Ayrılmaz dostumdu üzüntü, sizi;

Talihim kış imiş, bulamam yazı…

Güllerle süslenmiş güzel bir yerde

Ruhumda bedbinlik, gözümde perde.

Türlü kokuları saçsa çiçekler,

Mutlaka kendimi bir nezle bekler.

Düğün diye gitsem ben bir derneğe,

Sanki mahsus geldim, ölü görmeye…

Bu yılda bir evcik geçti elime,

Duymadım neşeden tek bir kelime.

Çok fakir adamdır evin sahibi

İçimden yanarım gördüğüm gibi;

Her zaman karşımda o canlı ölü,

Her zaman görürüm boynu bükülü...

Çıplak çocuklara bakar sıkılır,

Evin bucağına gider tıkılır..

Bahseder halinden çeker içini,

Tanrıya şekvacı, hem ona kini...

Eskiden zenginmiş, bağları varmış;

Küplerle peyniri, yağları varmış,

O zaman hatırlı adammış kendi;

Herkese verirmiş öğüdü, pendi

Şimdi azapları hep ağa olmuş,

Onların yanında kendi bir kulmuş,

Her vakit dinlerim bu ihtiyardan;

Talihim yoğrulmuş hep ahizardan...

Bir gün oğlan geldi dediki baba;

“Aşağı tarlada yaparken çapa

Bizim inek orda yayılıyordu,

Hacı Ökkeş geldi yanında durdu,

Bana dediki:

“İneğin yüklü!”

Bunu işitince o canlı ölü,

Başını kaldırdı,

Baktım ki neşeyle dolmuştu yüzü.

“Çok şükür acıdı Allahım bize..

Yoksa hep canımız inmişti dize.

İki aydır evde yağımız yoktur,

Daha bunun gibi saygımız çoktur;

İnek doğuracak oh! Yüklü inek!..

Her kaygı tükendi daha ne gerek?”

Bütün gün evde ineğin sözü,

Kovalar geceyi, çeker gündüzü.

Tek kirli gömlekli, baş’arı kabak,

Kız oğlan dört çocuk, hep yalınayak,

Bunlardda duymuşlar hazır haberi;

Bu kirli çocuklar o günden beri.

Öpüyor ineği ve seviyorlar,

Yavru gelsin diye çok övüyorlar…

İntiyar neşeyle der:

“Mehmet, sakın!”

İneğin doğurma günü pek yakın,

Yazık sen o kadar sıkma ineği,

İneğin yerine almış eşeği…”

Ayşe’ye çağırır:

“Kız sen bana bak!”

Her sabah ineği bir, iki yumak

Sıcakça hamur ver çünki hayvancık

Pek çok ağırlaştı bu günler artık…

Kıza döner derki:

“Yavrum Emine!”

Kurula ineğin altını yine,

Üzülmesin yazık yatıp kalkarken,

Sırtını darayın her sabah erken…

Bahar geldi bir şey doğmadı hala

Dillerde ineğin hep adı halâ

Bir gün hakikaten doğdu buzağı;

Kahkahayla doldu sol ile sağı,

İntiyar neşeli, kadın neşeli,

Çocuklar sevinçten olacak deli...

Bayıldım ne dersin bu manzaraya

Bende sevinerek vardım oraya;

“Gözlerin aydın ey, Hüseyin dayı!

Hamdolsun hep gördük bizde danayı,

Dişi mi erkek mi doğan buzağı?”

“Bir kızımız oldu güzel bayağı.”

Akşam üstü eve döndüğüm zaman,

Bir sükut kaplamış evi pek yaman;

Acı bir yes ile sordum onlara,

İşaret ederek o ihtiyara;

“Neye Hüseyin dayı boynun büküldü?”

Dedi:

“Duymadın mı? Buzağı öldü!..”

Ömer ÖZBAŞ