ÖLÜMÜNÜN 56’NCI YILI DOLAYISİLE

Onun şayi, haklı ve köklü şöhretini bir menkıbe gibi gelmeden duymuş, gelince de dinlemiştim. 83 yıllık bir ömrün artan, zamanımıza kadar ayni kudret ve inanla uzanan geniş nüfuzu önünde şüphe yok ki her fâni hürmetle eğilir. Onun (AĞA) diye anılan adının altında böyle bir edebî kudretin, zekânın saklı olduğunu anlamak insana ilk nazarda bir bilmece hissi vermektedir.

Mütefekkir ve alîm Ömer Asımın kalemde ebediyete intikâl edecek olan bu büyük adamın ölüm yılı dolayısile 25 martta bir tören hazırlıyan halkevi yalnız kadirşinaslık değil, ihmal etmiş ölduğu lüzumlu vazifelerin en mühimini de bu suretle tahakkuk ettirmiş oluyor demektir. Mahallî bir varlığın, asırlık ve daha uzun nüfuzunu kitap sahifesi açar gibi kıymetini, irtifa derecesini nesillere göstermek vazifsini Ömer Asım yüklendiğinden, bize düşen iş onu yalnız bu münasebetle objektif ve kısa bir mütalâaya tabi tutmaktır.

Edebiyatın, zerafetin, nüktenin dayandığı mesnetler ve umumi pirensipler müstesna tutulursa, mahalli olanındaki renk, orjinalite onu biraz da su katılmış tarafı bu işten anlıyanları değil, hemen hemen her idrak sahibini teshir eder.

Bunların efsaneye benziyen hayatı: Bulutların mâverasından süzülen ziya cünbüşü gibi gözümüzü kamaştırır. Çok defa ekzantrik halleri bile bize vakıaların üstünde bir dev, bir ulviyet âbidesi gibi görünür. Ağanın entarili, kırmızı çedikli, abani sarıklı, beyaz merkepli pozu; peykede, cami sedirinde, şadırvan kenarında ders veren hali onu ihata eden esrarı çözmek değil bilâkis ona mistisizimle karışık mitolojik bir hüviyet veriyor.

Onun biyografisini Ömer Asım bütün vuzûh ve anâtile, en hurde teferüatına kadar tetkik ederek kitabına koyduğuna göre bu güzel hazineyi okuma zevkinden mahrum kalanlara acıyacağımı da peşinden söylemek isterim.

Hasırcı zadenin bana öyle geliyor ki en huvvetli tarafı fıtrî zekâsıdır. Nükte ki: zekânın tezahürüdür, zekâ ki: Ancak nükte kılığında fevkâledeliği gösterir. Ağanın bilbedahe nükteleri bu kaynar zekânın su götürmez hüccetidir. Keçeci Fuat paşaya:

“Kakipâye ferşiru etmek için amadeyim”

“Muktezayı tıynetimdir ben Hasırcı zadeyim”

deyişi, hem nükte, hem edebi sanate güzel bir örnektir; hem de, muhatabının Keçeci Zade olduğunu düşünürsek beytin zerafeti bilkuvve daha orjinal bir mahiyet alır

Hasırcı Zade divan şairlerinin tuttuğu yolu, verdikleri eserleri örnek tutmuş, ayni beyanın dışına çıkmamıştır. Nesir, nazım ve onun nevilerini meydana getirirken divan edebiyatının hususiyetini, büyük üstatların kemal ve irşadmı göz önünda tutmuştur. Meselâ ; nesirde seciden, nazımda melâibi lâfziyeden kendini alamamış, bu vadide hayli muvaffakiyetli parçalar vermiştir. Divan edebiyatında tasannu esas olduğuna göre Ağa kendini bu soğukluktan kurtaramamıştır. Fakat bazı mersiyelerine ezcümle muharrem mersiyesinde onun samimi derinliğine mutlaka nüfuz etmek lazımdır.

Onun gazellerini, az olmasına rağmen oldukça renkli, tebessüsatını ifadeye kadir buldum.

“Düşüp zülfüyle kâkül kıylükale inceden inceden ince”

“İkisi vardı ahır bir meâle inceden ince”

Her halde bu çok zarif müşakelerin ayni kudretle devamını tahmin edebilirsiniz. Onun tahmisleri, müşaareleri, hicviyelerinde bir tasannu çerçevesi içinde olmakla beraber ona gereken selâseti vermek imkânını bulmuştur. Ağa, Aydî ayarında manevi dinamizmi olan bir şair olmakla beraber onun mazbut, kültürlü ve sanatlı şairliği, tanzimat devri ve zevki içinde bir divan zevkini selâhiyetle, sıkmadan, muhite mal olan geniş bir otorite halinde devam ettirmesi onun her zaman ve her nesilde bir tetkik mevzuu olmasına imkân verecek, onu fanilğin dışında bırakacaktır.

Mütefekkirler hemşerisi Ömer Asım gibi Büyük bir tetkikçinin inceden ince eleğinden geçen bu büyük ve kıymetli şairi G. Antebin her sınıf halkı ve her yaşta sakini dilinde ve izanında, yaşattığına Hasırcı oğluna ait menkibeler zekâ mahfazası içinde mizah iksirini muhafaza ettiğine göre o, aranılan nasibi bulmuş ve o bu nasibe zaten hak kazanmıştır.

Yazan: T. TARHAN