1968 yılında Gaziantep Kültür Derneği Gençlik kolunun düzenlediği: (Az gelişmiş ülkeler nasıl kalkınabilir? konulu seminerde Hulusi Yetkinin yaptığı konuşmayı toplantıda bulunan bazı okuyucularımızın isteği üzerine dergimizde yayınlıyoruz.

İLİM VE TEKNİK NASIL TEŞEKKÜL ETTİ?

İnsan oğlunun bir buçuk milyon seneden beri yeryüzünde yaşıdığı ilim adamlarınca ifade edilmektedir. İngiliz filozofu Bertrand Ruselinde belirttiği gibi, insanın yeryüzünde bulunmasının bir buçuk milyon senelik tarihine rağmen, medeniyet ancak 6000 sene evvelinden başlar. İnsanın bu bir buçuk milyon senelik hayat tecrübesinden edindiği basit ve iptidâide olsa bazı bilgilerinin bulunduğu ve bunları 6000 sene evvel icat ettiği yazı vasıtasıyla tesbit ettiği bir hakikattir. Taâ eski devirlerden, bundan 300 sene evveline kadar insanların bu bilgileri edindikleri, bilgilere daima bir şeyler katarak, kendilerinden sonra gelen nesillere aktardıkları muhakkaktır. Asırlar süren bilgi birikmesi neticesinde, bundan takriben 300 sene evvel bugünkü anladığımız manada, modern medeniyetin temelini teşkil eden ilim teşekkül etmiştir. Bundan takriben 150 yıl evvelde ilmin hayata tatbikinden doğan teknik devri başlamıştır. Son 150 yıldan beri her geçen yıl İlim ve teknik, baş döndürücü bir süratle İnkişaf etmektedir.

İLİM VE TEKNİĞE DEĞER VEREN ÜLKELER GELİŞMİŞTİR

Araştırmalar göstermiştirki:

İlim ve tekniğe büyük değer veren milletler, rejimleri ne olursa olsun kal kınmışlar ve hayat seviyeleri yüksek milletler haline gelmişlerdir. Bugünkü dünyada kapitalist Amerika ile komünist Rusya’nın rejimleri, birbirine zıt olmasına rağmen, Amerika ve Rusya çok gelişmiş ülkelerin başında sayılmaktadırlar. Feodal bir rejime sahip Japonya, demokratik İngiltere, İsviçre, Sosyalist İsveç, kralcı Hollanda ve Belçikanın rejimleri birbirinden çok farklı olmasına rağmen, ilim ve teknike verilen önem ve ilim zihniyetine sahip insanlar sayesinde gelişmiş ülkeler arasına katılmasını bilmişlerdir.

On sekizinci ve on dokuzuncu asırlarda ileri gitmiş ülkeler, dünyanın geri kalmış birçok ülkelerini hakimiyetleri altına almışlardır. Fakat zamanla Birinci Cihan savaşını takiben ve bilhassa ikinci Cihan Savaşından sonra ileri gitmiş ülkelerin boyunduruğunda yaşayan milletler, yavaş yavaş bağımsız duruma gelmeye başlamışlardır.

Kısa zamanda birçok yeni bağımsız devletler doğmuştur. Bu yeni devletlere üçüncü dünya, veya az gelişmiş ülkeler veya geri kalmış ülkeler de diyenlerimiz vardır. Halen diğer ulusların boyunduruğu altında yaşamak zorunda kalan milletlerin de pek yakın bir gelecekte bağımsızlığa kavuşacakları anlaşılmaktadır.

YÜKSEK İSTİDATLI İNSAN GÜCÜNE ÖNEM VEREN ÜLKELER GELİŞMİŞTİR

Bugünkü dünyada milletler belli başlı iki büyük bloka ayrılmışlardır. Batı bloku dediğimlz devletlerin başında Komünist Rusya ve Kızıl Çin bulunmaktadır. Her iki blokda kuvvetini, ilim ve teknikten, yüksek istidatlı insan gücünden aldıkları görülmektedir. Birçoğu son yıllarda siyasî bağımsızlığa kavuşmuş az gelişmiş ülkeler de, rejimleri ne olursa olsun, tıpkı çok gelişmiş ülkeler gibi, ilim ve tekniğe önem verdikleri, yüksek istidatlı insan gücüne sahip oldukları takdirde kalkınacakları müşahada edilmektedir.

Memleketin kalkınması bakımından bizim için mühim olan şu veya bu ikti sadi rejim değildir, bizzat kalkınmanın kendisidir. Bu da ancak bir memleketin insan gücünü en verimli bir şekilde kulanmak üzere yetiştirilmiş olmasıyla mümkündür. İnsan unsurunu ihmal eden, ona modern cemiyetin icaplarına, yapılması ve halledilmesi zaruri vaziyetlere problemlere göre yetiştirmeyen bir cemiyette de hangi iktisadi nizam ve rejimi kabul ederse etsin yine kalkınamayacakları görülmektedir. Yüksek istidatlı insan gücünün geliştirilmesi, gelişmiş ülkeler olduğu kadar yeni endüstrileşen dünya milletleri içinde, millî ilerlemenin temel şartıdır. Gelişmemiş memleketlerin stratejik insan kaynaklarının başarı ile yetiştirilmesi, ilerlemiş memleketlerin yapacakları yardıma bağlı kalacaktır. Endüstrileşmekte olan memleketlerin, sevk ve idareciler, mühendisler ve teknik personel bulmada veya bunların yetiştirilmesi için gereken her türlü fedakârlığı yapmaları gerektiği anlaşılmaktadır.

