30 Eylül 1964 tarihli Toplum gazetesinde, Kültür Dergisi’nin yöneticilerinden ve dernek adına sahibi bulunan bana da iftira edilmiştir. Toplumda (Casus Kâmil’in oğlu) diye bana bir sıfat takılmıştır. Bundan 2 sene evvel 5 Ekim 1962 tarihinde vefat eden sevgili babama karşı yapılan bu çirkin iftira karşısında çok büyük üzüntü duydum. Yüzlerce tanıdığım üzüntülerini belirttiklerinden biraz olsun teselli buldum. Toplumcularla âdalet huzurunda hesaplaşacağımız gayet tabiidir. Babam bütün hayatı boyunca bir Türk milliyetçisi olarak yaşadı. Ben de vatan ve Türklük sevgisini ilk defa babamdan öğrendim. Babam 1898 yılında dünyaya gelmiş, okulunda her yıl sınıf birincisi veya ikincisi olmuş çalışkan bir talebe imiş. Birinci cihan harbinin sonunda Halep’te yaptığı askerlikten Antep’e dönmüş. Okuldaki başarısından dolayı, savaşta Antep Türk halkını idare eden Antep Heyeti Merkeziyesinde yazı işlerine babamı da tavsiye etmişler. Sahir Üzel’in 1952 yılında yayınlanan (Gaziantep savaşının içyüzü) kitabının 78’nci sayfasında, (Antep Heyeti Merkeziyesi) başlıklı kısmın da babam hakkında aynen şöyle denmektedir:

(Özdemir bey’in muhaberat ve büro işini, harbin nihayetine kadar Haci Kadir zade Kâmil bey muntazam bir surette idare etmiş, muamelât ve muhaberatın bir makine kadar muntazam işlemesinde faal rol oynamıştır. Harbin sonunda elde edilen muhaberat evrakı, Kâmil beyin bu işte ne kadar mühim vazifeler görmüş olduğunu isbat etmiştir)

Gaziantep savaşlarında 8.8 920 ilâ 8.2.1921 tarihleri arasında 6 ay müddetle Gaziantep şehir içi kuvvetlerine başkumandanlık eden Şefik Özdemir beyin 21.3 1929 tarihinde kendi elyazısı ile yazılmış bir belgede de babam hakkında aynen şöyle demektedir. (Arzu edenlere bu belgeyi göstermemiz münkündür):

(1336 Senesinin Haziran ortasında Suriye harekâti Milliyesinden ayrılarak Gaziantep’e muvasalatımda 1 Nisan 1336 tarihinden beri, gerek Fransız, gerekse onlara iltihak etmiş bulunan Ermeni taşnaklarına karşı fiilen babı muhasamatı açmış ve 71 günlük şedit müsademelerden sonra, Ankara’nın emir ve tensibile onlarla 20 günlük bir mütareke akdile meşgul Antep Kuvayı Milliye heyeti müdafaası arasında efkârı umumiyeyi emri müdafaada şiddet ve terakkuza davet eyliyen ve ateşin nutuklariyle büyük bir azim ve zekâ sahibi olduğunu isbat eyliyen bir genç derhal nazarı dikkatimizi celbetmiş ve bu gencin de Antep şehrinin fabrika sahiplerinden ve erbabı yesardan Külekçi zadelere mensup olduğu anlaşılmıştır, işte bu Külekçizade Kâmil efendi, ateşin sevimli genç, Antep harbi’nin tâbidayetinden nihayetine kadar, aşkî vatanla mülemma, ateşin kalemi, keskin zekâsı, vazıh hitabesi, yılmaz iradesi, yorulmaz asabile, az zamanda kesbi teferrüt ve temeyyüz etmiş ileride bitarafane yazılacak Gaziantep tarihinin mümtaz simaları arasına geçmiştir.

Ben Antep müdafaasının başında bulunduğum zaman Antep şehrinde yegane bir müfkûre sahibi olan gençlerden yalnız Kâmil efendiyi görmüştüm. Velâkin mefkureyi vatanla çalışan başka gençlerde yok değildi. Fakat mümaileyh bunların arasında bir dürdane teşkil etmiştir.

