(Geçen nüshadan artan)

‘’Haydi oğlum biraz da başka bahse girelim,’’

‘’Hiç canın sıkılmaz mı? Senin yalnız başına...’’

‘’Bekârmışsın, işittim seni evlendirelim.’’

‘’Kâhyaların bir bak ta kız kardaşına.’’

‘’Eğer ki beğenirsen bir bayrak kaldıralım.’’

‘’Bütün köy birleşerek bir düğün çaldıralım,’’

‘’Aslan gibi bir kızdır, her kolu tokmak gibi,’’

‘’Gözleri kayın, kayın yanıyor çakmak gibi’’

‘’Orak biçer tarlada Beşenin yeli gibi,’’

‘’Desteleri kalıçla bağlar kız beli gibi.’’

‘’Her iş elinden gelir bütün köyün kızları,’’

‘’Kendinin şakirdidir, nakış, dikiş işinde;’’

‘’Hem diker, hem diktirir, o kadınlar Hünkârı.’’

‘’Köy delikanlıları döş döğerler peşinde... ‘’

‘’Güzeldir, hem çok güzel... Bir tane bu ülkede,’’

‘’Kendisi bir ışıktır, onlar, bütün gölgede...’’

‘’Asıl senin harcındır, Kâhyalar kötü değil; ‘’

‘’Bunu sen şaka sanma, bir baba öğüdü bil!’’

‘’Yalnızlık zor bir iş, kimseler bir kâm almaz;’’

‘’Sayrılık var, her şey var, bu gençlik böyle kalmaz.’’

‘’Yemek yapmak dertleri o da ayrı bir fasıl,’’

‘’Ya bulaşık kabları, nasıl yıkarsın nasıl?’’

‘’Kör öldürme gençliği, al bir yosma rahat et!’’

‘’Yıllarını gün eyle günleri bir saat et!’’

***

Bu ihtiyar adamı ne kadar benimsedim;

Her gün gelir dinlerdim bunu böyle bilseydim…

Yemek hazırmış geldi, başka söze dalmadan

Evet, hayır; karşılık bir tek cevap almadan.

Gülerek gülüşerek üç horanta bi de ben,

Şimdi kadın söz aldı ve dikildi araya,

Geniş kalbli bu tiyze ah görmeli ne de şen,

Ne de tatlı bir dille kalbini serdi yere;

Şeker yaptı diliyle yağ, bağ oldu dağ, dere…

Oğlunun hocasını davet etmek bir miraz

Hem de büyük şerefmiş bugün kendilerine

Çoktan gelmek gerekmiş bu arzular yerine

Ne çare ki hep ölmüş tavukları giden yaz.

Beklerlermiş bugünü, doğursun da şu koyun

Hiç değil; et olmazsa bir ağaran bulunsun,

Şeker olsa ne eyi ağızın üzerine,

Pekmez varmış, zarar yok... durur onun yerine

O da zaten az kalmış, saklanmış bugün için,

Kaç gündür ellenmemiş, akşamlık öğün için...

Hiç aklımda kalmamış daha neler söylendi?

Daha neden bahsettik o sofracık başında?

Ne hoş geçti bu akşam, gamlı gönlüm eğlendi,

Başka lezzet bulmuştum, ekmeğinde aşında.

Yemek yendi çekildik, sofra meydandan kalktı.

Ben cığara sararken ihtiyar çubuk yaktı

Kadıncağız bu gece bülbül gibi ne şakrak?

Ne şeyler anlatıyor? Yanarak yakılarak!

Şimdi bak Hocafendi Mestan dayın seni, çok

Bilsen ne denli sever, methederler bir zaman.

Dün demişler arkandan muallimin dini yok!...

Bu onları susturdu, dedi!” bunlar hep yalan!’’

O çocuğun kalbini ilk görüşte anladım,

Oğlum olsun kendine içten gönül bağladım

Dışa bakan insanlar birdenbire aldanır;

İç te anlaşıldı mı, sonra pek çok utanır.

Küçük Mehmet te seni seviyor bilmem neden?

O, mektepten geldi mi? Konuşur daim senden

Bundan kaç gün evveldi baktım onda bir sevinç;

Gözlerinde parıltı, vücudcuğu çevik, dinç...

Anladıyor, gülüyor bir dürlü bitmiyordu,

Yaptığın o iltifat dilinden gitmiyordu.

