(Bir önceki sayıdan devam)

Dayı bazı yıllar sâkin bir hayat yaşamak için kışı da ailesile birlikte Yona’da geçirirdi. Onun Yona, Karaburun, Mıkdıfı adlı üç çiftliği vardı. Kendinin merkezi Yona idi. Burada şahane bir konağı, kitaplığı, eczanesi, tâmir atölyesi, ekmek fırını, mükemmel bir aşhanesi vardı. Buradaki selâmlığı da çok haşmetliydi. Bu Selâmlık aynı zamanda çevrenin bir misafirhanesiydi. Yakın köylerde vazifeye çıkan memurlar geceyi hep Dayı’da geçirirlerdi.

Kışın yağmurlu günlerinde çiftçiler, çift sürmeye gidemezler, Dayının odasında toplanır sohbet ederlerdi. Dayı halkçıydı, köylüyle haşir neşir olmayı çok severdi.

Bu toplantılardan birinde bir gün, söz döndü dolaştı, Tohum temizleme makinesine geldi. Köyün akıl hocası çok zeki bir muhtarı vardı. Ağa onu çok sayardı, adı Ellez Mâmet idi. Ellez, Ağa’ya sordu:

— Bire Ağa, dedi, hepsi neyse ne ama şu Tohum temizleme eleğinin ne gereği var? Atayı ecdadımız tozuynan toprağıynan ekmişde bitmemişini yani? Azaplarına zulmediyorsun!

Bu sohbeti misafir odası eşiğinde ayak üstü duran, Ağanın azapları da izliyorlardı. Bunlardan Hördulhamet adlı birisi sıska, zayıf, sarı benizli, çarpık vücutluydu, âdeta bir insan müsveddesiydi. Onun yanında da Azap Mâmey duruyordu. Mâmey 60 yaşında hiç şehir görmemiş, iri yapılı, sağlam vücutlu kırmızı yanaklıydı.

Dayı Ellez Mâmed’e cevap vermek için önce sıska azabı göstererek şöyle dedi:

— Ellez Mâmet şu Höndü hamedi görürüyorsun ya işte temizlenmemiş tohumun dölü bunun gibi olur. Sonra da Mameyi, göstererek:

— İşte temizlenmiş tohumun mahsûlü de Mimey gibi olur, dedi ve hepimiz gülüştük. Sonra Dayı vekilharcına emretti, anbardan bir kilo kadar buğday getirtti ve ikisini bir arada cemaata teşhir etti. İkisi arasındaki farkı gözler ile onlara gösterdi ve hepsi Ağa’ya hak verdiler.

Ben bir dâvâyı isbat için ömrümde böyle canlı bir misâl verene ilk defa Dayıda rastladım.

Dayı Ahmet Ağa hazır cevaplıkta Antebin ikinci bir (Hasırcı zade)si idi. Nur içinde yatsın!

Padişahlık devrinde Osmanlı ülkesindeki azınlıklardan asker alınmazdı. Onlar refah içinde yaşarlar, evlenirler çoğalırlar, kazanırlar, zengin olurlardı. Türkler ise Hicaz illerinde, Yemen çöllerinde 6 yıl askerlik yaparlardı. Ya giderler gelmezler; ya gelirler iflâh olmazlardı. 6 yıl kızgın çöllerde askerlik yapmak dile kolaydı.

Azınlıkların refahı, onlarda egemenlik hırsı yaratıyordu. Ermeniler bu fırsattan faydalanarak, Müslümanların taşınılmaz mallarını ele geçirerek onları bu topraklardan atmak ve bağımsız bir (Kilikya Hükümeti) kurmak istiyorlardı. Nitekim 1910 yılında Antep’te bir (Kilikya Ermeni Dar’ül muallimini) açılmıştıda.

Ermenilerin Türk köylüsünün mallarını ele geçirmek, onları tüyden tozaktan etmek için kullandıkları metodu, Oda Sohbetlerinde merhum Dayı Ahmet Ağa o akıcı üslubu ile ne güzel karakterize ederdi?

Hikâyesinin kahramanı da Gaziantebin Beylerbeyi Köyünden. Kendi muayyilesi icadı, (Gostul Ahmet) adlı bir köylü idi. Bunun karısının adı da (Dudu) idi.

Şimdi Dayı’yı dinliyelim:

«Efendim Beylerbeyli Gostul Ahmet, Antebin en zengin manifatura mağazasının sahibi Karuç Efendi’ye 50 altın borçlu. Darda kalmış, köydeki tarlalarından birini rehin etmiş 50 altın almış, şimdi bir oğlunu evlendirecek ama para yok, malı var. Karuçun mağazasında mal dolu, tepsen deşilmez. Allah var, Gam yok. Gostul Ahmet, avradı Dudu’yu yanına alır. Köye 2 saatlik mesafedeki Antebe gelir. Tabii veliyyinimeti Karuç’a da bir satıl yoğurt, bir sepet yumurta, bir sepet üzüm gibi hediyeler de beraberinde. Karuç’un mağazasına girerler.

Karuç onlara göre kapı alır, sanki bağrına basar. Yaylı koltuklara oturtur, dondurmalar ısmarlanır. Karuç, Kostul Ahmede bir de kalıplı sigara ikram etmiştir. O zaman zenginlerin içebileceği bu sigaranın dudaklara alınacak kısmında 3 santim uzunluğunda boru gibi ince kartondan yapılmış ve emzik vazifesi gören bir boşluk var. Emzikli sigara bir bütündür, ikisi bir tek sigara manzarasını gösterir.

Halkın (Kalıplı sigara) dediği bu sigarayı Gostul Ahmet dudaklarına götürür ama emzik tarafını değil de kirbitle yakılacak tütünlü kısmını dudağına almıştır. Karuç kirbiti çakar, gülerek Ahmedin ağzındaki siğarayı düzeltir, emzikli ucunu dudaklarına verir sigarayı yakar. Hoşbeşten sonra asıl konuya geçilir:

Kostul Ahmet-ortak der, oğlanı evereceğiz ama paramız yok. Daha eski borcu da veremediğimiz için sana da yüzümüz yok nasıl etsek bilmem ki?

Karuç-çok ayıp ettin Ahmet Ağa, mağaza şenindir. Asvadur! (Tezgâhtarın adı) dır. İndir Gülüm Ahmet Ağanın istediklerini! mallar raflarda top top iner. Hepsi göz kamaştırıcı kumaşlar, basmalar, pazenler kadifeler, kes şundan, kes bundan, bir yığın eşya alınır, bir tarafa konur. Alman mallar Ahmede göre yeter ama Karuça göre değil:

Karuç-Ahmet Ağa düğün de dosta düşmana karşı şu ipekli meşlah sana çok yakışır, şu kırmızı kadife de Dudu hanıma

(Devam Edecek)