İşte bu esvaba mebni idiki, bu gencinde kendisine göre o zamanlarda rakipleri ve hakkında efkârı umumîyenin hüsnü teveccühlerini çekemiyenler çıkmış, bu vatan gencini şayibedar etmek üzere kendisine o fevkâlâde zamanların halledemiyeceği bir takım istinagatta bulunarak, hatta tarafımdan tevkifine kadar isnadatlarında ifrat etmişlerdi. Fakat her hakikat gibi, az zamanda bu zat hakkındaki isnadın mahiyeti hakikiyeside meydana çıkarak, işte bugün izharı hakkı medar olmak üzere, kendisini vakti ile 1-2 gün kadar tevkifi emrini veren beni, bugün bu satırları yazmak için saygıyı vicdanım mecbur kılıyor.

Binaenaleyh vaktiyle mağduriyetini mucip olan bir emri verirken nasıl bir hissiyatı aliyeyi vataniya ile hareket etmiş isem; bugünde bu satırları yazarken aynı his ile mütehassisim; fakat fazla olarak birden vicdan borcumu ödemiş bulunuyorum. Her hakkı acılığına rağmen itiraf etmekte hiç şüphesiz bir şiarı insaniyettir.

Kâmil efendi’yi lekelemek istiyenler kendi nazarımda garaz ve şahsî sahibi küçük ruha malik insanlardır.

Bir gün gelecektir, bu gencin ismi Antep tarihinde bir mevkî bilendi işgal edecektir. Şu halde kendim için bir hakikati tarihiyeye bu satırlarımı iddihaf etmek mucibi vahır ve şereftir. 21.31929. Sabık Gaziantep Kuvayı Milliye kumandanı Şefik Özdemir)

1957 yılında, Gaziantep Kültür Derneği yönetim kurulunda vazife aldıktan sonra Gaziantep savaşı ile ile ilgili derlemeler yaparak kitaplar meydana getirirken; babamın 2 gün hapsedildiğini, savaşın sonunda Türklerin iki gurup olup şiddetli bir parti kavgasına giriştiklerini, bir gurubun diğerini casus lukla itham ettiğini öğrenmiştim. Bu konuda bilgisine müracaat ettiğim rahmetli babam, 1961 yılında savaşlar hakkında bana uzun bilgi vermiş ve bunların 1970 yılından sonra yayınlanmasını tembih etmişti. Ben ise bu hatıraların bir kısmını yukarda bahsettiğim iftira sebebiyle aşağıya özetliyerek almak zorunda kaldım. Babam Kâmil Yetkin demiştiki:

(Ben, Gaziantep savaşı sırasında şehir içi kuvvetleri Cepheler kumandanı Şefik Özdemir’in şifre ve sır kâtibi idim. O zaman bekâr olduğum için, gündüz ve gece vazife başında idim ve pek az zamanım evde geçerdi. Kumandanımın düşmanla, Ankara hükümeti ile, şehir dışı Türk kuvvetleri, Şehir içi Türk teşkilâtı ile olan yazışmalarını ben idare ederdim.

