Adıyaman’dan Antep’e ilk gelişimde (Besni)’nin katırcı kervanları nakil işlerinde çalışıyordu. Gerçi Adıyaman’da da böyle tüccar ve esnaf kafileleri yok değildi. Fakat ben, Besni üzerinden gelmiştim. Bir düzüye güneye akan kervan, (Peşenk)Ierin çankırtılı çunkurtulu ahengine uyarak dere tepelerden süzülüp dördüncü günde, ancak Gazi şehre ulaşa bilmiştik. O vakta kadar bu şehir hakkında, pek az bilgiye sahiptim. Ötedenberi Adı yamanın tarihi kök organlarını ararken, bu gez de G. Antep ve dolayısiyle (Kilis, Nizip) proplemleri karşıma çıkmıştı. Böylece çözülmesi pek güç proplemlerin gösteterişi bir kaç muadeleli mechullar zenciri ortaya çıkarmıştı Fakat nede olsa, artık Gaziantep’te idim. Katmerleşen bu noktaların üzerinde düşünürken, şöyle bir gerçek panoraması çizdim:

Önümde kılavuzlar olmasaydı, acaba nasıl şartlar altında bu tarihî şehri bulacaktım? Hiç şüphesiz rastlanan yolcuların tarifleriyle, Ya bir yolcuya da rastlamasaydım, haritalarda gördüğüm coğrafi tabirlerin delaletleriyle. Halbuki bu hareket gelişi güzel olacak, belki de beni çıkmazlara, tehlikeli uçurumlara, Hırsız ve eşkıya kamplarına düşürecek ve hayatın seyri, uyanmaz uykunun sakit ve sakin sinesinde eriyip gitmeyecekmiydi? Bunu da bir yana bırakırsak, başka bir yürüyüş hattı vardıki o da yolun sağında, solunda, önünde ve ardındaki irili, ufaklı köyler olacaktı. Onlara saparak, bükülerek, sorarak ve hedefi ayarlamaya kendimi zorlayarak şehre kavuşa bilirdim ama, bir çok engelleri aşa bilme imkânını sağladıktan ve üzücü bir yorgunluk çektikden sonra.

Demek istiyorumki, tarihin karanlıkları içinde yalnız taşıdığı (Etiket) le dalgalanan Gazi şehri kök urganlariyle ele almadan tek şehrin geçmişini aramak çok hatalı oluyor. Her yandan delil toplaya bilmek için il bölgesini, bir kül halinde gözden geçirmek ve toplanacak delillerin eldeki kaynaklarda adları geçen şehir, kasaba, köy ve mahallerle karşılaştırarak netice çıkarmayı ihmal etmek, harcanan emeklerin boşa çıkmasını gerektirir.

İşte, bazı incelemelerden sonra Gazi şehirde, bu gerçeği duyan bir zat buldum, işe önemle el koyan bu zatın adını tebrik ve teşekkürle anıyorum: Cemil Cahit Güzelbey dostumuz ve üstadımız.

Evet dost üstadımız, araştırmalarını kül halinda, daldığı inceleme yolunda, ciddî ve üşenmez çabayı kendisine şiar edinmiş bir aydınımızdır.

Önceki hayatımdan sonra burada bulunuşum üçüncü yıla basmıştır. Eldeki notlara, bu müddet içinde yenilerini katmak ve hatalı görüşleri düzeltmek gibi çalışmalarım, oldukça yararlı neticeler vermemiş değildir. Ancak bütçe darlığı şehir civarında bir köy mahiyeti alan Düztepe’nin bir gece kondusunda barınarak, değerli yararlıklarına güvendiğim teması sıklaştırma imkânı bulunamamakla beraber, iç duygularımı fışkırtarak bazı arkadaşlarla tanışmaya muvaffak olmuş ve yıllardanberi bu memleketin ve halkın yararına, hizmet eden

(Kültür derneği) mensupları arasına katılma şerefine de kavuşmuş bulunuyorum.

Derneğimizin yıllardanberi harcadığı gayret ve yaptığı hizmet, pek büyük ve şükran çekicidir. Ancak çeşitli sebeplerle belirsiz kalan bölge tarihini, tam bir isabetle hazırlayabilme imkânsızlığıyla başbaşa kaldığı da bir gerçektir. Bu sebepler arasında şu mühim noktaları gözönünde tutmak gerekmektedir:

A — Bölge, gerçek ifadesiyle bilinememektedir.

