akıtan kanalın olduğu yer yukardan iyice görülüyordu. Suların kolaylıkla kanaldan geçmesini sağlamak için hafif bir bent kurulmuştu.

Kale’nin tamamını gezmek hazırlıklı gelmedikçe mümkün olmaz. Bu sebepten ancak Kale’nin batı yani Fırat yamacına doğru biraz ineceğiz. Bu sebepten ancak kale’nin batı yani Fırat yamacına doğru biraz ineceiz. Burada pek yola benzer şeylere raslamak zordur. Fakat biraz gayretle harabeler arasında civar köylülerin (terazi) tesmiye ettikleri ve bir kale burcuna çok benziyen hala sağlam bir eser görülebilir. Bu eser tahminen 15 metre kadar yerden yükselen bir duvar gibidir. Eski haliyle bunun bir burç olma ihtimali çok kuvvetlidir. Mamafih etrafında buna benzer sur harabeleri vardır. Eskiden ERMENİ vatandaşlar gelerek günlerce burada kalır hacı olurlarmış. Buna ait hatıraları olan yaşlılarhala anlatıyor. Bunlardan Hiristiyan azizinin bu burca gömüldüğünü söylüyeler de vardır.

Fotoğraf: Rumkale burçlarından biri

Yukardan aşağı bir çatlak, bu burcunda eskidiğini adeta bize ihtar ediyor. İşte zamanın ve tabiatın tahribatına bırakılmış muazzam bir eser, “RUMKALE” ve onun müştemilatından Hiristiyan azizi JOHNNES veya DERNEVSİS in meftun bulunduğu kutsal burç.

Buradan güney batı istikametine biraz inmekle KAMUS’UL ALEM’de ismi geçen büyük tarihi su sarnıcını görmek mümkündür. Yine ”RUMKALE”nin en karekteristik ve efsaneleşmiş meşhur bir yerine geldik. Burası demin ismini ettiğimiz meşhur su kuyusu (Sarnıç).. Ağzının çapı tahminen 5 metre gelen büyük birkuyu… KAMUS’UL ALEM, derinliğini 60 metre olarak yazıyor. Ama eskiler onun su dolu olduğu zaman pek derin olmadığını söylüyorlar. Ama biz 80 metre olarak tahmin ettik. SARNIÇ’ın eskisi gibi içinde su yoktur. Zemin büyük taşlarla doldurulmuştur. Havasızlık zemine inildikçe hissedilir bir hal alıyor. Ama yer yer uçuşan güvercinler hava için ümit veriyor.

Kuyunun zeminine tahminen 6 dolam (Yani çevre) merdivenle inilmektedir. Merdivenler yer yer sağlam olmakla beraber kaygandır. Zemine ien merdivenler tamamen kayanın kendi bünyesinden olduğundanpek yıpranmışa benzemiyorlar. Fakat yukardan atılan taşlar yine bir kanaldan inen toprak bazı merdiven başlarını tıkamış durumda…

Rivayete göre bu “SARNIÇ” suyunu Fırat’tan toplarmış. Fakat bir türlü Fıratla münasebetini anlıyamadık. Kuyunun zemini şimdiki haliyle Fırat seviyesinden en aşağı 60 metre ükzektir. Bu haliyle ancak eski rejimiyle Fırat taşınca su toplaması icap ederki birçok rivayetler de bunun desteklemektedir.

Bu muazzam kuyu hakkmdada çok şeyler dinledik. Bunlar o kadar ilginç ki, bizi kuyu’ya indiren kılavuzlaımız sözlerini bitirinceye kadar kuyu’yu terketmedik. Bakınız bir taş, toprak yığını ile dolu bu sarnıçta meğer neler varmış:

“Bir ermeni kadının anlattığına göre bu kuyu’nun su seviyesinden tahminen 10 metre aşağısında bir kanal mevcutmuş. Bu kanaldan yukarı çıkılınca (tabi elle tutunularak) bir saloona girilirmiş. Bu salonda bir mezar ve onun başı ucunda bir kitap, (incil) kitabı vanmış. Fakat kitap alınınca bir fizik oyunu oluyormuş.. Bu kitabı alıp almadıkları bilinmiyormuş.”

