Daima şafaktan bir saat evvel öten horoz uzak bir evde yine öttü. Gündüzün ve gecenin en uzun en amansız saati başlamak üzereydi. Yatağı içinde dönüp duran Lor, üşümüş olmasına ragmen soğuk terler döküyor ve zaman zaman pencere aralığından günün ilk alaca karanlığını gözetliyordu. Yatığın üzerinde doğrularak etrafı dikkatle dinledi. Odanın öbür ucunda yatan küçük kız kardeşinin muntazam nefes alışından, babasının bitişik odadan gelen horlamasından ve ara ara ahırdaki ineğin solumasından başka bir şey işitmiyordu. Bütün ev halkı uyuyordu. Dul olan Lor yapayanlızdı.

Öyle bir dul ki aradan altı ay geçmesine rağmen halâ dul olduğunu Kabul etmiyordu. Nasıl Kabul etsin? Sen günlerce peşine koş, muvaffak ol ve bir cimri titizliğiyle eserinin üzerine titre, onu koru, kocanı her gün biraz daha kendine bağla, sonra da bir anda her şeyi kaybet. Hayır ben bir azize değilim! Insan melek olsa razı olmaz. Ben bile reddeder bunu kısa bir uykudan sonra bacak bir başka vücudu, gerdan görünmez bir eli arar. Ilk günlerin perişanlığı yerini acıya, isyana ve tahammülü daha müşkül bir huzursuzluğa bırakır.

Lor yataktan dışarı sarkarak:

- Luiz! Diye seslendi.

Uykulu bir ses

- Ne var? diye cevap Verdi.

- Hiç bir şey.

Fakat biraz sonra tekrar,

- Luizciğim uyuyor musun?

- Yatağına geleyim ister misin? Der demez yerinden fırlayan Lor yalınayak kardeşinin yanına koştu.

- Ne kadarda sıcaksın! Tedirgin olma Luiz.

- Demek uyuyamadın!

- Ben uyuyamıyorum. Sen uyu.

- Ah sen orada oldukça ben… genç kız esnedi, gözlerini ovdu ve Lora dönerek

- Bana bak hasta olacaksın. Kendine gel dedi.

- Kendine mi gelmek! Sen ne dediğini biliyor musun? Yoksa alay mı ediyorsun? Seni de görürüz. Benim gibi üç sene evlilikten sonra 25 yaşında yapayanlız kal sonra gel babaya yük ol. Bu ne ağırdır bir bilsen. Kocaları ilebirlikte yaşayan akranlarım bana acıyor görünüyorlar, halbuki ne kadar memnunlar! Hatırlar mısın? Evlenip Parise gittiğin zaman hepsi kıskançlıktan çatladılar. Benim de kendileri gibi bir köylü olarak burada kalmamı isterlerdi.

Luiz,

- Öyle ama diye mırıldandı, eğer burada kalmış olsaydı vaziyet değişirdi.

- Gübre koklamak, hayvanlaşmak için mi? Sonra da gelip onu elimden alsınlar öyle mi?

- Biliyorsun. O Paris’e gitmeyi senin kadar arzu etmiyordu.

- Etsin etmesin ne yapmak lazım geldiğini ben ondan daha iyi biliyorum. Biz kadınlar erkekleri dinleseydik halimiz harap olurdu. Hele o en son konuşanın fikrini kabul ederlerdi. Başka kadınlar gelip bana “ senin kocan ne kadar zeki bir adam” diyorlardı. Zeki mi haşa! Ak zaafın ta kendisi idi. Onlarla konuşur, gülüşür ama hilelerini sezmezdi. Hadi hadi onu Paris’ götürmekle çok iyi ettim. Luiz, mırıldanarak:

- Ama dedi, senin Paris’in onun ölümüne mani olamadı. O zaman Lor öfkeli, öfkeli

- Bu mülevves onu elimden alacaklarına orada ölmesi daha iyi oldu diye bağırdı. Komşu odadan babaları duvara vurarak:

- Haydi uyuyun daha sabah olmadı diye seslendi. Lor belki de söylediklerinden utanarak sustu. Sonra bir türlü zapt edemediği ateşli, muannit ve zaman zaman titreyen sesiyle:

- Tam üç sene o benim oldu. Çirkefler elimden alamadılar ya... Paris’te insan çok görür ama kimseyi tanımaz. O işinden döndüğü zaman yemeği yer hava iyi olursa gezmeye giderdik. Kol kola yürür etrafı seyrederdik. Geceleri ve pazarları hiç bir yere çıkmaz, odamıza kapanırdık.

- Hiç canı sıkılmaz mıydı?

- Neden sıkılacakmış? Yanında ben vardım. Baş başa verip cihanla alay ederdik. Bana yuvamız ne mükemmel değil mi küçük kraliçem, diye sorardı.

