Bu yıl Millî Eğitim Bakanlığı lise ve köy Enstitüleri coğrafya öğretmenlerini bir tetkik gezisine çıkardı. Yurdun muhtelif bölgelerine muhtelif ekipler halinde dağıldılar. Bu münasebetle İstanbul Üniversitesi Coğrafya Profesörü Besim Darkot’un başkanlığındaki yirmi beş kişilik bir grup ta 16/6/1947 tarihinde Gaziantep’e gelmişlerdi. Dört gün şehrimiz ve civarında incelemelerde bulundular. Nizip, Birecik, Kilis görüldükten sonra Antep kalesine çıkıldı ve orada Antep’in nasıl Gazi olduğu anlatılarak bu kahraman şehrin abideleşen manzarası hayret ve takdirle seyredildi.

Ben, bu birkaç günlük gezi esnasında Sayın Profesörün Gaziantep’imiz hakkındaki konuşmalarından mümkün mertebe not almaya çalıştım.

İlimiz, maalesef ne tarih ne de coğrafya bakımından lâyık olduğu derecede, incelenmiştir. Güney Doğu Anadolu’nun pek karakteristik bir bölümünü teşkil eden Gaziantep yaylası Toroslar önünde gerek tarih ve gerekse coğrafya itibariyle büyük önemi haiz bulunmaktadır.

Ankara Dil ve Tarih - coğrafya Fakültesi Sümeroloji Ordinaryüs Profesörü B. Landsberger’in Başpınar’ın bu sayısındaki konferans yazılarıyla Gaziantep’in tarih bakımından taşıdığı hususi önemi en selâhiyettar bir ağızdan duymuş bulunuyoruz. Coğrafyasına gelince, bunu da Profesör Besim Darkot ve Profesör H. Luis’in notlarıyla hulâsaya çalışacağız.

Güney doğu Anadolu’nun batı kısmını teşkil eden Gaziantep platosu heyeti umumiyesile bir masaya benzemektedir. Doğuda Fırat vadisi ile Karadağ’dan, kuzeyde Aksu düzlüğüyle Ahır dağından, batıda Amık ovasının kuzeye doğru temadisinden ibaret bulunan Hatay hufresile de Amanuslar’dan ayrılan Gaziantep yaylası güneyde ise 500-600 metrelik bir yükseklik ile Arabistan kütlesine müntehi olur. Umumiyet itibariyle kuzeyden güneye doğru bir düzlük teşkil eden plato, haddizatında hafif dalgalıdır. Toroslardaki tektonik hadiseler buradaki tabakalara da tesir icra eylediğinden arazi kırışmıştır.

Bir Narlı—Antep yolculuğu bize yayla hakkında oldukça fikir verebilir.

Ovadan birdenbire dağlara çıkılıyor ve dağların ovaya bakan tepeleri düz görünüyor. Fakat ilk tepeyi aşınca bize ufki gibi görünen dağların, doğuya doğru meyilli olduğunu görüyoruz. Bu, Antep platosunun yüksek kenarıdır ve Karabıyıklı’da kendisini iyice gösteriyor. Bunlar kıvrımlı dağlar değildir. Yassılmış bir kütlenin yükselmiş kenarıdır. Aşağı yukarı bir horst ta telâkki edilebilir. Gördüğümüz dağ manzarası, vadilerin verdiği bir dağ manzarasıdır. Yukarıda da dediğimiz gibi bir yayla kenarıdır. dediğimiz gibi bir yayla kenarıdır.

Arazinin bünyesine gelince: Bu plato ikinci zamanın yukarı Tebeşir devrine ait kalkerler ve Üçüncü zamanın Eosen, Miyosen kalkerlerinden ibarettir. Üzerinde yer yer andezit ve bazalt gibi püskürük külte örtüleri olduğu gibi, marn ve gre gibi tortul külteler de vardır. Platonun kuzey-güney doğrultusundaki bir maktamda görüyoruz ki, Aksu düzlüğünden itibaren 1100-1200 metrelik bir yamaç çıkıldıktan sonra pınar meşelerinden müteşekkil çalılıklara ve bu çalılıklar arasında köylere rastlanır. Bu meyilli arazi üzerinde 1000 metre seviyede ormanlar kaybolur. Biraz daha aşağıda 900 küsur metre seviyede bir vadi içinde kurulu olan Gaziantep şehrine geçilir.[1]

