Teknik kalkınmanın en önemli elamanlarından olan Sanat Enstitüleri son yıllarda umulmadık bir sayıya yükseldi. Bu artışı kıymetlendirebilmek için Rönesanstan beri bizde ve Avrupalılarda vukua gelen ilerleme ve gerilemeleri genel olarak gözden geçirmelidir.

Rönesansla beraber insanlığın tabiata dönmekle yükseleceğini idrak eden Avrupa her koldan tabiatı tetkike koyulmuştu. Kilisenin direkleri temellerinden sarsılmış, din yerini tabiata terketmişti. Tabiata dönüş kilisenin bütün aksi tesirlerine rağmen büyük bir hızla ilerliyordu, kısaca ahrete çalışan insanlık, kendine, çalışmanın en uygun yol olduğunu ilerlemenin, saadetin tek sırrını anlamış bulunuyordu.

Galile, Nevton ve Kepler'in kurdukları kanunların doğrulukları gün geçtikçe anlaşılmış, kilisenin Engizisyon mahkemelerine rağmen keşiflerin zaman bakımından arası pek kısalmıştı. Avrupa artık yürüyeceği en emin yolu bulmuştu. Zaman artık Avrupalıların lehine çalışıyordu.

Avrupada insanlık hürriyet diye haykırır, her ilim kolunda artan bir hızla ilerlemeğe devam ederken Osmanlılar ahret görüşüne koşar adlımla yaklaşıyor, dinin geriletici, öldürücü zihniyetine her an biraz daha kendini kaptırıyordu. Dini görüşler geçen zaman nisdetinde hayatın esas prensipleri sırasına giriyordu. Bir tarafta cenneti dünyada kurmaya çalışan avrupalı diğer tarafta insan üstü kuvvetin sözde kurulmuş cennetine kavuşmak istiyen Osmanlılar var.

Osmanlılar medeniyetin zirvesinden tıpkı yuvarlanan bir kaya gibi her saniye hızını artırarak medeniyetin eteklerine yuvarlanıyordu.

Milleti deli padişahlar, dalkavuk vezirler, rüşvetçi memurlar idareye başlamış, millet de bunların büyüklüğüne inandırılmıştı.

Hâkimiyetin dizginlerini Avrupalılar ellerine geçirmiş, asırlardanberi Avrupalıları kendilerine tabi kılmış Osmanlılar Avrupalılara tabi olmağa başladıklarından bihaber kara görüşün pençesine düşmüştü. Avrupa ilim sahasındaki inkişaflarla paralel olarak teknik sahada da süratla inkişaf etmekte idi. Buharın makinaya tatbiki madde istihsalini ve ham maddenin mamûl hale getirilmesini hayret verici bir hızla arttırmıştı. Çeşitli istihsal vasıtaları her gün biraz daha inkişat etmekte, netice olarak istihsalin artması nisbetinde Avrupanın pazar bulma ihtiyacı büyük bir ehemmiyet kesbetmekte idi.

Bu bakımdan Avrupa, geriliğin pençesinde erimekte olan Osmanlıların bütün siyasî kuvvetini kırmayı başlıca gaye edinmişti. Kapitilâsyonların sık sık yenilenerek genişletilmesi bu gayenin en açık delilidir. Asırlarca Osmanlıların emri altında yaşayan Avrupa intikam almanın tam zamanını ve Osmanlı devletini içinden vurmanın en önemli prensibini bulmuştu. Bu memleket sanayiini kökünden kurutma prensibi idi. Prensibin tatbikinde kullanılacak siyasî silâhın da ellerinde mevcut olduğunu gören Avrupalılar hemen harekete geçtiler. Kanuni Süleyman'ın Osmanlı ülkesindeki ecnebileri korumak için —acıması sebebile— kabul ettiği serbestiyi Kanuni’den sonra Avrupalılar her defasında biraz daha genişleterek yedi defa yenilediler. Nihayet bu hakkı memleket sanayiini eritebilecek kudrette bir ateş haline getirdiler. Son kapitülasyon kararının imzasile Avrupanın tanınmış devletlerine Osmanlı ülkesinde tamamen serbest ticaret hakkı verilmiş oluyordu. Bu karar devlet mekanizmasını ellerinde bulunduranların millet ve memleket için besledikleri niyetlerin kötülüğünü veya milleti ve memleketi idare edebilecek durumda bulunduklarını ispata kâfi gelir sanırım. Karar sanatkârın ölüm kararı, dolayısile Avrupaya tabi bulunmak kararı idi. Fakat felâketin büyüklüğü sezebilecek ve önliyebilecek devlet adamları yok denecek kadar azdı. Padişah başta, her mevki sahibi koltuk kapmayı milletin her yolda inkişafına yarayacak kararlara tercih etmişlerdi. Bir günlük beylik beyliktir Ata sözlerine ilâve edilmiş olsa gerek.

Gerilik bütün kuvvet ve kudreti ile milleti ve devlet adamlarını sararken bir iki münevverimizin hayatları pahasına yaptıkları faaliyet göze çarpıyor.

Büyük bir idareci olan Mithat Paşa Türk sanatının ve sanatkârının feci akıbetini sezdi. Mithat Paşa geri zihniyete sahip milleti harekete geçirmek, iyi ve emin yolda yürüyebilmek için insani hisleri galeyana getirmenin lüzumuna kani idi ve öyle yaptı. Yurdun fakir, kimsesiz ve bakımsız çocuklarını mühafaza etmek gibi yüksek insanî hisleri ileri sürerek Sanat enstitülerinin temelini teşkil edecek olan Islâhhane namı altında mektepler açtı. İlk ıslahhane imparatorluk hudutları içinde bulunan Nişte açıldı. 1860 Dört sene gibi kısa bir zaman sonra Rusçukta ikinci ıslahhane'yi de açtırmıya muvaffak oldu. Islahhanede zamanın geçer meslekleri el hünerleri namı altında gösteriliyor, böylece memleket ihtiyacını karşılayacak sanatkâr yetiştirilmeğe çalışılıyordu.

Mithat paşa’nın kısa bir zamanda iki ıslahhane açmakla gösterdiği başarıyı takdir edenler İstanbul’a “Mektebi sanayi” namile bir mektep açmasını kendisine teklif ettiler. 1868 yılında Mektebi Sanayi’de gençlere bir sanat yuvası olarak kapılarını açmış bulunuyordu. Yine Mitat paşanın şahsi gayretiyle İzmir ve Selânikte de birer Mektebi sanayi açıldı. Daha sonraları valiler şahsî teşebbüsleriyle yurdun başka başka köşelerinde ıslahhaneler açtılar. Bunun sebebi imparatorluk devlet adamlarının tehlikeyi sezmiş bulunmalarından ileri gelmiyordu. Devlet adamlarının gözleri yine kör, seziş kabiliyetleri yine zayıftı. Asıl sebep: Mitat Paşa'nın ve bazı şahısların düşünüş ve duyuşlarının bir neticesi, ayni zamanda valilerce ıslahhanelerde vilâyet ihtiyacını karşılayacak sanatkârların yetiştirilebileceği hususunda bir kanaatin hâsıl olması idi. Denilebilir ki islahhaneler memlekete hiç faideli olmamışlardır. Çünki memleketin çeşitli köşelerinde açılan islahhaneİerde sanatkâr yetiştirmeden evvel alınması lâzım gelen daha esaslı bir tedbir vardı.

O da kapitülâsyonların kaldırılması idi.

-Arkası Gelecek Sayıda-

Yazan: Erkek Sanat Enstitüsü Demir Atölyesi Öğretmeni Zekeriya ÖRÜ