Gaziantep’in bugünkü Hükümet konağı civarında Şehir kütüphanesinin bulunduğu yerde, eskiden bir cami - mescit vardı. Bu yere eskiden, Balıklı mescidi veya Balıklı Camii derlerdi. Camiin kubbeli kısmı halen mevcut olup, Şehir kütüphanesinin bir parçasını teşkil etmektedir. Bu yerde 1934 yılına kadar namaz kılınırdı. Camiin imamı olan Mâcik Hoca 12.11.934 tarihinde 105 yaşında iken vefat edince bir daha cami olarak kullanılmadı. Bir müddet sonra da aynı yerde Belediyemiz tarafından şehir kütüphanesi kuruldu. Kütüphane, daha sonra Millî Eğitim Bakanlığına devir edilmiş olup halen Gaziantep’in en büyük kitabisidir.

Balıklı Camiinin imamı, Antep’çe meşhur Mâcik Hoca idi Mâcik Hocanın asıl ismi: Leblebici Mehmet efendiydi. Mâcik, meleyen koyun demektir. Antep’te eskiden koyuna mâcik derlerdi. Halk, Leblebici Mehmet efendinin çok saf olduğunu, kurnazlık bilmediğini görerek kendisine Mâcik lakabı takmışlardı. Leblebici Mehmet Efendi, evlere gidip kur’an hatmi şerifi okuduğundan, ölü yıkayıp, ölü namazı kıldırdığından, uzun yıllar Balıklı Camiinde imamlık yaptığından, kendisine halk arasında (Mâcik Hoca) denmişti.

Ben, çocukluğumdan beri Mâcik hocayı, mahallemizin camisi olan Balıklıda hoca olarak gördüm. Mâcik hoca bazı zamanlar kitap cilti de yapardı. Herkes hoca ile birçok lâtifelerde bulunurdu. Bu lâtifelerden bir kısmını 1958 yılında vefat eden Kömürcü ökkâş efendiden dinlemiştim. Mâcik hoca 1934 yılı başında hasta olmuştu. İhtiyardı. Kendisini ziyarete gidenlere, 105 yaşadığını, bu ömrün yeter olduğunu söylemiş.

Kömürcü Ökkâş efendiden dinleyip not aldığım Mâcik hoca ile ilgili dört olayı aynen aşağıya alıyorum:

1) Antep’in meşhur eşrafından büyük Battal bey, Ramazan ayında Kur-an hatmi yapmak, fitre ve zekât kazandırmak için akrabasından meşhur Urfalı Sakıp beyin yanına Mâcik Hocayı göndermiş. Ayrıca bir mektup yazarak durumu Sakıp beye bildirmiş. Mâcik Hoca Urfaya gelmiş Sakıp beyin odasında misafir olmuş. Hatm-i kur’an yapmış, namaz kıldırmış, fitre zekât toplamış. Sakıp bey de Hocaya hürmet göstermiş. Bayram bitmiş. Hoca bir türlü Antep’e gitmek istemiyormuş. Sakıp bey: «Hoca işin bitti seni Antep’e göndereyim» demiş, hocanın sesi çıkmamış. Sakıp bey gizlice develere buğdaylar yükletmiş ve başka hediyelerle birlikte devecileri yola çıkartmış. Antep’e varıp Battal beye şu mektubu verin ve hocanın evine de develerdeki şeyleri teslim edin demiş.

Gelelim hocaya: Sakıp bey hocayı bir kervanın hayvanına bindirmiş, güle güle hocam sana oldukça kazandırdım, işin rast gelsin diyerek uğurlamış. Kervancıya tembih etmiş, hoca yolda ne söylerse bana geldiğinizde söylersiniz demiş. Hoca yola çıkmış başlamış söylenmiye İşte Urfalı Sakıp beyi gördüm bana hiçbir hediye vermedi. Battal beyde benî bu uzak yollara gönderdi, hayvan üstünde kemiklerim çürüdü diye birçok sözler söyliyerek etrafına anlatmış. Nihayet beş altı günde Antep’e gelmişler.

