— Yeğenim, ben bu sanatı Ermeniler’den öğrendim. Kırk seneden beri taşçıyım. Babam rahmetli de taşçıydı. O da Ermenilerden öğrenmişti bu sanatı. Bu memlekette ne kadar yüksek bina varsa, hepsinln taşlarını ben yonttum. En modern mezar taşlarını yontan da benim...

Bunları, Gaziantep’ten, Yeni mezarlık yanındaki Taş Atölyesinde çalışan iki taşçı ustadan biri, Davut Özpolat söylüyordu bana. Konuşurken hem öğünüyor, hem yakınıyordu Davut Usta. Öğünüyordu; çünkü ekmeğini yıllar yılı taştan, taşçılıktan çıkarmıştı. Yakınıyordu; çünkü, babasının da sanatı olan taşçılık, yavaş yavaş tarihe karışıyordu. Güneydoğu’nun bu tarihî el sanatını ölümle karşı karşıya getiren yeni bir yapı malzemesi çıkmıştı ortaya : Biriket.

Davut Özpolat Usta şöyle devam ediyordu :

— Ama gel görelim ki, yeğenim taşçılık öldü şimdi. Briket çıktı çıkalı,bu sanatta iş kalmadı. Vazgeçtik binalardan, şimdi elin adamı mezarlarını bile briketten yaptırıyor. Halbuki taştan inşa edilen evlerin sağlamlığı tarihlerle sabit. Üstelik taştan inşa olunan binalar, biriketten ucuza mal olur...

TAŞÇILIĞIN ESAS KAYNAĞI

Davut Usta, taşçılığın yalnız Gaziantep’e özge bir el sanatı olduğunu Ermeniler vasıtasıyla Halep’ten intikal ettiğini, Ermeniler’in Gaziantep'i terke mecbur edilmesinden sonra da Gazianteplilerin malı olduğunu söylüyordu. Ama ben, araştırmalarımda, bu sanatın Tarsus’ta Antakya ve dolaylarında, İslahiye’de ve dolayısıyla bütün Güneydoğu Anadolu Bölgesinde icra edilmekte olduğunu gördüm. Taşçılık’ın Halep'ten, Güneydoğu Anadolu’ya intikal etmiş olduğu iddiasına gelince: Bunun da pek köklü bir iddia olmadığı sonucuna vardım. Zira fazla gelişmiş ve teşkilâtlı olmamakla beraber, Ermeniler’in Güneydoğu Anadolu’ya, özellikle Gaziantep’e dal budak salmasından önce de, bu çevrede, taşçılık ve daha başka küçük el sanatlarının mevcut olduğunu, tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Güneydoğu’ da arkolojik kazılar ve iki üç asırlık taş binaların mevcudiyeti de bizi bir sonuca götürmektir! Bu demektir ki: Taşçılık, bir Arap veya bir Ermeni sanatı değil; fakat doğrudan doğruya tarihi Türk el sanatlardan biridir ve Davut Usta yanılmaktadır.

NEDEN ERMENİLERİN OLSUN?

Gerek Mezepotamya Türkleri’ne ait medeniyet kalıntıları ve gerekse çok daha sonralara rastlayan Selçuklu Türkleri Medeniyetinden kalma ve hâlen dimdik ayakta durmakta olan abideler olsun, bizi aynı sonuca, yani Taşçılığın tarihî Türk el sanatlarından biri olduğu sonucuna götürmektedir. Bugün müzelerimizi zenginleştiren taş kalıntılar ve Anadolu’yu baştanbaşa süsleyen dev yapıtlar bunun en güzel isbatıdır. Hanlar, hamamlar, minareleri gökleri delen camiler, tarihi Türk medeniyetinin ilim, irfan yuvası olan medreseler ve nihayet imparatorlara konak olan kervansaraylar çoğu kere taştandır. Ve elbetdeki bu dev eserlerden hiç birinin taşlarını Araplar veya Ermeniler yontmamışlardır. Bütün bunlar, Türk sanatkârının el emeği mahsülüdür.

