Bu manevi sultanın, asıl adının tesbit edilememiş olduğunu görüyoruz. Dülük tabiri, islamiyetin intişarından sonra bilindiği de meçhul değildir. İsmin menşei ise, çok eski devirlere kadar iner ve Sumer Büyük İmparatoru (Şulgu-Dungi: 2332-2274) ye kadar dayanır. Çünki burası, bu hükümdar adına kurulmuş bir mabed yeridir. (Gaziantep tarihinden notlar) adlı eserinden gereğinden fazla yararlandığımız (Emekli öğretmen sayın Mustafa Güzelhan) Bu eserlerinde meşhur gezgin (Evliya Çelebi) den bir kayd alarak Dülükbabanın, (Yavuz Selim Mısır seferine giderken uğradığı Dülükte hazret ile görüşmüş ve bundan zafer müjdesini almış ve gerçekten de ermiş sultanın verdiği müjde dairesinde Mısırla beraber bütün Suriye, Filistin bölgelerini de Osmanlı İmparatorluğu arasına katmıştır. Fakat seferden dönüşünde, batın sultanının vefat etmiş olduğunu öğrenerek ona verdiği ona verdiği sözü yerine getirmiş ve burada bir zaviye ve imaret kurdurmakla beraber, hazretin öldüğü ve gömüldüğü yere bir de türbe yaptırıp, bir çok vakıflar tahsisetmiştir. Araştırıcı dostumuz üstad Cemil Cahit Beyde de ayni haberi vermekle beraber yerli rivayetlerden de oldukça malumat vermiştir. Son samanlarda yayınladığı:

— Gaziantep Evliyaları adlı eserinde bu malûmat vardır, Fakat bizim asıl maksadımız bu zatın gerçek adı üzerinde durmaktır. Çünkü Dülük sözü onun doğuşta verilmiş adı değil, yattığı yerden bu adı almıştır.

Bilindiği üzere Yavuz Selimin Mısır seferi (922 h, 1515) tarihine rastlamaktadır. Evliya Çelebi ise, Antebi (1061, 1082) tarihlerinde iki defa ziyaret etmişter. Zamanımızdan üç asır önce yaşamış olan Evliya Çelebinin, kendisinden bir buçuk asır kadar önceki bir hadiseyi naklinda yanlışlıkla olmasına ihtimal verilmez amma, asıl adının o sırada Yavuza anlatılmamış olmasının veyahut Evliya Çelebinin bu adı sorup araştıramamış bulunmasının sebebi, halk dilinde oldukça yabancı bir adın doğru söylenmesinden ve artık şöhreti de etrafı tutmuş olduğundan yaşadığı yerin adı, kendisine asıl adı mahiyetinde tanınmıştır. Şahveli ile (75) yıllık bir zaman fasılası olduğuna göre her ikisi arasında da en az dört beş kutup geçmiş olması düşünülebilir. Bu mülahaza ile, Şahveli ile Dülükbabanın ayni mesleke hadim melami mürşidlerinden olduklarını kabule yer vardır. Fakat acaba bu mülahazayı, bir dereceye kadar isabetli gösterebilmek için her hangi bir kaydı ileri sürebilecek miyiz?

Evliya Çelebi bize bıraktığı haber, oldukça önemlidir. Kendisinden iki asr kadar önce yaşamış olan bir batın kutbunun bölgede yaşattığı ün ve keramet menkıbelerinin, elbetteki daha hatıraları halk kafa ve dilinde mümkün olduğu kadar canlı gibi yaşamaktaydı. Rivayetler, hep ayni mealde birbirini takip etmiş ve onun (Melami tankına mensup bir bektaşi şeyhi olduğu belirtilmiştir. Bilindiği üzre, bölge bir kaç tarikatın gelişme yerlerinden biridirki bunların başında da (Melami, mevlevi, bektaşi) tarikatlarini nefsinde birleştirmiş bir (gavs) olarak karşımıza çıkıyor.

Ancak bu zatın asl adı, bölgece bilinmemekte olduğundan ve Bektaşi vilayetnamelerinde de adı anlaşılır surette geçmemiş olduğundan biz bu adı yine (Melamiler) adlı eserde araştırmak zorunda kalıyoruz.