Fotoğraf:Macik Hoca (1829 – 1934)

Hocayı Battal beyin odasına indirmişler ve mektubu da Battal beye vermişler. Hoca of... öldüm kemiklerim çürüdü İşte Urfalı Sakıp beyi de gördük diye dert yanmış Ve buradan evine varmış. İçeri girince evin içinde buğday çuvalları, tenekeler dolusu yağ var. Sormuş: Bunlar ne? Ailesi: Urfalı Sakıp bey göndermiş deyince, hoca hem sevinmiş ve hem utanmış. Battal beye gelmiş özür dilemiş. Aman... ağısı varsa tuyrağıda varmış demiş. Etraftakiler hep gülüşmüşler. Hoca Battal bey’e ve Urfalı Sakıp bey’e dualar etmiştir.

2) Eski kasaplardan Kör Kasap Apti, bir kış gününde evinde birçok dostlarını toplamış bir ziyafet hazırlamış ve hocayı da ziyafete davet etmiş. Bütün misafirler toplanmış. Hocada yatsı namazını Balıklı camiinde kıldırıp ziyafet evine gelmiş. Çok beklemiş hiç yemek gelmemiş. Hocanın karnı çok acıkmış. Ev sahibine ben acıktım çok oturamam, sabah namazına kalkmak için eve çabuk dönmem lâzım demiş. Ev sahibi pekiyi hocam diye gidip bir sofra getirerek yere sermiş. O zamanın âdetine göre bir tepsi koymuş ve etrafa kaşıkları dizmiş peçeteler koymuş ve gitmiş. Aradan çok zaman geçmiş yemek gelmemiş. Hoca evine gitmiye hazırlanmışsa da bırakmamışlar. Sonra gece yarısı olmuş sofranın ortasına bir büyük leğen dolusu (Karsambaç- Pekmezle karışmış kar) getirmişler. Herkes yemek için hocayı zorlamışlar. Hoca ben acım bu soğukta karsambaç yiyemem demiş, zorluyarak hep birlikte yemişler. Gülüşmeler olmuş.

Bundan sonra el yıkamak için sabun getirmişler. Hoca ne yedimki elim kirlensin demiş ve zorla elini şalgamdan yapılmış sabunla yıkatmışlar. Biraz sonra hakiki yemekler getirilmiş hep misafirler yemişler ve hocaya ayrıca yemekler koyup evine göndermişler.

3) Hocayı gençliğinde bir eve misafir etmişler ve yatsı namazını kılalımda yemeği sonra yiyelim demişler. Herkes abdeşt aimıya inmiş Sofra ha zırmış. Bir kimse hocanın koynüna içil köfteleri doldurmuş, evde çocuklara verirsin demiş zorla bu işi yapmış. Namazı hoca kıldırırken eğilip doğruldukça köfteler patır patır koynundan dökülmüş Namazdan sonra herkes hoca sen ayıp ettin diye çıkışmışlar. Hoca utanmış. Ben yapmadım şu adam bana bu işi yaptı demiş, yemekler yinmiş Hoca sevinçle evine dönmüş.

4) Eskiden Antep’te vefat eden her kim olursa bazı cami müezzinleri mahalle ve sokakları araştırma yaparlar vefat edenlerin evi önüne gidip beklerler ve maiyetleri olan hocaya haber verirlerdi. Birgün Mâcik hocanın sevdiği ve çok ikram, iltifat gördüğü kimselerden biri bir lâtife yapmak için hocaya birisiyle senin dostun filan efendi vefat etti diye haber vermiş. Hoca sevinerek evin önüne gelmiş. Dostu onu pencereden seyrediyormuş Hoca bizim dost ölmüş mü diye sormuş, dostu bunu işitmiş. Hocayı çağırmış ben ölmedim, sana bu kadar paralar verdim, ikramlar yaptım. Şimdi öldüğüme seviniyorsun diye hocayı çağırmış ve sen bana ölmüş diye gözlerinden bir damla yaş çıkarmadın demiş, hocayı utandırmış. Al sana bir kırmızı altın da bir daha benim ölmemi isteme demiş. Şimdi sana, beni öldüğümde yıkama ve sair şeylerin ücretini peşin veriyorum diye hocayı utandırmış.