GAZİANTEP’TE TAŞ ÇEŞİTLERİ

Nitekim, iddiası hilâfına, Davut Usta’nın söyledikleri de bu gerçeği doğrulamaktadır. Bakınız Davut Özpolat neler diyor

— Bizim Gaziantep toprağında her çeşit taş ve mermer mevcuttur. Karışık renkli mermer, kırmızı mermer, beyaz mermer, siyah mermer, sarı mermer ve daha başka çeşitli mermerler Gaziantep toprağında vardır Meselâ: Kuşçu Dağı’ında, Acep Kayası’nda, Nafak Köyün de, Çarpın Köyü’nde çeşitli mermerler bulunmaktadır. Bir zamanlar bu mermerler ocaklarında işlenerek, Mısır’a kadar ihraç olunurdu. Bugün Kahire’de bile bizim mermerlerimizden inşa olunmuş binaların bulunduğu söylenmektedir. Ben görmedim, ama görenler bunu söylüyorlar. Hele, Halep’le Beyrut baştan başa taştandır.

Burada bir noktaya parmak basmakta büyük fayda var. Davut Usta bir taşçıdır. Kırk yıldan beri bu sanatı icra ederek, ekmeğini taştan çıkarmaktadır. Ama neylemeli ki, sanatının kendi öz sanatı, milletinin hüneri olduğunu bilmemektedir. Taşçılığın, Araplar’ dan ve Ermeniler kanalıyla Türklere intikal ettiğini sanmaktadır.

MÜHENDİSLERİMİZ DÜŞÜNEMİYOR

Biz yine sözü Davut Usta’ya bırakalım ve ondan gerçeği dinleyelim.

— Zenginlerimiz düşünemiyorlar Yeğenim. Hadi zenginlerimizin bir çoğu cahil insanlar diyelim, okumuş yazmış mühendislerimiz de düşünemiyorlar bunu. Eğer düşünüp de şu memlekete bir taşçılık fabrikası kurmuş olsalar, taştan neler yapılmaz ki? Sonra taştan yapılan binalar daha ucuza çıkar, daha kibar olur. Ermeniler bu Gaziantep’te bulundukları zamanlarda bütün evlerini taştan, hem de en iyi cins mermerden yapmışlar. Geçenlerde, adı lâzım değil, bizim Gaziantep’in zenginlerinden biri beni çağırtmış, gittim. Ermenilerden kalma evinin mermerlerini söküyordu. Baktım, hepsi de bulunmaz cinsten mermerler. Bana sordu “Bu mermer taşları kaçara alırsın Davut Usta?” dedi. Düşündüm taşındım, baktım yaptığı akıl kârı değil, ikişer buçuk kağıda alırım dedim. Başka bir tek lâf bile etmedi “Al götür hepsini de” dedi. Aldım taşıdım hepsini de taşların. Ben onları ne yaptım bilir misin Yeğenim? Bilemezsin, ben diyeyim sana: O mermetlerin metre murahhasını yüz seksen liradan Ankara’ya sattım. Şimdi bana diyeceksin bu yaptığın ayıp değil mi Davut Usta? diyeceksin, Değil Yeğenim, ayıp değil. Çünkü : Zenginlerimiz, mühendislerimiz bunun ne demek olduğunu düşünmezlerse, benim elimden ne gelir? Ben almasaydım, o mermerler sokağa atılacaktı, Neymiş de, beyimiz mermer binayı söküp, yerine briketten bina yapacakmış...

Davut Usta söz arasında, yüzüme dikkatli bakarak sordu:

— Yeğenim sen nerelisin, nereden geldin?

— Soruya soruyla cevap verdim.

— Niçin sordun Davut Usta?

— Seni gözüm ısırıyor da onun için sordum. Sana bir yerden kanım kaynıyor benim. Sen Gaziantepli misin Yeğenim?

Davut Usta’ya, Gaziantep’li olduğumu ve çocukluğumun Gaziantep’ in Arıl Köyü'nde geçtiğini söyledim. Daha kimin, oğlu olduğumu söylememe fırsat kalmadan o, içini çekerek konuştu :

“BABAMIN ACI CEVABI”

— Vay ben senin gözüne kurban olayım Yeğenim... Senin merhum babanın mezar taşlarınıda burada ben hazırladım gönderdim. Ne kadar da benziyorsun rahmetliye.. Birgün de bunları merhum babanla konuşmuştuk böyle.