Düşmandan ve Ankara’dan gelen yazıların muhtevasından çok defa ilk önce benim haberim olurdu. Savaşın sonlarına doğru Mustafa Kemal paşa imzasını taşıyan emirlerde, asıl cephenin yunan cephesi olduğu; Yunanlıları Anadolu’dan kovduğumuz takdirde Güneydoğu Anadolu’nun da kurtulacağı, bu sebepten güneydeki kuvvetlerinde batı cephesine toplanması gerektiği bildirilmekte idi. Daha sonra gelen haberlerde ise, Fransanın Ankara hükümetini tanıdığı, Güneydoğu Anadolu’dan çekilmeyi kabul ettiği, dünya efkârı umumiyesi karşısında bir şehirden zorla çıkarıldı denmesin diye Antep’i geçici olarak Fransızların işgal etmeyi arzu ettikleri, anlaşılmıştı. Fransız kumandanlığından arka arkaya gelen yazılarda da, şehir içi kuvvetlerin teslim olması, işgalin geçici olacağı, Türk mahalli idaresine karışılmıyacağı belirtilerek, Ankara’dan gelen emirlere uygun bir ifade kullanılmakta idi. Şehir için kuvvetlerinin Antebi terkederek yunan cephesinde yer alması teklifini taşıyan Ankara hükümetinin emirleri halktan gizli tutuluyordu. Bilakis Ankara’nın pek yakında top, cephane, yiyecek ve ordu birliği gibi geniş ölçüde yardımlar göndereceği haberlerinin ısrarla yayılmasına önem verilmekte idi. Şehir içi Türk savaş idarecileri, Antep’imizi gönül rızası ile düşmana terketmeye bir türlü razı olamıyorlardı. Meseleleri M. Kemal Paşa gibi yurt ölçüsünde kavrayamıyorlardı veya kavramak istemiyorlardı. Bu sebepten her teslim teklifi karşısında Antep Heyeti Merkeziyesi sonuna kadar savaşmaya devam etme kararı vermekte devam ediyordu.

Aralık 1920 ayından itibaren Fransız kumandalığı Antep şehri civarında onbinlerce kişilik yığınaklar yaparak şehri tam muhurusuyu alma yolunda yürürken; Ankara hükümeti ise mevcit kuvvetlerini artırmıyor, yiyecek yardımı yapmıyor ve bilakis şehrin Türk muharipleri taragından terkedilmesi gerektiğini belirtiyordu. Ocak 1921 ayında şehirde açlık had safaya gelmişti halk kedi eti, at eti, acı zerdali ekmeği yemeye başlamıştı. Cephane yardımı durmuş olduğundan şehrin içinde birde silah fabrikası kurulmuştu. Düşman bombardımanından bir çok vatandaşımış ölmüş, birçok binalar harabe haline gelmişti. Onbinlerce Antepli civar köylere ve kasabalara göç etmiş, perişanlık içerisinde yaşamakta idi Ocak 1921 ayının sonlarına doğru soğuk bir kış günü, sabunhaneden çıkıp karargaha gelirken, kucağında ölü bir çocuk taşıyan bir kadının: (Oğlum, soğuktan ve açlıktan öldü) diye feryat ettiğine, yüreklerim parçalanarak şahit olmuştum.

Karargaha vardığımda, Heyeti Merkeziyenin önü; yiyecek, yakacak ve giyecek isteyen elliye yakın kadın ve ihtiyarla dolu olduğunu görmüştüm. Mustafa Kemal Paşa’nın emirlerini hatırlıyarak bu durum karşısında içim sızlamıştı. Bu arada Heyeti Merkeziye katiplerindeh rahmetli Ökkeş Kasapseçkinin, bağırarak halka bir şeyler söylediğini farketmiştim. Ökkeş Efendinin, Türk ordusunun geleceği günler pek yakındır, bu kadar sabur ettiniz bir kaç gün daha sabur ediniz dediğini işitmiştim. Elimde olmuyarak büyük bir heyecanla: (Artık yeter, yalan söyleme. Hakikati halktan saklama. Ordu gelmiyor. Teslim olmak zorundayız) diye bağırıdığımı ve o anda büyük bir kabahat işlediğimi de düşünerek yere çöktüğümü iyi hatırlıyorum. Bu sözüm üzerine kalabalık, büyük heyecana kapılmıştı. Ekmek isteyen halktan Ökkeş efendiye kaışı bağırarak yumruk sıkanlar çıkmıştı Bir an duraklayan Ökkeş efendi, bir şey söylemeden hiddetle başkumandan Özdemir beyin odasına koşmuştu Özdemir beyin odasının kapısı şiddetle açılmış, Özdemir beyle birlikte üç asker üzerime doğru gelmişlerdi. Özdemir bey beni askerlere göstererek sert bir sesle: (Şunu alıp götürün) demişti.