- Tabii sinemaya giderdiniz?

- Evet ama para harcamak için! Yoksa sinemada ne işimiz var? Odamızdan yatağımızdan memnun olmadığımızı mı zannediyorsun? Baş başa veren bir kadınla bir erkeğin ne ifade ettiğini sen bilmezsin.

- Aklımın yettiği kadar bilirim.

- Şuna bak! Nereden bilecekmişsin? Daha on yedine bile girmedin. Göğüslerin yeni yeni kabarıyor. Bırak bakayım. Elini genç kızın gömleğinin altına sokarak alaycı bir tavırla:

- Seni çapkın seni dedi, henüz fındık büyüklüğünde.

- Ama herkes öyle demiyor.

- Herkes mi dedin? Herkesten kastettiğini öğrenmek isterdim.

- Uzağa gitmeyelim. Kocan bile tatillerde beni köşe başında yakalar

- Hadi oradan yalancı! Etrafında pervane gibi dönüyordun. Ben kocamı bilmez miyim. O ne kadar temiz bir adamdı. Cevap ver bakayım! Sana o ne yaptı ne söyledi.

Luiz yorgun bir halle:

- Bana bir şey yapmadı ama yapmak istedi. Söylediklerine gelince bu seni alakadar etmez.

- Alakadar etmez mi? Babama söyleyeyim senin terbiyeni versin.

- Kime istersen söyle bana vız gelir.

- Peki öyleyse görüşürüz.

- Beni rahat bırak! Benden ne istiyorsun? Evlenirsem senin gibi kocamı eve kapayıp beni sevmeye zorlamayacağım. Hoşuna gittiğim için beni sevecek. Sonra sustu ve duvara dönerek ağlamaya başladı. Günün ilk ışıkları odayı yavaş yavaş aydınlatmaya başlamıştı. Muzdarip, müşfik, kıskanç Lor kız kardeşinin sarsıla sarsıla ağladığını görünce elini onun omzuna koymak istedi. Luiz kaçındı. O zaman Lor ciddi bir sesle:

- Dinle, dedi sana acıyorum. Erkekleri tanımıyorsun.onların itimat edilmez tatlı dillerini kandırmak için kullanırlar. Seni öperler, fakat arkadan başka bir kadın ararlar. Seni öperken,

Luiz hıçkırarak:

- Sus! Diye bağırdı.

- Bunları senin iyliğin için söylüyorum. Hayal kurmaktan vazgeç Aşkı sihirli bir şarkı olarak tasavvur ediyorsun. Sihirli bir şarkı ha? Bir meydan muharebesidir. Aşk bir... seni anlıyorum ben de senin gibi düşünürdüm. Kendi kendime...

Luiz birden doğrularak:

- Sus! Diye tekrarladı. Ablasının karşısına dikilip: Doğru bir genç kadın gibi hareket etmedin. Her şeyi hesaplıyor bir örümcek ağı gibi onu avcunun içinde sımsıkı tutuyordun. Bir kadınla konuştuğunu görünce kıskaçlığından deliye dönüyordun. Halbuki kocanın bronşitten mustarip olduğunu ve Safiye’de kalması icap ettiğini biliyordun. Sana bir şey söyleyeyim mi? Sen buna müstahaksın... oh oldu!

Gözleri dönen Lor kız kardeşine bir tokat indirdi ve sonra elini ihtilaçla sıktı, boynuna göğsüne götürdü. Bir taraftan kardeşinin elini öldürürcesine eziyor, diğer taraftan boğuk bir sesle:

- Sen anlamıyorsun, anlayamazsın Luiz diye haykırıyordu. Çocuk şaşkın şaşkın

- Beni bırak Lor, ne yapıyorsun? Diyordu.

Neden sonra elleri gevşedi, fakat Luiz saçları dağılmış,gözleri büyümüş yrı ürkek yarı düşünceli asık suretiyle olduğu yerde mıhlanmış duruyordu. Sonra yavaş yavaş elini yorgandan çıkardı saçlarını okşadı ve derin bir nefes aldı. Artık gün ağarmıştı zayıf bir ışık aynada yansıyor ve karyolanın bakır kürelerini aydınlatıyordu. Sokakta bir atın ayak sesi duyuldu.

Luiz:

- Klakmak lazım diye mırıldandı.

Dirseklerini yastığa dayamış olan ablası duvardaki çiçek resimlerini manasız boş bir bakışla seyrediyor, çelik yüz hatları oyuk yanakları, açılıp kapanan burun delikleri ile hem yorgun hem de her zaman ki muhteris gözüküyordu. Acınacak bir sesle:

- Söyle Luiz diye sordu. Sana kur yapmadı değil mi?

Luiz :

- Yok canım, dedi. O kadar üstünde durma.