B — Bölge, zaman zaman ad ve yer değiştirerek (Mezopotamya, Kapadokya, Kilikya ve Suriye) sınırları içine sokulmuş ve öylece gösterilmiştir.

C — Hemen her müellif, kendi zaviyesinden bir pilan çizerek bu plana göre, bölgeyi tarihe takdim etmiştir.

Ç — Hele arkeologlar, eski (Mısır, Hititler)’e ait olarak yeraltından çıkarılan vesikalardaki coğrafî tabirleri, tahmin süzgecinden geçirerek, uzun vadeli tahminler yapmışlardır.

D — Eski Yunan ve İran klasiklerindeki coğrafi tabirler ve haberler hakkında, ortaya bir (uydurma) maskesi fırlatarak ve fakat daralınca da yine o uydurma dedikleri milletlerin verdikleri haberleri birer tarih malı olarak benimsemişlerdir.

İşte bütün bu sebeplardirki, bölgenin geçmişi, dalınmaz bir karanlığa boğulup durmuştur. Geçen yıl dergimizde yayınlanan seri yazımızın başlangıcında ela almış bulunduğumuz noktalar, dernek mensuplarımızın dışındaki bir kısım aydınlar arasında bile, eyive yerinde karşılanmamışlardır. Faka elli yıla yakın bir müddetten beri üzerinde titizlikle çalıştığımız bir bölge vardır ki bunun adı:

— Naharina

dır. Bu Naharina, ne Mezopotamyada, yani ne Fırat-Dicle arası, ne Asi nehri ve Fırat arası, ne Kızılırmak ve Fırat arası değildir. O Naharina, hemen her vesile ile Söylenen (Şimali Suriye)’de değildir. O, şimdiki Adıyaman, Maraş, Gaziantep vilayetlerimizin tüm teşkilatlariyle, Hatay ilimizin doğu kesimlerini ve bir de eski Halep vilayetimizin Fırat batı tarafındaki parçalarını içine alan müstakil bir hayat kaynağı olan bölgedir. Bu gerçek, tam kadrosuyla anlaşılıncaya kadar bu günün tarihini aydınlatmak yolunda atılan sürekli adımlar, küçümsenecek dereceden çok üstün bir durum arzeder. Hele Gazi şehir hakkında elde edilen o kadar değerlidirki, yakın yarınlar hesabına feyizli ışıklarla kuvvetli umutlar vermiş ve vermektedir. Bu gerçeği takdireden Belediyemizin aldığını öğrendiğimiz 24.02.1965 tarih ve 4-7-1177 numaralı kararını biz de, pek içten bir minnet ve şükranla karşılamış bulunmaktayız. Dernekçe, şehir ve il bölgesi tarihi ile ilgili bilgilerin derlenerek hazırlanmasında uzun yıllar gayreti ve emeği geçmiş olan sayın dostumuz avukat Cemil Cahid Güzelbey’in vazifelendirilmesi, sağlam ve sarsılmaz bir güvenin beslenilmiş olduğunun, bir delilidir. Bu teklifi, getiren Belediye meclisi üyelerinde, kadirşinaslıklarından dolayı tecelli eden bu hareketlerinden dolayı sayısız teşekkür duygularımızı sunarken, sayın dostumuz üstadı da candan kutlarız. Üzerine çok ağır olduğu kadar da nazik ve geleceği aydınlıklar müjdeleyen bu vazifede, yılmazlığı ve iç bağlılığı dolayısiyle ışıklı başarı sağlayacağını umar ve şeref yarışmasının tek kahramanı olarak kendisini tebriki bir borç sayarız.

Onlarki, gönül hoşluğunu, memleketinde,

Dünlerle, bu günlerle, yarınlarla, derinden

Bir gayreti pay hazzına katmış, özü zinde.

Her levhası zinde, doğacak halelerinden

Geçmişlerin afakini aydınlatır, eşsiz

Cazip, arı renklerle bezerlerse, o edvar

Mümkünmü ki kalsın sonu zifri ve güneşsiz.

Mutlak bu günün malzemesi, erte içindir,

Gün günlerin ayinesidir, her uyanık er,

Kıskançlığa yol vermez ilin sahibi bindir,

İlakin o ilin şimdiki sahipleri gürler.

Şükrü ERDOĞAN