İki gün biro dada hapsedilmiştim. İkinci gün akşama doğru hapsedildiğim odanın kapısı açılmış ve Şefik Özdemir beş içeri girmişti. Çok yumuşak bir sesle: (Kamil, galiba sen haklısı, açlıktan düşmana karşı dayanmamızın imkanı her geçen gün azalıyor. Biz pek yakından Ankara’nın yolunu tutarak Antep’i terkedeceğiz. Sen ise iyi bir büro adamısın yaşın çok küçük. Antep’te kal. Düşmanla müzakerede seninde bulunman iyi olur. Bu konuda işte sana bir yazılı ebir veriyorum. Türk halkının idaresini Ermenilere bırakmamaya çalışın. Tür halkının menfaatlerini koruyun) demişti ve ağlıya ağlıya beni kucaklayıp öpmüştü. Türk muhariplerinin bir hücumla şehri terkettikleri 1921 yılının bir şubat günü Özdemir beyin emrine uyarak Fransızlara mütareke imzalıyacak olan Türk heyetine bende katılmıştım. Koleje vardığımızda Fransız kumandanları bizlere çok kibar davranmışlardı. Sanki biz muzaffermişiz gibi şartları biz ileri sürmüş, onlarda Kabul etmişlerdi: Ankara’ya bağlı mülki teşkilatın kurulmasına kadar devam edecek birkaç aylık zaman zarfında dahi, Fransızlar Türk mahallelerinin idaresine karışamayacaklardı. Türkler muvakkat bir mahalli idare kuracaklardı. Fransız birlikleri ile şehre yiyecek arabaları girmesi şartlarıda Kabul etmişti. Mütareke üzerine Düşman kuvvetleri, on bir ay süren bir savaşın sonunda Antep’e girmiş ve Türklerin idaresine pek az müdahale etmeş, ordusunu çekmiye başlamıştı.

Savaş sırasında düşman kuvvetlerinden gerek sayı gerekse silah bakımından en az on misli fazla idiler. On misli fazla olan düşman kuvvetleri kumandanları, Türk idareciler tarafından çıkarılıp yayılan çeşitli propağandalara her defasında inandılar, gerçek durumu göremediler. Türklerin kuvvetle savunabilecekleri Çınarlı gibi mevzilere hücüm ettiler. Türk kuvvetlerinin pek zayıf bulunduğu mevkileri keşfedemediler. Türk kuvvetlerinin ve şehrin askeri durumunu bilen 45-50 kişilik bir idareci kadromuz vardı. Bu idarecilerden eğer bir tanesi çıkıp vatana ihanet etse idi, Türk kuvvetlerinin gerçek durumunu ve mevzilerin düşmana haber verse idi, bizden on misli üstün bulunan düşman kuvveti şehrin bir gün içinde işgal edebilirdi. Çok şükür Allahaki Türkler içinde bir kanı bozuk çıkmadı. Savaş sonunda Türk mahkemelerinde bir tek Antepli dahi casusluktan gün giymedi. Fransız kumandanlarından Abadinin yazdığı (Türk Verdünü Gaziantep) isimli tarih kitabındada açıkça anlaşılacağı veçhile, düşman kumandanları Türklerin gerçek durumlarını bilmiyorlardı.

On bir aylık savaş neticesinde çoğu bombardımanda olmak üzere 6000 şehit verdik. 8000 binamız yıkıldı. Nuri Pazarbaşı gibi zenginlerimiz bugünkü para ile milyonları bulan servetlerini savaş uğruna harcadılar. 11 aylık savaş, Antepli zenginlerden zorla veya gönül rızası ile alınan sayısı milyonları bulan para ile yapıldı Neticede 9 asırdır devam eden Ermeni Türk çekişmesi son buldu Antep bölgesinde Türkler, tek başlarına kaldılar

Yukarda anlattığım olayların doğru olduğu, o tarihte günü gününe tutulan yazışmalar ve belgeler incelendiği takdirde anlaşılacaktır. Ankara ile muhabere belgelerini Genel kurmayda incelemek mümkündür. Heyeti Merkeziyedeki belgeler ise Fransızlar şehre girmezden Önce 8 çuvala doldurup saklanmıştı Halen bu belgelerin çoğu rahmetli Hüseyin înci’nin mirasçılarındadır. Bu evraklar incelenirse savaşın iç yüzü meydana çıkacaktır.