Plato daha güneyde yükseltisini gittikçe kaybeder ve nihayet Kertil’den itibaren ve nispeten dik bir yamaçla Kilis’e iner. Ziraat bakımından mühim bir rol oynayan bu basamak Nizip’e kadar temadi etmektedir. Basamağın aşağı kısımlarında zeytin ziraatı, plato kısımlarında meyve bahçeleri ve hububatlar görmekteyiz.

Kilis çukur sahası hafif bir meyille güneye doğru inerek 500 metreye kadar düşer. Bu saha eskiden beri insanların yerleşmesine müsait bir saha olarak kurulmuştur. Tılbaşar Ovasındaki höyükler bu eski yerleşmenin şahitleridir.

Gaziantep yer değiştirmiş bir şehirdir. Esasen bu keyfiyet birçok şehirlerimizde de görülür. Meselâ, eski Malatya bugün yerini şimdiki Malatya’ya terkettiği gibi Harput’un yanında da Elazığ doğmuştur. Keza Kayseri’den evvel meşhur Kadeş ticaret şehri olduğu gibi Gaziantep’ten evvel de mevkii itibariyle çok önemli bulunan Dülük şehri vardı. Arapların

(Tel delük) dedikleri bu şehir ortaçağda Tulupa diye anılıyordu. Büyük yollar üzerinde bulunması şehre ehemmiyetli bir hususiyet kazandırıyordu. Mezopotamya’dan gelen yol Birecik’te Fırat’ı geçince Dülük’ten Maraş’a, iç Anadolu’ya (Asur-Kaneş yolu) gidiyor. Diğer bir yol da Halep’e yani güneye iniyorduk.

Bu yollar üzerinde büyük bir durak yeri olan Dülük, birçok harplere mâruz kalmış, zamanla ehemmiyetini kaybetmiş ve netice itibariyle yerini yanındaki Antep’e terketmiştir. Bugün Dülük, ihtiva eylediği kalıntılarla Prehistorik bir arkeoloji istasyonudur. Türkiye'de Paleolitik medeniyetlerin varlığını gösterir buluntular arasında Dülük civarında Klâktoniyen tipte bir de âlet bulunmuştur.

Bu intikal keyfiyetinin ne zaman vuku bulduğu iyice kestirilemiyorsa da oldukça eski olduğu anlaşılıyor. Eski Arap coğrafyalarında Antep’in adı geçmiyor; ancak Orta zaman nihayetlerinde yenilerinde zikrediliyor. Bu da bize gösteriyor ki Antep’in Dülük yerine kaim olması takriben Ortaçağ sonlarındadır. Zaten, şehirdeki en eski camilerin inşa tarihleri de bunu gösteriyor. Boyacı Camii hicri 603 (M. 1211—1212) de, Bişirci Camii 681 (1282—1283) de yapılmıştır..

Gaziantep şehri bugün 70 bine yakın nüfusu ile büyük ehemmiyet kazanmıştır. Plâtonun mümbit toprakları üzerinde kurulmuş olan bu şehrin inkişafında büyük bir âmil teşkil eden buradaki müna kale vaziyetinin hususiyetidir. Adana’dan itibaren gelen mühim şosa bir taraftan Diyarbakır diğer taraftan Musul’a geçmektedir. Malatya bölgesinden gelen yollar da yine buradan Halep’e, İskenderun'a ayrılmaktadır. Demek oluyor ki, Gaziantep’e gelen her yol buradan çatallaşarak civara dağılmaktadır.

Temenni ederiz ki, aynı kaide gerçekliğini yapılmakta olan demiryolumuzda da göstersin.


[1] Gaziantep rakımı atlaslarda, hartalarda ve muhtelif kitaplarda türlü türlüdür. Ben sayın Ziraat Müdürümüz Fazlı Danışman’dan aldığım rakamları arz ediyorum: Amerikan Hastanesi 930, Arasa 890, Hükümet civarı 900 ,Kırkayak civarı 919