Dergimiz 16. sayısında bir kaç İskân türküsü not ettikten sonra Yeşil Türkiye dergisinin 10. sayısında sayın doktor M. Şerif’in İskan başlıklı yazısını aynen not ederek sunacağımı vaadetmiştim. Çok değerli ve tarihsel kıymeti ve önemi haiz olan bu yazıyı arzediyorum:

“Kabile hayatı seyyar evlerin icabettirdiği şekilde göçer-konar vaziyetlerini muhafaza etmiş ve insanlar oturdukları yerin toprağını verimli ve havasını güzel bu günkü tabirimizle sağlık şartlarını haiz bulmuş, zaman unsurunun hayat geçimi üzerindeki tesirini dikkat nazarına alarak oralarda geçici ve sürekli oturma çaresine başvurmuşlardır. Medenî ihtiyaçlarımız arttıkça bu yerleşme istikrarı sayesinde medeniyet siteleri kurmağa başlamışlardır. Oturulan yerin yetersizliği halinde diğer tali siteler aranmış ve İskân sahaları kurmak için daha iyi yerler tercih olunmuştur. Bu suretle insanlar kendi kendilerine aklı-selimlerine uygun zararsız İskân sahaları seçmeyi bilmişler ve siteler siteleri yutmak suretiyle büyümüşlerdir.

Roma ve Yunan medeniyetleri kuruluşu böyledir. Diğer tarihi mütemeddin milletler de bu şekilde hareket etmişlerdir. Tabiat kanunlarındaki yükseliş ve alçalış temevvücü tenasüp kanunlarına uygundur. Tabiatın her unsuru kaide ve nizam altında olduğundan suyun akışı bile ancak yularlı hürriyet şeklinde faydalı olmaktadır. Ta hürriyet kavuşan ve binaenaleyh akışına intizam verilmiyen ssular dahi şımarmış, azgınlaşmış ve kendilerinden fayda umanlara zarar vermiştir. Güzel Sanatlar Akademesi’nin çıkardığı kitaplardan gözüme ilişen bir tanesinde şu satırları okuyoruz: Su bendlerinin yıkıldığı yerlerde sıtma çoğalıyor. Ve form'da mandalar dolaşıyordu ve Rıza Nur’un Türk Tarihinde Timur’un hatıralarından şu satırları almaktayım: Hindistanı fethedebiliriz. Orada yerleşir kalırsak ırkımız tereddi eder. Çocuklarımız o iklimin yerli halkı olur. Bir iki nesil sonra kuvvet ve kahramanlıkları azalır.

Buna rağmen ilk Hindistan Türk İmparatorlukları anında 20 bin aile yani bir milyon Türk Hindistan’a yerleşmiş ve devamlı olarak İngiliz işgal zamanlarına kadar bir çok nüfus Türkistan’dan Hindistan’a devamlı surette akmıştır. Biyolojik hesaplara göre bu imparatorluğun alçalış devrindeki bütün nüfus kırıcı sebeplere rağmen Hindistandaki Müslüman halkın yüz, yüz elli milyondan fazlasının müslüman oldukları kadar kendilerini Türk hesap etmeleri de doğrudur. Bu sözün manası şudur: Fatih Türk Asya’dan Hindistana İskân ettiği halkın yerleşmesinde zamanın iyi şartlarına uygun olmasına dikkat eylemiş demektir. Timurlenk ve soyu fetheyledikleri iklimlerde yerleşecekleri zaman o yerlere dair sıhhi hususatı sağlıyan yasalar, kanunlar, tüzükler vermişlerdir. Bütün Türk istilaları hep iskanı bu şekilde sıhhileştirmekle işe başlamıştır. Çin’deki Maverayı-beynen-nehreyn, Türkistan’daki Zerefşan ovalarını kavrıyan Seyhun ve Ceyhun vadileri ve Hindistan’da ve Selçuk itilas anında Arabistan İran ve Anadolu’da vücuda getirilen su ve diğer medeni sıhhi tesisler hala birer abidedir. Osmanlı yükselişinde aynı teşkilata ve İskân esaslarına tesadüf ediyoruz.