Yine bir rivayete göre, kuyu’nun dibindeki bu kanalda bir altın süzgeç varmış.

Kuyunun dibinde buna veya kanala benzer hiç alamet bulamadık. Fakat zemine yakın bir yerde içinden toprak dökülen ve tahminen bi insanın geçmesine müsait yukarı doğru yükselen bir kanal mevcuttu. Faka bunun mahiyetini anlıyamadık.

Kuyu’dan çıktığımız aman vakit hayli ilerlemişti. Biraz evvel eğilip içine bakamadığımız (Dev) kuyu özümüzde küçülmüş gibi idi. Birer birer eğilip kuyuya baktık. Fakat 80 metre derinliği ile kuyu bir uçurum gibi gözlerimizi büyülemişşti. Kuyuyu arkada bıraktığımız halde hala arkamıza bakıyorduk. Onun derinliği hafızamıza bir kabus gibi çökmüştü..

Kuyu (Sarıç)’ı da gezdikten sonra doğuda ki bir kapıdan ineceğiz. Zira Kale’nin diğer kısımlarını gezmek ikinci bir günü getirecek kadar cetin ve manialıdır.

Fırat yamacı çok dik ve sarp olmakla beraber iniş için bir piyade kapısı ve merdivenler halinda yolu mevcuttur. Bu yol diğer (Batı) giriş yolunun aksine hayvan veya herhangi bir vasıtanın geçmesine müsait değildir. Kalenin böyle 7 kapısı olduğu söylenmektedir. Fakat yol olarak başkası göze çarpmıyor…

TARİHÇE VE ÖNEMİ

Kale’nin bir iskan mahalli olarak kullanılışı beşer tarihi kadar eskidir. Kuruluşu ise MÖ 1230 Protohitit veya Önhitit krallıklarına taslamaktadır.

Kalede bulunan eski eserler (Yontma taşlar) Hitit devri eserleridir.

Kale, 1200 dükkân, 7 medrese, 200- 000 ahali barındıracak hanelerden ibarettir.

Kalenin etrafıda temamen kaleye aittir. Civardaki Halfeti yine bu kale sakinlerinin kurduğu eski bir şehirdir. Fakat buraya sonradan Türkmenler yerleşmiştir.Şimdiki Halfeti ahalisini bu Türkmen soyları teşkil etmektedir.

Kale, Selçuklulardan Osman'ılara geçmiş ve bir ara Hacı bey ismi ile maruf Halep’ten gelme bir Derebeyi’nin hakimiyeti altında kalmıştır.

Elağız, Harput, Karkamış ve Halep "Rumkale” sakinleri soyundandır. Bu hususlara ait malûmat Halfetı’liler tarafından dağınık bir şekilde toplanmış bulunmaktadır.

Fotoğraf: Rumkale civarı tabii güzelliklerle doludur. Fotoğrafta Rumkale civarındaki Fırat nehri gözükmektedir.

Fırat’ın şahane manzaralarına mütenazır böyle tarihi bir yerin ihmal edilmesi yalnız Gazianteplileri değil kaleyi ziyaret eden herkesi üzmektedir. Kale, onarılıp tarihi araştırılırsa Türkiye için birinci derece ehemmiyeti haiz bir yer olacağı şüp hesizdir.

Gaziantep’in fıstık kokan bağları artık turistik bir gelişmenin meyvelerini vermek üzeredir. Halfeti kazası Gaziantep’e kısa bir yolla bağlandıktan sonradır ki "Rumkale’’ bütün ihtişamı ile iç ve dış turizmin çeşitli istifade ve yatırımlarına arzedilmiş olacak ve belki memleketimizde üçüncü bir haç mahalli olacaktır.

"Rumkale”, ve civarını gezen herkes bu ümidini gizliyememektedir.

Güneydoğu’nun müstakbel turizm cenneti "Rumkale”, hükümetin alâkasını beklemektedir.

SON

Hazırlayanlar: Bekir KAYNAK, Cevdet AKŞAMOĞLU

NOT: Fotoğraflar İbrahim Küçükdağdan alınmıştır.