İşte, kırk yıllık taşçı ustası Davut Özpolat’ın mezar taşlarını hazırlayıp, yolladığı merhum Babam’a bir gün sormuştum.

— Araştırmalarımız, Gaziantep’teki bütün el sanatlarına bir zamanlar Ermeniler’in hakim olduğu sonucunu ortaya koyuyor. Peki o zamanlar bura halkı ne yapar, neyle vakit geçirir ne yer ne içerdi?

Babamın vermiş olduğu cevap çok acı, fakat bir o kadar gerçek. Bütün ömrünü ilme vakfetmiş olan merhum içini çekerek şöyle demişti:

— Bizim halkımız da iyi halay çeker, iyi güreşirdi oğlum. Bütün sanatlar Ermeniler’in hakimiyeti altındaydı. Ve o zamanın halkı, bire karşı on misli tahıl vererek, Ermeniler’den sanat mamulü eşya alırdı. Böylece Ermeniler, halkı soyarlardı.Milletin kafası sonradan aydı.

VE SAĞIR BİR TAŞÇI

Artık ahbap olmuştu, Davut usta konuştukça açılıyor, açıldıkça dertleniyordu. Biriketin iyi bir inşaat malzemesi olmadığını “dört başı mamur bir şekilde” izah ediyordu. Meselâ Diyor ki :

— Biriket binaların taş binalardan sağlam olmasına imkân yok Yeğenim. Çünkü: Bizim burada yontup attığımız havara taş kırıntılarını çimento İle karıştırıp biriket yapıyorlar. Havara taş ki, taşların en yumuşağı, en adisidir. Bundan yapılacak binalar sağlam olsa ömrü ne kadar olur? Yarın öbür gün bu biriket binaların hepsi çökecek ve benim bu söylediklerimin haklı olduğu o zaman anlaşılacak. Ama neye yarar ki, o zaman iş işten geçecek. Belki ben bile o zamana kalmayacağım Zaten yaşım yetmişe yaklaştı. Bizim gibi yaşlıların işi bitik sayılır Velhasılı kelâm; Bu memlekette sanatı düşünen, sanatkâra yardım eden yok. Herkes bir ucuzluk tutturmuş gidiyor. Sağlam olsun, çürük olsun, aldırmıyorlar. Kala kala kaç taşçı ustası kaldık ki? Bizimle beraber taşçılık da ölür giderse İşte. O zaman istedikleri kadar biriket bina yapsınlar.

Biz Davut Usta ile bunları konuşurken, diğer bir taşçı Usta. Şevki Özpolat, elinde tarak denilen taş yontma aleti, habire çalışıyordu. Söylenenlerden, konuşulanlardan haberi bile yoktu Çünkü: Şevki Usta’nın kulağı duymuyordu sağırdı Şevki Usta. Davut Özpolat’la ikisi amca oğullarıymış Aşağı yukarı ikiside aynı yaşlarda idiler. Davut Usta onunla işaretleşerek konuşup, anlaşıyordu Eliyle işaret edip “Gel şu taşı kaldıralım” derse, Şevki Usta yerinden kalkıp, Davut Usta’nın yanına geliyor ve dediğini yapıyordu. Yoksa, habire yontuyordu önündeki taşı. Kalıptan çıkmış gibi düzgün taşlar çıkarıyordu. Dünyadan habersiz gibi, taşları gönye ile işaretliyor, metre ile ölçüyor, külüng ile kırıyor ve tarakla düzeltiyordu. Taşçılığın evveliyatından olduğu kadar geleceğinden de habersizdi Şevki Usta. Sanki, tarihî Türk sanatı Taşçılık, ihtiyar Şevki Usta ile aynı yaştaki Davut Usta’nın titrek ellerinde can veriyordu. Belki de, gelecek nesiller, bu son taşçı ustalarının yontup süsledikleri taşlara hayret edeceklerdi.

Fehmi ANLAROĞLU