GELECEK YILLAR İLİM VE TEKNİĞİNDİR

Bugünkü insanlık yine yeni ve muazzam bir inkişaf hamlesi karşısında bulunuyor. Dünya hayatında yeni bir çığır açılmakta, yeni bir devir başlamaktadır. Bu hızlı gelişme devam edecek olursa yakın bir gelecekte ordular harp etmeyecek, makinalar, onları yapan ve idare eden mütehassıslar ve ilim adamları çarpışacaktır. Hangi taraf ilimde daha ileri ise, savaşı o kazanacaktır. Yarının dünyasında belki büyük ve küçük millet diye bir tasnif yapılmıyacak, söz, ilmin ve tekniğin olacağını gösteren olaylar cereyan etmeye başlamıştır.

AZ GELİŞMİŞ ÜLKE NE DEMEKTİR?

Profesör Mümtaz Turhan Atatürk İlkeleri ve Kalkınma eserinin 92’nci sayfasında diyor ki:

1964 yılında Atinada toplanan milletlerarası bir kongrede dinleyicilerden biri az gelişmiş bir ülkenin tarifini istedi. Konuşmakta olan bir tebliğ sahibi bu isteği şu şekilde karşıladı. Eğer bir memleketin geliri, nüfusuna taksim edildiğinde adam başına 320 dolardan daha az düşüyorsa, o memleket geri kalmış bir memlekettir. Bu tarifi tatmin edici bulmayan Sosyolojik temayüllü bir üye: O halde Kuveyt, oldukça ileri bir memleket sayılabilir, diye işaret etti ve gülüşüldü.

Bir Alman iktisatçısı fazla yatırım ihtiyacının geri kalmış bir memleket için iyi bir müş’ir olabileceği tezini iIeri sürdü. Bu da bir hayli münakaşadan sonra ittifaka yakın bir çoğunlukla red edildi. Buna benzer diğer birkaç tarif de rağbet görmedi. Neticede şu tarif üzerinde birleşildi. "Esas, ana problemlerinin nelerden ibaret olduğunu göremeyen ele aldığı meseleleri lâyıkıyle halledemiyen bir memleket, geri kalmış bir memlekettir.

Geri kalmış bir memleketin sayısız denecek derecede çok ve çeşitli ihtiyaçları, yapacağı şeyleri, yani problemleri vardır. Bu problemleri hal için rehber kim ve ne olacaktır?

Büyük Atatürk, rehberin kim ve tutulacak yolun hangi yol olacağını veciz bir şekilde tâyin etmiş bulunuyor: “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir’’

Şevket Redo, Hayat mecmuasının 5-8-968 tarihli nüshasında diyorki:

"Az gelişmiş memleketler, kendi dertlerine kendi münevverleriyle çare bulamayan memleketler” olarak tarif edilmektedir. Dünyanın bütün geri kalmış memleketleri ilim adamlarını, aydınlarını vaktinde yetiştirememiş, ilim zihniyetinden mahrum derme çatma okumuşların elinde kalmış memleketlerdir.

Bugün az gelişmiş, bu yüzden iktisadi sıkıntılar içinde bunalmış, mali zorluklarla pençeleşen; istihsalini artıramadığı için insanların hayat seviyesini bir türlü yükseltemeyen; huzursuzluklar arttıkça ihtilâlden ihtilâle yuvarlanan memleketlere bakınız! Asyada, Afrikada yeni istiklallerine kavuşmuş bir sürü memleket sağdan sola, soldan sağa yalpalayıp duruyorsa, ikide bir ihtilâllerle tepe taklak olup ekipler birbirini kovalıyor, insanlar boğazlaşıyorlarsa bu oralardaki hakikî aydın kılığının iyi yetişmiş idareci yokluğunun bir neticesidir.

Ne yazıkki vaktinde hakiki ilim adamlarını, zamanın istediği mânada münevverlerini yetiştirmemiş memleketlerin arasında bizde varız. İlim bir metoddan ziyade bir zihniyet meselesidir. İlim zihniyetini benimsememiz gerekiyor.

ATATÜRKÇÜLÜK NEDİR?

Bugün Türkiye geri kalmış bir memleket sayılmaktadır. Afrikadaki Buşman’ın, Yeni Ginedeki Yamyamın, Güney Amerikada yakın zamanlara kadar çıplak gezen Fujililerin ve daha bir sürü vahşi ve yarı vahşi ve ibtidâi kavimler topluluğunun arasında yer tuttuğunu iddia edenler var. Halbuki o Türkiye bundan iki asır evveline kadar dünyanın en büyük imparatorluklarından ve en kuvvetli devletlerinden birine sahipti.

