Antep’in Nizip kazasına bağlı (Barak) nahiyesi merkezindeki eski Kargamış harabesinden mühim bir eserin Ankara Eti müzesine nakline memur olarak cenup demir yolile Gaziantep’e geldim. Cenup vilâyetlerimizden 6 sını kaplıyan Adana mıntıkamızın bu önemli noktasında ve 1941 yıl başında giriştiğim bu işbaşı bir ay süren çalışmalarımla, Ankara müzesine çok kıymetli bir eser kazandırdı.

Arkeologların Kubaba adını verdikleri Kargamış kabartma heykeli, tamamen çıplak, kanatlı bir kadın ve yanı başında Eti Hiyerogliflerile çevrili geyimli bir kral tasvibini taşıyan kabaca kireç taşından, üç dört ton sıkletindedir. Uzun yüz yıllar toprak ve açık hava altında yıpranarak, birkaç parçaya ayrılmış olan taşların Kargamış istasyonuna dekovliler ve lori-ray arabası ile nakli haylı zor ve ağır olmuştur. 1941 Ocak ayının birinde başlıyan bu iş 24 ünde tamamlanmış ve eser vagona yerleştirilerek Ankara Eti Müzesine sevkolunmuştur.

Hitit İmparatorluğunun, Fırat kenarında, mühim merkezlerinden birisi olan eski Kargamışta zamanımıza intikal eden yüzlerce abideler müzelere taşına taşına ancak bu son parça kalmıştı. Bundan başka harabelerde, nakli imkânsız denebilecek ağırlıkta bir kaç kabartma daha vardır; fakat Kubaba heykeli, tarihî kıymet itibarile çok mühimdir.

Kubaba kimdir?

Bunun hakkında değerli bir eser yazmış olan Ankara Dil, Tarih, coğrafya Fakültesi profesörlerinden Dr. Georg Rahde’nin, Ankara Halkevi tarafından 1940 tarihinde ve 23 sayı ile neşrettiği kitabından bir kaç satırla bilgi vermek isterim:

(Kayseri’nin Kültepe çivi yazılı tabletlerinde adı geçen Kubaba, Eti metin ve anıtlarından (Chepat), yahut (Arinna)’nın Güneş İlâhesi diye tanınan büyük bir Anadolu olduğu anlaşılmıştır. Bu İlâhenin mümeyyiz vasfı, büyük bir İlâhe olması, yani teabbüdü aslî olan yerlerde tek başına hâkim olması ve yanında ancak kendi erkek arkadaşına ve ona hizmet eden İlâhlara müsamaha etmesidir. O, Büyük (Ana)’dır. Hayvanlar ve bilhassa insanlardaki feyz ve bereket ondan çıkar. O doğum ve ölüm kanununa tabi olan her nevi tabiî hayata hâkimdir. Ve herşeyden önce (O, aşk hayatının sevk ve muhafaza edicisidir.) ve her türlü hayatın sonu ölüm olduğundan o, aynı zamanda ölülerin İlâhesi, yorgun bedenleri kucağında saklıyan bir valide ve kabirlerin hamisidir. Ve böylece Greklerde Anadolu Ana İlâhesinin varlığının, aşk İlâhesi (Afrodit) e, avcı ve hayvanlara hâkim (Artemis)’e ve Ana toprak ile ölülerin saklayıcısı gibi çift vasfa malik (Demeter) et emsil ettirilmiştir.

Grekler, evvel emirde bunu (İlâhların anası) yapmakla analık vasfına daha kuvvetli bir ifade vermişlerdir. O, bilhassa Zeus, ün de anasıdır. Zeus’un anasına: Giritte: (Rhea) adı ile taptıklarından Ana İlâheye bu son ad da takılmıştır... Orta Anadolu-Firikya’da bu İlâhenin namı: (Kübile, Sibele, Kibele) şekillerinde söylenirdi. Pessinus-Ankara civarındaki Balâhisar- de, İlâhenin yanında sevgilisi (Attis) bulunuyordu. Ananevî bir bilgiye göre Attis, Firikyalıların Zeüsü imiş..

Kubaba’nın saltası altında olan devletin başında iki büyük rahip bulunuyordu. Bunlardan birisi daima İlâhe Attis’in adını taşırdı. Bunların maiyyetinde, kalabalık dinî personel ve bilhassa (Gollio) adlı, hadım edilmiş papazlar taifesi mevcuttu. Daha doğrusu bu papaslar, dini vecdin yüksek noktasında bu hadimlik ameliyesini bizzat kendi üzerinde yaparlardı. İlâhenin büyük ilkbahar bayramı, bu vahşi hadiseler sayesinde karekteristik veçhesine malik olurdu. Flavta ve davul çalmak ve madenî kapları biribirine vurmakla vecde getirilen Galloi’lar, âyin alayı esnasında karşılıklı olarak birbirini yaralar ve kamçılarlardı. Bunların dinî heyecanı seyredenler üzerinde her defa sarî bir tesir yapardı. Meselâ: Bir seyirci Gallio’ların sürüsü içine atılır, mukaddes taş bıçağını eline alır ve kendi üzerinde kurbanını tatbik eder ve bu yüzden büyük İlâhenin tasdik ettiği kimselerden birisi olurdu. Zira Kibele’nin eşi (Atlis) ilk defa olarak, bizzat bu kurbanı – yani erkeklik uzvunu- vermişti.

Nihayet Efessüs’deki Artemis, Yunanistan’daki Afrodit, Roma’daki (Asterte Venüs) ile bunların erkek eşleri olan Apollon, Adamis ve bunların esatirî menkıbeleri bir noktada birleşirler ki bu da doğurucu ve doğurtucu tabiatın tasdikidir.

İşte, esatirî devirlerde Yer Ana ibadetinin menşeini teşkil eden Natürizm’in mukaddes bir timsali olan Kubaba, üç bin senelik meskenden nakli mekân ettirerek, şimdi Ankara kalesi eteğinde, Eski bedestenden meydana getirilen (Ankara Eti müzesi) nde yer almış bulunmaktadır.

(Başpınar’dan) 1943