Dülükbabanın Yavuz Sultan Selimle karşılaştığı tarih (922) dir. Bu tarih, Şahvali-Hacı Keyvanbeyin Melamiliğe bağlanış tarihi olan (997) tarihinden daha öncedir. Aradaki (75) yıllık zaman farkı her ikisi arasında en az dörtbeş melami kutbunun daha gelip geçmiş olması gerektiğini düşündürmektedir. Fakat bu devre içinde yaşamış olan kutupların kimler olduğu bilinmemekle beraber, sonuncusunun Dülükbaba olduğu söylenebilir. Melametilikte bildirildiğine göre (Hacı Bayram Veli) nin halifelerinden (Melami-Bayrami tarikatının kurucusu Ömer dede sikkinıye mensup ve bunu halifesi (Binyamin) adında bir şeyh gelmiş ve (926) tarihinde de vefat etmiştirki bu tarih, Dülükbabanın Yavuz Selim ile görüştüğü tarihten dört yıl sonrayı gösterir. Fakat bu tarihte artık Dülükbaba vefat etmiştir. Öyle bir kutbun makamı elbette melamilerce boş bırakılmadı. Yerinede bu (Binyamin) adındaki zatın geçirilmiş olduğu düşünülebilir. Fakat burada bu zatın (Ankara) civarındaki (Ayaş) kasabasından olduğu açıklanıyorkî bir takım kafaları şaşırtacak yer nisbeti de bu.. Eski yazarların ve onlardan kopya etmek zorunda kalan müelliflerin, aldıkları haberi ayniyle eserlerine aktarma annesini gözönünde tutanlar bu gibi iltibas gösteren tabirler üzerinde ehemmiyetle durmak mecburiyetini duyacaklardır. Bizce Ayaş denilen yer, bu bölgeye civar bir yer olacaktır ve belki de şimdi Suriye bölgesinin demiryolu kuzey kısmındaki (Ayaşa) adındaki yerdir. Her zaman, her memlekette medrese ile tekkelerin çekişmelerini bu proplemde de sezmek mümkündür. Yavuzun tek ve hakim varisi (Kanuni Sultan) Süleyman huzurunda (Binyamin) hakkında bir takım isnadlar yapılmış ve bu zat derhal (Kütahya) kalasında hapse atılmıştır. Bu sırada İse Osmanlı ordusu (Rodos) adasını kuşatmıştı. Fakat aradan günler geçiyor ve ada bir türlü fetbe dilemiyordu. Padişahın can sıkıntısını gidermek için aranılan çareler arasında (Şeyh Binyamin) in hapis halı da elde ve tam yerinde bir vesile teşkiletmiş ve çuhadar bey, padişaha şu sözler ile ikazda bulunmuştu:

— Hacı Bayram Velinin Halifelerinden Ayaşlı Bintamin, bu kadar zamandır Kütahya kalasında mahbusdur. Zanederim ki Rodosun fethedilmemesine sebep budur.

Maneviyatta içten bağlı olan Padişah derhal Kütahya beyine bir acele ferman yetiştirerek Binyaminin serbest bırakılmasını istemiş onun hapishanesinden çıkarılmasiyle beraber Rodos adası da fethedilmiştir. (Melametiler: (42,63). Şeyh Binyamin serbest bırakılınca, hemen yerini değiştirerek asıl yurdu olan Antep iline geçmiştir. Fakat Melamilerin an’anelerinden biri de etraftaki müridleri yoklamak ve gereğinde manevi eksikliklerini tamamlamak için arasıra gezmekti. Her halde bir müddet şurada burada dolaştıktan ve asıl adını, halk dilinden düşürdükten sonra gelerek Dülükte yerleşmiş ve burada da yaşadığı yere nisbetle Dülükbaba adiyle şöhret bulmuştur. Şeyh Binyamin, iki büyük padişahı da görmüş ve devirlerinde yaşamıştır. (926) tarihinde vefat edince de kutupluk yerine Aksaraylı (Pir Ali) geçmiştir. Bu zatı da Kanuni Süleymana şikâyet etmişlerdir. Ah o eski medrese otoriteleri, batın erenlerindeki manevî kuvvetin saçtığı feyz ışıklarını bir türlü çekememiş ve o ışıklar, göremiyen gözlerini kamaştırmıştı. Fakat Sultanın çeşitli de nemeleri karşısında, yapılan isnatların yersizliğini isbat eden (Pir Ali) okşanarak padişahın iltifat ve teveccühünü bile kazanmıştır. Pir Ali Bahaeddin de (95) tarihinde vefat edince de kutupluk yerine Aksaraylı (Pir Ali) geçmiştir. Bu zatı da Kanuni Süleymana şikâyet etmişlerdir. Alı o eski medrese otoriteleri, batın erenlerindeki manevî kuvvetin saçtığı feyz ışıklarını bir türlü çekememiş ve ışıklar, göremeyen gözlerini kamaştırmıştı. Fakat Sultanın çeşitli denemeleri karşısında, yapılan isnadların yersizliğini isbat eden (Pir Ali) okşanarak padişahın iltifat ve teveccühünü bile kazanmıştır. Pir Ali Bahaeddin de (95) tarihinde vefat ettiğinden yerini (Şeyh Yakub) a bırakmıştır. Şeyh Yakup ise (997) tarihinde vefat ettiğinden kutupluk makamı (Pir Ali Bahaeddin) in kerimezadesi (kızının oğlu) ve Şeyh Yakubun da damadı olan (Şeyh Haşan) tarafından işgal olunmuştur. Bu zatın ölümü üzerine de oğlu (Şeyh Ahmed), kutupluk yerinde görülüyor.