Evvela Türk mülki idaresi kuruldu ve sonra 25. Aralık. 1921 tarihinde de Ankara hükümetine bağlı muntazam ordu birliklerimiz Gaziantep’e girdiler. Kurtuluş savaşında çoğu bizzat halk içinden çıkmış şahsiyetler, şehrin siyasî kaderine hakim olmuşlardı. Savaştan evvel şehirde asırlardanberi söz sahibi olan eski aileler fertleri, Kurtuluş savaşı’ndan sonra da tekrar söz sahibi olmak isteyince, Halk Fırkası saflarında çetin bir çekişme başladı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında vaziyete hakim olan halk çocukları gurubu, karşı guruba veya kendilerinin emirlerine uymuyan fertlere karşı guruba veya kendilerinin emirlerine uymuyan fertlere karşı amansız şekilde şiddetli davrandılar. Çatışmalar siyasi cinayetlere kadar genişletildi. Emirlerine uymuyanlara günün modasına uyularak casus dahi denildi. Ben ise bir halk çocuğu idim. Halk çocukları tarafını tutmam gerekirdi. Fakat ben aynı zamanda çocukluğumdan beri bu milletin bütün fertlerinin bu vatanda hakkı olduğunu, herkesin söz sahibi olması gerektiğine inanan bir insanım. Halk çocukları gurubunun, başkalarına söz hakkı tanımayan tutumları karşısında, susup oturmadım. Beni ister istemez karşı guruptan farzettiler. Halk çocuklarına çatmamın çeşitli şekilde cezalarını da gördüm. Meselâ, Kurtuluş savaşı’ndan evvel Halep’te askerliğimi yaptığım halde, cihan harbi sebebiyle Halepteki kayıtların yok olmasından istifade eden muarızlarım, benim askerlik yapmadığımı iddia ettiler. Diyarbakır’da ikinci defa iki yıl daha askerlik yapmak zorunda bırakıldım

Seneler geçtikçe aile kavgaları eski sertliğini kaybetmiye ve bünye değişmeğe başladı.

Her geçen yıl birçok gençler tahsillerini tamamlayarak Gaziantep’e gelip yerleşiyorlar, şehrin kaderi üzerinde söz sahibi olmuya çalışıyorlardı. Yeni yolların yapılması, eşkiyalığın kökünün kazılması, emniyetin sağlanması, askerlik müddetinin kısalması, savaş olmaması gibi sebepler Antep ticaret ve sanayinin gelişmesini sağlıyordu Her sene birçok fakir aileler maddi durumlarını düzelterek, kimseye muhtaç olmadan yaşıyan orta tabakayı teşkil eden aileler arasına katılıyordu Yeni zengin olan fertler de tahsilliler gibi şehrin siyasi hayatında söz sahibi olmak istiyorlardı. Köylerimizin çoğunda da fıstık, zeytin ve bağcılık sebebiyle, şehirlilere ait toprakları da satın alan birçok köylü ailesi orta tabakaya destek olmaya başlamıştı.

Benim Gaziantep Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı bulunduğum 1944 yıllarında şehrin siyasi kaderi üzerinde söz sahibi olmak isteyen fertlerin sayısı binleri bulmuştu. Hülasa, Cumhuriyet idaresi Gaziantep gibi birçok yurt köşelerinde orta tabakanın kuvvetlenmesi neticesini doğurmuş; gelecekteki demokrasi idaremizin temelleri atılmıştır demiştir.

Hulusi YETKİN