25 yıl önce Mühendis mektebi talebesi idim, Cemiyete ve ahlak üzerine küçük sondajlara heves etmiş ve hatta bu konuda bir makale yazmayı da denemiştim. O zamanlar iki kuruş vererek seyahat ettiğimiz tramvaylarda çeşitli şahısların ahlâk seviyesini ölçmeğe kalkışıyordum. Bir gece tramvayın çok tenha olduğu saatte biletçi gözüme ilişti. Bir tecrübe yapacaktım: Cebimden bir gümüş 50 kuruşluk ayırdım. Biletçiye doğru yürüdüm. Paraya bakmadan çıkarır gibi yaparak-Şu 25 kuruşluğu bozarmısınız, dedim. Ben pencereden dışarıya bakıyor gibi yaptım. Adam 50 kuruşluğu aldı. Çantasının içinde bir kere daha tetkik etti, durakladı. Evet: 25 kuruş olarak bozdu.

—Biletçi bey, 50 kuruşluk olmasın, bir daha bakar mısınız diye göz lerinin içine gözlerimi diktim.

Adam: Temiz bir Anadolu çocuğu idi.

—Hayır beyim, 25 kuruşluk dedi Yürüyüp arka sahanlığa gitti. Adamın içinin burkulduğunu ve acı duyduğunu hissettim. Büyük şehir, bu temiz taşra çocuğunu kemirmişti.

Bir buçuk yılı doldurduğum Gaziantep‘te de bu küçük sondajlardan kendimi alamıyorum. Hemen hemen her pazar birkaç saat geçirdiğim Kavaklıkta ufak tecrübeler yapıyorum. Bu öylesine heyecanlı, öylesine gönül alıcı ki...

Her seferinde gözlerim doluyor. Son tecrübeyi de birkaç dakika evvel birtirdim. Hıçkırarak ağlamaktan kendimi zor tutuyorum.

Anlatayım: Çok perişan kıyafetli bir gazete satıcısı çocuğu yanıma çağırdım. Bir 10 liralık verdim. Oğlum, bana bir Sipahi sigarası al, dedim .Çocuk gözlerimin içine dikkatle baktı. Koltuğu altındaki gazete tomarını emanıt bırakmak ister gibi bir hareket yaptı. Hayır, oğlum, bu arada gazeteni de satarsın belki, al götür, dedim.

Kavaklık içinde aradı, bulamadı, geldi haber verdi... Şehre gittiğinde al gel,, bir kaç saat buradayım, dedim. Belki gecikirim abi, dedi. Parayı iade etmek istedi.

Israr ettim, işini aksatmadan al gel... Bir saat beklerim .. Yoksa Gaziantep’te beni arar bulursun dedim.

Çocuk gözümün içine bakarak ayrıldı. Ve yarım saat içinde sigarayı alıp paranın üstünü getirmişti.

O kadar içlendim ki: gönlümün dolusu, bir milyonluk serveti şu çocuğa emanet edebilir, hatta bağışlayabilirim.

Bir buçuk yıl evvel Gaziantep’e ilk geldiğim günlerde Arasada bir bakkaldan alış veriş yapmış, aldıklarımı hamala vermiş, eve getirtmiştim.

İhtiyar bakkal: bir kese kağıdı uzatmış, hesabı yap demişti. Aldıklarımı ayrı ayrı yazdım ve topladım. Şu kadar dedim. Sen bilirsin ağam, dedi. Bir hafta sonra dairede beni birinin aradığını söylediler. O nurlu yüzlü ihtiyar gelmişti. Elinde bir 10 liralık:

-Ağam, dedi. Seni zor buldum. Sen dükkândan ayrıldıktan sonra oğlum gelmişti. Hesapları tekrar topladı, 10 lira fazla verdiğini, öğrendik. Bir yabancı, bir memur olduğunu tahmin ederek her yerden sordum. Nafia Müdürü yeni geldi, dediler. Işte seni buldum, al fazla ödediğin 10 lirayı…

Gözlerim doldu. Kalkıp ihtiyarın elini öpmeğe çalıştım. Adam şaşırdı. Basıt iş yapmışların sükunetile kapıdan çıkıp gitti.

Odamda doya doya ve zevkle ağladım.

Yine bir pazar kavaklıkta oturuyordum. Bir boyacı çocuk geldi. —Abi boyayalım dedi. Peki boya oğlum dedim. Çocuk ısrar etti. Boya kutusu yanında yokmuş, dışarıda yolda imiş. Ayakkabımı alıp götürmek istedi. Çıkarıp verdim. Onbeş dakikadan fazla zaman geçti, gelip giden yok. Refikam: Bayındırlık Müdürü ayağındaki iskarpinini çaldırdı diye yarın gazeteler yazacak diye takılıyordu. Çocuk ta uzaklardan göründü. Koşa koşa geliyordu. Öylesine sevindim, öylesine sevindim ki... Ayakkabıyı bulduğuma değil, bir boyacı çırağının dahi üstün ahlâkı beni sevindirdi.

1954 yılında Fransada Nice’te idim. Bir kütüphaneden meslekî bir kitap aldım. Parasını ödedim. Kapıdan çıkarkın gözüme ber macmua ilişti. Geri döndüm, mecmuayı da aldım. Dükkan sahibi: Mecmua parası ile beraber kitap parasını da tekrar istedi. Bile bile öyesine ısrar etti ve tendit etti ki çıkarıp vermek zorunda kaldım. Ve Fransanın: II. Dünya harbinin bu mağlup devletinin, çöküntü sebeplerini oracıkta anladım. Bu diyar: O zaman Amerika ve İngiltereden müteşekkil kol değinekleri ile ayakta idi.

Gaziantep: Çocuğundan, çırağından, ihtiyarına kadar bu muhteşem vasat içinde yaşıyor. Burada bir lise talebesi iken de bu kabil misallere şahit olmuş, bir yıllık harçlığımı emanet ettiğim bir helvacının dürüstlüğünü, yıllarca unutamamıştım.§

Ve işte: bu yüksek vasat, Gaziantep’te sevine sevine vazife almağa can atmamı sağlamıştı.

İsviçreden, Baltık Devletlerinden medeniyet misalleri verenleri Gaziantep’in bu küçük realitelerine eğilmeğe davet ederim... Bu küçük misaller öylesine muhteşem, bu yurdda yaşayanların karakterini ortaya koyan öylesine müsbet hadiseler ki: Kahramanlığın, yurtseverliğin, Gaziliğin ancak bu temellere istinadan vücut bulduğuna inanıyorum.

Bu yüksek cemiyet ahlakının bütün elemanlarını bir evlat gibi korumağa, bağrına basmağa bu şehri seven herkes kendini borçlu bilmelidir.

Koltuk deynekleri ile değil, temiz taşra çocuğunu potasında soysuzlaştıran büyük şehir ikliminin değil, temiz karekterli Türk Şehirlerinden yurdun dört bir köşesine ışık tutacak aydın günlerin hasretini çekiyorum.

Türk cemiyetinin nurlu meş’alesi bu karakter abidesinin elindedir.

(1962)

Fotoğraf: 1935 yılı Gaziantebinde: Bir 23 Nisan bayramından bir görünüş. Fotoğraf bugünkü Ataürk Bulvarında Şehitler abides civarında çekilmiştir.