Adı geçen Şeyh Yakubun lakabı da vardır. (Halvai baba) denilmiştir ki, uğraştığı san’atın ifadesidir ve (halvacı) demektir. Bölgede (Helvacıbaba) adiyle tanınmış bir ermiş olduğu (Gaziantep evliyaları) adlı eserde gösterilmiştir. Olsaydı, elbetteki sayın dost ve üstadımız Cemil beyin araştırmış olması gerekti amma Sadiye tarikatının kurucusu Şeyh Sadeddin Cııbavi’nin Birecik Kalasında gömülü bulunması ve 1000 tarihinde vefat etmiş olması gözönüne alınacak olursa, hep bunların yakından uzaktan birbirleriyle ilgili olduklarını yadırgamamak gerekir. Varılan netice şudur:

Dülükbaba-Binyaminin Kütahya zindanından kurtulduktan sonra, bir müddet şurada burada dolaşarak izini kaybetmiş ve ikinci bir zindan havası teneffüs etmemek ve geriden geriye mensuplarının manevi aydınlanmasına hizmette bulunmak için çok gizli kalmak istemiş ve bu düşünce ve harekette serbestisini kullanarak gizlice Dülük köyüne gelip yerleşmiştir. Buradaki inziva alemi, onun kim olduğu hakkında hiç bir bilgiye sahip otamadan yeni bir tanrı dostu olduğu kanaatiyle sempati göstermişlerdir. Ancak onun asıl doğduğu ve yetiştiği yerde bu eski mabed sahası değildi. O daha doğu güney veya doğu kuzeyde idi ki bunların şimdiki adları:

— Peşke Bınamlı

— Binamlı Karakuyudur. Çünki buraları, hazreti Musanın zabtından sonra İsrail oğullarından [Binyamin] sıptına ayrılmıştı, Yeşu Peygamber de bu taksimi ayniyle tutmuştu. Çünkü [Süt, bal akan] diyardan [Hati ili] ne burası dahildi. O devirden beri ayni adı, az çok galet şekliyle yaşamış ve bu zamana gelmiştir. İşte bu derin incelemelere dayanarak söyleyebiliriz ki Dülükbabanın asıl adı [Binyamin] olup buraya yerleştikten sonra, Dülükbaba adiyle anılmış ve devam edip gelmiştir. Asıl adı ise yanlış teşhisler yüzünden unutulup başka yerlerde, mezarı ile birlikte sanılıp araştırmaya dayanmadan eserlere geçirilen haberler sımsıkı elde tutulmuştur. An’aneye göre Binyamin [Dülükbaba] nın vefatından sonra kutupluk makamına [Pirali] geçmiştir. Bu zat [Aksaray] İldir. Şimdi bazı noktaları inceliyelim. Daha önce de birçok gerçeklerin [Toponomi ile anlaşılabileceğini de unutmayalım.

Dülükbaba [Binyamin] in vefatı 926

Piralinin vefatı 935

Şeyh Yakup [Helvacı baba] vefatı 997

Nakle göre, Piralinin vefatından sonra, yerine oğlu Şeyh [Hasan] geçmiştir. Bunun vefatı üzerine de kendi oğlu şeyh Ahmed kutupluk postuna oturmuştur. Fakat bu son iki şeyhin devirleri karanlık içinde kalmıştır. Şeyh Yakup ise, çok şöhret yapmış ve devrini yaygın bir manevi şa’şaa ile doldurmuştur. Bu gerçekten çıkarılacak netice de söyle olacaktır. Şeyh Yakup, kutupluk makamında uzun müddet kalmış ve bu müddet içinde kazandığı ün ve şan evvelki ikiyi gölgede bırakmıştır.

Bu arada Hacı Keyvan bey-Şahveli dediğimiz batın ereninin de [1012] tarihinde vefat etmiş olduğunu görüyoruz ki Şeyh Yakubun yaşadığı devirde demektir. Şeyh Yakup [40] yıl kadar kutupluk makamında kalmış ise de bu ara keyvan kabai de Şahveli ismi altında halkın iltifat ve sempatisine mazhar olmnştur. Bununla beraber sayın dost ve üstadlarımız Cemil Cahit B. ve araştırıcısı arkadaşlarına, daha derin incelemelerle memleket kutuplarının, yeni nesle tanıtılmalarına himmet buyurmalarını candan arzu ederiz.

Şükrü ERDOĞAN