Kaybettiklerimiz Büyük mutasavvıf, Kilisli Bilgin

Şehirleri değerlendiren hususların başında orada yaşayan büyük şahsiyetler gelir. Bazan bir kasaba ve bir şehir, bir tek şahıs demektir. Bu kişiler öylesine tesirli bir mânevi havaya sahiptirler ki... Anadolumuzda yer yer böyle hâs eserler bulunmaktadır. Bunlar çevresine nur ve huzur saçan, mübarek ve soylu kişilerdir. Gösterişi ve şöhreti sevmedikleri için kendi köşelerinden ayrılmazlar. Fakat yine de bir hayli geniş bir daire içindeki insanların gönçlerinde yer tutarlar, Yaşayışımızı renklendiren hayatın mânâsını daha iyi anlamamızı sağlayan bunlardır. Ne yazık ki, bu çeşit insanlar gittikçe azalmakta, sohbetler ise gittikçe tatsızlaşmakta ve zevksiz bir hâle gelmektedir.

Vefat haberini büyük bir üzüntüyle öğrendiğim Kilisli Mehmed Vâkıf Tazebay da böyle yüksek şahsiyetlerdendi. Kilis demek bence, biraz da o demekti.

«Şeyh Efendi» ve «Efendi Hazretleri» diye anılan bu mübarek zat, Kilis’in en mümtaz şahsıydı. Büyük bir bilgin ve mutasavvıf, engin ruhlu bir gönül adamıydı. Benzeri artık bulunmayan, eski devirlerin yâdıgârı bir kimseydi. Bir mâna âlemi mensubuydu.

Kilis’te hicri 1292 (Milâdi 1876) yılında dünyaya gelen Mehmed Vâkıf Tazebay’ın bütün ömrü okumak, etrafına tevzif ve ışık saçmakla geçmiştir. Babası meşhur şair ve mutasavvıf Şeyh Abdullah Sermesi gibi, kendisi de derin bir ilim kemâl ve fazilet üstün bir ahlâk, yüksek bir mânevi güç sahibiydi.

Fotoğraf: Gaziantep Ahmet Çelebi Camii İçinden Bir Görünüş

Babasını küçük yaşta kaybeden Vâkıf Efendi memleketin en ileri gelen bilginlerinden okumuş en iyi şekilde yetişmiş ve tasavvuf terbiyesi almıştı. Sonra İstanbul’a gelen ve gerek edebiyat gerek tıp sahasında şöhret kazanan Dr. Rifat Kardam onun medreseden sınıf arkadaşıydı. Meşhur bilgin ve edebiyatçı maullim Kilisli Rifat ile ayni nesildendir. Vâkıf Efendi de İstanbul’a gelseydi onlar kadar şöhret kazanacağı şüphesizdi. Belki o da hekim olurdu. Çünkü tıbba karşı büyük bir merak ve alâkası vardı.

Mehmed Vâkıf Tazebay hiçbir memuriyet almamış, geçimini ziraatle sağlamış günlerini okumakla geçirmiştir. Şehrin cenubunda ve dışındaki evinden hemen hemen hiç ayrılmamıştır. Şehre indiği, çarşı pazara uğradığı pek görülmüş değildi. Zamanının çoğu kitaplar arasında geçmiştir. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilirdi. Dini ilimler ve tasavvuftan başka, bilhassa edebiyatından engin bilgi sahibiydi.

Müstesna ve benzersiz bir ahlâkı vadi. Ancak eski gönül erlerinde görülen bir «hüsn-ü ahlâk». Her bakımdan kemâl mertebesinde ve tam bir itidâl halinde. Etrafındakilere daima güler yüzle şefkatle muamele ederdi. En sıkıntılı zamanlarda gönüle ferahlık ve huzur verirdi. Çünkü onun dergâhı ümitsizlik dergâhı değildi. Her gelen nasibini alır, teselli ve şifasını bulurdu. Her zaman güler gözleri biraz rekâketli, fakat çok tatlı konuşması ile gönülleri feth ederdi.

Son derece cömertti. Üstündeki başındakileri fakirlere verdiği çok olurdu. Bir kere postu iyi olur diye tiftik keçisi getirtmişti. Kesildikten sonra birisi derisini isteyince vermekte tereddüd etmemişti de etrafındakiler güç belâ mâni olabilmişlerdi.

Eşi bulunmayacak derecede temizdi. Maddeten ve mânen temiz. Hiç kimsenin üstü onunki kadar pâk değildi. Mâna bakımından ise, temiz adamların en temizi idi. Bir rûh-ı musaffa.

Onun kadar aydın ve ileri fikirli bir din adamı güç bulunurdu. Taassuptan uzak islâm’ın gerçeğine ve özüne en uygun bir anlayış ve görüşü vardı. Hurafelerin ve bâtıl inanışların tamamıyla karşısında idi. Müslümanlığın bir şekil değil, bir ruh ve manâ meselesi olduğuna ve buna uygun bir ahlâki davranışın bulunması lüzumuna inanıyordu.

Böyle bir din anlayışı üstün meziyetleri ve tam bir gönül eri oluşu, halk üzerinde çok geniş bir nüfuz itibar, saygı ve sevgi kazanmasına sebep olmuştu. Yalnız Kilis değil, Antep, Maraş ve öbür vilâyet ahalisi de ona bağlıydı. Bütün Güney ve Doğu Anadolu’da tanınmış idi. Cenazesine gelen cemaati camilerin almayıp namazının harman yerinde kılınması ona karşı duyulan sevgi ve bağlılığın derecesini çok iyi göstermektedir.

Rahmetli benim hocamdı. 24 yıl kadar önce 15, 16 yaşında bir lise öğrencisi iken ondan Farsça okumuştum. O yıl Almanların, Balkanlara inmesi dolayısıyla okullar Nisan ortasında tatil edilmişti. Önce Habib Efendinin «Hulâsa-i Rehnümayı Farisi» siyle başlamış sonra Şeyh Sa’dii Şirazi’nin “Gülistân”ını okumuştuk. İkinci yıl Hafız Divanının büyük bir kısımını okumuştuk. Üniversite birinci sınıfta bulunduğum senenin yaz tatilinde ise Sadi’nin “Bostan” mı göstermişti. İlk feyzi kendisinden almıştım. Bu yalnız Farsça öğrenmek bakımından değil, her bakımdan feyiz alış idi. Bunu hayatımın çok mesud ve şeref verici bir hâdisesi telâkki ediyor, kaderin bir lütfü sayıyorum.

Onun 4 Mayıs tarihinde ebedi âleme göçmesiyle Kilis “Efendi”siz kalmıştır.

Tanrının rahmeti daima onunla beraber olsun. Kilislilere bütün onu sevenlere ve değerli evlâdlarına baş sağlığı dilerim.

(Son Havadis)

Doç. Dr. Faruk K. TİMURTAŞ