Yazı dersimiş o gün yokmuş onun kalemi,

Sen bir kalem vermişsin! Mehmedime öyle mi?

Allah seni yaşatsın! Aziz olsun her çağın

Altunla gümüş olsun toprak deye aldığın

Söz, söz açtı, kaynaştık çok macera canlandı.

Bazan güldük, sevindik; bazan gözler kanlandı.

Ne de olsa neşemiz örterdi hüznümüzü;

Sanki gece sıyrılmış, gelmiş bahar gündüzü.

Anlamıştım bu çiftler en mesut anlarında

Her ne eksik var ise kapatmışlar yeryerin

Koyun kazıkta bağlı Mehmetse yanlarında

İçlerinden kaynaşan muhabbetse pek derin

Geçen yıl kilim yokmuş, işte kilim bulmuşlar,

Bir de kazan alarak tavadan kurtulmuşlar…

Bir tek noksan var imiş, bunların evlerinde,

Ah! o da olsa imiş her şey yerli yerinde;

Her bîr alât mükemmel şurda bakar dururmuş.

Ne fena şu idare daim akar dururmuş.

ihtiyar bu sırada “düşünme Meyrem!” dedi.

‘’Allahın gölünde çok şükreyle her dem’’ dedi.

İnşallah bu yaz da ben, kaparım o noksanı

Bir cıncık çıra alır, parladırım her yanı.

***

Buradan ayrılıp ta evime dönüyorken

Bir köpek havlayordu, uzak evin birinden

Bulutlar sıyrılmıştı, yıldızlar yanıyordu

Doğan mehtabı insan kar yağmış sanıyordu.

Seher vakti havayı titreterek bir fiğan

Aksetti kulağıma içerimi sızlattı

Sıçradım yatağımdan dışarıya o zaman

Bir korkuyla yüreğim oynadı tık, tık altı.

Tan yeri ağarmıştı, mehtabın rengini bu,

Yudum, yudum içerken yıldızlar sönüyordu.

Çağıltılar verirken çaydan akan billur su

Köy ise sis altında derin düşünüyordu...

Uzaklarda bir kadın kıyametler koparıp

Yevrim Mehmedim deye ağlayor yana yana;

Çınlatıyor bu feryad bütün etrafı sarıp

İnletiyor gökleri o bizim Meryem ana!...

Koşuşan yolculardan birine sordum:

— Ne var?

Bu feryad ne? seherden, bu kadın niçin ağlar?...

Dedi: “Mestan dayının evi çökmüş bu gece.’’

— Çapuk söyle! durma, tez anlat, nolmuş, netice

‘’Çocukları geçinmiş!” dedi yolcu yürüdü

Bu acı söz beni de arkasından sürüdü

Gözlerim bulutlandı, gönlüm karardı benim,

Akşamki şen yuvayı gözüm arardı benim;

O yuvanın yerinde bir yığın enkaz gördüm,

O neşenin yerinde acı bir avaz gördüm.

Yatırmışlar çocuğun ölüsünü avluya

Varmış sanki yavrucuk çok derin bir uykuya

Ana artık mahvolmuş ağlamaktan durmuştu,

İhtiyar yavaş sesle bir türkü tutturmuştu...

Ağlayarak söyleyor, inleyor ta özünden

Irmaklar akıdıyor fersizleşen gözünden.

Silmedim hatıramdan o günlerin yadını

Yazıyorum aşağı ben onun ağıdını:

‘’Felek bir ok attı bağrımı deldi’’

‘’Bu sefer sillesi çok yaman geldi’’

‘’Ortalık ağardı, güneş yükseldi’’

‘’Uyuma bu denli gel uyan yavrum!’’

“Bak oğlum evimiz örene döndü,”

“Bir fırtına esdi, çıramız söndü,’’

“ömrümün bana da sonu göründü.’’

“Uyuma bu denli gel uyan yavrum!’’

“Anan da diz çökmüş sana kalk deyor’’

“Ocağımız söndü onu yak deyor’’

“Koyunun meleyor, yemle, bak deyor.’’

‘’Uyuma bu denli gel uyan yavrum.’’

“Kime yalvarayım, Rabbim bu ne iş?’’

“Kimseden meded yok bari sen yetiş’’

“Mehmedi almaya Hocası gelmiş’’

“Geç kaldın okula gel uyan yavrum’’