Ahmet Asım efendi 1755 yılında Gaziantep’te doğdu. Babası Antep ülemasından mahkeme Başkâtibi Mehmet Cenani efendidir. Tahsilini memleketinde yapmış ve oranın âlimlerinden zamanının derslerini iyice ve mükemmel bir şekilde okumuştur. Türkçeyi, Arapça ve Farsçayı noksansız olarak öğrendiği gibi Fransızcaya da okuduğunu anlayacak bir derecede vukuf peyda etmiştir.

Ahmet Asım efendi diller bilgisiyle uğraşan şöhretli, büyük bir âlim ve lugatçı idi. “Kamus” u ve (Burhanı kat’ı) ı Türkçeye çevirmiş, böylece Arabi ve farisi öğrenenlere büyük bir yardımda bulunmuştur. Bu tercümeler, bilgisinin, çalışkanlığının derinliğini ve Türkçeye vukuf derecesini bütün açıklığı ile meydana koymaktadır.

Arapça ve Farsça kelimeler için bulduğu Türkçe sözler bugün bile kullanılmaktadır. İki büyük dilde sonsuz bir başarı gösterdiği gibi büyük bir Türkçeci olduğunu da delilleriyle isbat etmiştir. Bu alandaki hizmeti hiçbir vakit unutulmayacak kadar büyüktür.

Ahmet Asım efendi, (Kitab ı siyer) (merhil mâali fi şerhil amili) ve (Tuhfei Asım) adlarında üç eser bırakmıştır. Bunlardan başka vakanüvisliği sırasında (vaka-i Selimiye) unvanıyle bir tarih yazmış ve bazı şiirler söylemiştir. Ahmet Asım efendi aynı zamanda meşhur bir kasidenin şerhini muhtevi Arapça bir eser de tercüme etmiş ve bu gayretlerinden dolayı kendisine Mütercim lakabı verilmiştir.

Ahmet Asım efendi ömrünün yarısından çoğunu Gaziantepte geçirmiş, bu müddet zarfında müderrislik etmiş, mahkeme kâtipliğinde bulunmuş ve sonunda da mutasarrıf Battal zade Nuri efendinin divan kâtipliğini deruhte etmiş ve bu suretle politik hayata karışmıştır.

Nuri Paşanın İstanbul Hükûmetine karşı isyankâr bir durum alması üzerine öldürülerek malının zapdedilmesi hakkında padişahın fermanı gelince Antepte küçük bir muharebe kargaşalığı başlamıştı. Bu arada Ahmet Asım efendinin de ev eşyası ile kütüphanesi yağma edilmişti. Bu hengameye Kilistende katılanlar olmuştu. Bu tehlikeden binbir meşkulatla kurtulan Ahmet Asım efendi Kilis’e kaçmış ve bu suretle muhakkak bir ölümden kurtulmuştu.

Ahmet Asım efendi bu vak’a esnasında 34 yaşlarında bulunuyordu. Kilis’te kısa bir müddet kaldıktan sonra 1789 tarihinde İskenderun yolu ile İstanbul’a gelmişti. Az zamanda yavaş yavaş malûmatı ile o derin ilim muhitinde tanınmağa ve herkesten hürmet görmeğe başlamıştı. Bir taraftan inlemelerine devam ederken diğer yandan bilhassa tercüme ile meşgul oluyordu. İlk olarak yukarıda bahsedilen (Burhan’ı Kat’ı) ı dilimize çevirdi. Hüseyin Tebrizi’nin eseri olan bu lûgatı (Tıbyanı nefi der tercümei Burhanı Kat’ı) adile Türkçeye çevirdi ve 1796 da yani İstanbul’a gelişinden 7 yıl sonra ilim sever padişah üçüncü Selime takdim etti. Bu eşsiz tercümesiyle muhitin takdirini kazanan Ahmet Asım efendiye müderrislik payesi verildi ve bunu bir takım küçük vazifeler takip etti. Hülâsa bu eseri dolayısiyle tanındı ve kuvvei ilmiyesi anlaşıldı.

Yüksek bilgisi ve eserleriyle tanınmış, bu vadide şöhret yapmış olan zavallı Asım efendi daimi güçlüklerle karşılaşmıştır. Hattâ refah içinde bile yaşayamamıştır. İstanbul’daki meslektaşları kendini çekememişler ve hakkında fena telkin ve propagandalarda bulunmuşlardır. Bu nâhoş hal Asım efendinin mağdur olmasına yol açmış ve gereği gibi çalışmasına da mani olmuştur. Asım efendi her bakımdan iyi ve müsait şartlar içinde hayat geçirmiş bulunsaydı memleketine daha büyük hizmetler ifa ederdi. Bununla beraber elli Türk Büyüğü arasına girmiş ve muhalled eserler bırakmıştır.

Asım, Üçüncü Selimin himaye ve teveccühüne mazhar olmuş, bu suretle mutlak bir ihtiyaç içinde yaşamaktan bir parça kurtulmuştur. Vakavüsliği ve Süleymaniye müderrisliği padişahın acıma ve sevgisi sayesinde temin edilmişti. Ömrünün son devirlerinde ikinci Sultan Mahmut tarafından Selanik kadılığına tayin olunmuş ve orada iki yıl kaldıktan sonra yine İstanbula dönmüştür.

Ahmet Asım efendi 1819 da vefat ederek Karacaahmet mezarlığına gömülmüştür.

Şemsettin Sami beyin (Kamusül âlâm’)ın da Ahmet Asım’ın rumi 1230 tarihinde Selânik mevleviyetine nail olduğu ve Nuh kapısı kabristanında medfun bulunduğu yazılıdır. Asım efendi bu farisi lügattan sonra Mecdeddini Firuzâbadi’nin Arapça lügatını da Türkçeye çevirmiştir. Ahmet Asım’ın büyüklüğü ve ölmezliği iki büyük şark dilinin Türkler için yüz elli yıldan beri hala en esaslı müracaat kitaplarını meydana getirmiş olmasından ileri gelmektedir.

Bu büyük âlim ve müellifin bir hususiyeti de ilk yazımızda belirttiğimiz gibi dilimizde yeni bir çığır açması ve Arapça, Farsça birçok kelimelerin yerlerine öz Türkçe kelimeler ikame etmiş olmasıdır.

(Huduteli Gazetesinden)

11 Şubat 1960