İlkin sahanın İskân’a salih bir hale gelmesi ve insan kıranına meydan vermemesi uğrunda tesisat vücuda getirilmiştir. Selçukilerin Anadoluya yerleşmiye başladıkları zaman su meselesi ehemmiyetli bir şekilde gözönünde tutulmuş olduğunu bizzat incelemelerimle öğrendim. İç’e sularına ait Kayseri’de 1932’de yaptığım tetkiklerim buna büyük bir misaldir. Kayseri şehri Battalgazi türbesinin bulunfuğu tepeden şimdiki mahalline, ovaya sırf su ihtiyacından ötürü indirilmiştir. Erciyes su servetinden Romalıların aksine, Selçuk Türkü başka surette faydalanmıştır. Tavlasun’daki süzme mağaralardan çift künklerle Kayseri şehrine getirilen su, temizliğini bu suretle koruyabilmişti. Keykubat çevresindeki bu günü bataklıklar ve Karpuzatan bataklıkları eskiden Selçukiler zamanında, Irak, Suriye Rum, İran ve hatta German, Selçuk ümera ve sultanlarının eğlence yerleri idi. Bağ ve bahçelerle süslü muntazam İskân siteleri halinde bulunuyordu. Sular kanallar içinde geziyordu. Civarı muntazam Oğuz Türk boylarının adları ile anılan köylerle dolu idi. Medeniyet alçalışının verdiği itinasızlık, ihtimamsızlık yüzünden sular yukarı hürriyetini kaybedince vahşi hayvanlara dönmüş, bataklıklar doğurarak oradaki nüfusun kamilen boşalmasına sebep olmuştur. Bu hususa ait genişçe incelememi 1948’de yapmış olduğum Sümerbank Kayseri ve civarı Fabrikalarına ait 78 sahifelik raporumda yazılmıştır.

Osmanlı yükselişinde hem anavatan olan Anadolu’da hem de istila edilen Merkezi-Avrupaya kadar uzayan topraklarda çoluk çocuk ve ev barklarıyla savaşlara atılan Türk unsurları devamlı surette istila edilen Avrupa memleketlerinde en güzel şartları haiz toprak parçalarında İskân olunarak oralarda medeni eserler vücude getirmiler, hanlar, hamamlar, içme su ylları, su cetvelleri ve diğer tesisler kurmuşlardır. Şimdi yer yer göze çarpan eserler onların medeni İskân hususiyetlerine vakıf olduklarını fazlasiyle isbat etmektedir.

Alçalış devrinde bu itinaların bu sıhhî varlıkların tamamen ihmale uğraması Türk imparatorluğunda azami felaketlere yol açmış, fetih yerlerinden Anadolu’ya geri dönen bütün Müslüman Türk unsurları sıhhileştirilmemiş, İskan siyasetimize kurban olmuşlardır. Üç asırdan beri böylece oturması güç, verimi çok su yolları boyunca mezarlıklar kurulmuştur. İskân siyasetinin Osmanlı alçalış safhasında vechesi tamemen (genocide=toplu katliam’)ı andırır mahiyettedir. Bu hususa ait bir nebzecik “Çeltik ve Isıtma” kitabında da bahis vardır. Ve menbâlarımız okunacak olurca tüyler daha çok ürperecektir. Bu itibarla hayat ve yaşamak için su bir numaralı unsur telâkki edilmeli ve topraklarımızda su muntazam kanallardan akmadıkça ve bataklıklar mevcut oldukça oralarda İskânın gayri iktisadî ve gayri ilmî ve hattâ gayri insânî olduğu düşünülmelidir.”

(Devam edecek)

Cemil GÜÇYETMEZ