Bazı milletlerin ilme ve tekniğe gereken önemi vermesi sonucu dünya muvazenesi değişmiş, Türkiye zamanla geri kalmış bir topluluk durumuna düştüğü müşahade edilmektedir. Şüphesiz ikinci derecede başka sebeplerde vardır. Fakat en önemli sebep ilim zihniyetinden uzak olmamız, Türkiyeyi geri koyduğu anlaşılmaktadır.

Eğer Atatürk’e bu hususta hakikaten samimi olarak inanıyor, bağlı bulunuyor, O’nun tayin ettiği rehberi ve yolu kabul ediyorsak, ilmin sözünü dinlememiz ve dediklerini tutmamız lâzımdır.

Bütün geri kalmış memleketler gibi Türkiyenin de kalkınma ve ilerlemesindeki aksaklık, bu mevzuda birinci derecede rol oynuyacak olan ilme lâyık olduğu ehemmiyetin verilmemesi, onun mahiyetinin iyice bilinmemesi ve cemiyet üzerindeki muazzam tesirlerinin kavranmamasından ileri gelmektedir. Birçok ilim adamına göre: (İlim, gerçeğe sadakatle bağlı kalarak, vâkıa ve hadiseler arasındaki münasebeti sistemli müşahade ve tecrübe vasıtasıyle tesbit etmektir.)

Büyük Atatürk, ilme verdiği büyük önem yanında sosyal adalete dayanan bir demokrasi rejimine de büyük önem vermiştir. Atatürk, yapmış olduğu devrimlerle, Türkiye’de sosyal adalete dayanan demokratik bir rejim kurmak için gerekli ortamı hazırlamaya çalışmıştır.

1961 ANAYASA NİZAMIMIZ NASILDIR?

Bugünkü anayasamız rejim olarak sosyal adalete dayanan demokratik yolu seçmiştir. İktisadi yolumuz sosyalist veya kapitalist yola değil karma ekonomiye dayalıdır. 1961 Anayasamızın kapıları her türlü doğmalara kapalıdır.

PEŞİN HÜKÜMLÜ DOĞMATİK FİKİRLERİ BENİMSEMEK DOĞRU DEĞİLDİR

Her insan, yaratılışı icabı, hürriyet, mülkiyet, aile, din, milliyet ve insanlık gibi yüksek değer ve duygulara o derece bağlıdırki, sadece karnını doyurmak hesabına da olsa kimse bunlardan feragat edemez. Yeni Anayasamız insan yaradılışına uygun bir nizam getirmiştir. Yeni anayasamızın bazı kusurlarına rağmen kıymetini bilmeliyiz.

Profesör Mümtaz Turhan sosyalizm konusunda diyorki:

(Bizim için sosyalizm sadece bir iktisadi nizam olmayıp aynı zamanda bir idare rejimi ve bir dünya görüşüdür. Sosyalizmde diğer bütün kollektif rejimler gibi tek taraflı, determinist veya materyalist bir görüşe sahiptir. Fikir hürriyetine hudut tanımıyan demokrasi ile sosyalizmin bağdaşması mümkün değildir. Zira ergeç fikir hürriyetini tehdit etmeye, kendi görüşünü hâkim kılmaya çalışacaktır.) Görülüyorki sosyalizm, peşin hükümlü doğmatik fikir sistemlerinden biridir.

SONUÇ:

İnsan oğlu bugünkü bilgisi ile Dünyanın, kâinatın, hayatın sırlarından pek azını bilmektedir. Pek yetersiz bilgilerle kurulmuş peşin hükümlü İktisadî bir nizama, bir idare rejimine ve bir dünya görüşüne insanoğlunun takılıp kalması, insanlığın hızlı ilerlemesine engel olmuştur ve olmaktadır. Peşin hükümlere inanmış insan kütlelerinin ve idarelerin, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı giriştiği kötü davranışların tarihte sayısız örnekleri mevcuttur. Bugünkü dünyamızda insanların büyük kısmı eskiden olduğu gibi maalesef peşin hükümlü, kalıplaşmış bazı fikirlere inanırlar. Peşin kükümlü eski insanların inanışlarıyla alay ederler. Geleceğin insanlarının da kendileriyle alay edeceklerini düşünmezler. Bugün kendisi gibi düşünmeyenlere karşı düşmanca davranan, baskı altında tutmak isteyenlerin dünyasında yaşıyoruz. Halbuki tutacağımız yol, ilim ve teknik olmalıdır. İlim ve teknike verdiğimiz önem fazlalaştıkça, hayatın, dünyanın ve uzayın bilinmeyen sırlarını daha çok çözebileceğiz, insanlığın daha mesut yaşaması için daha iyi şartlara kavuşmamız mümkün olacak Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün sözlerini hep beraber tekrar edelim:

‘’Hayatta en hakiki mürşid ilimdir”

Konferansı hazırlıyan:

Hulûsi YETKİN