(Bir önceki sayıdan devam)

ne güzel bir zubun olur? Şu ipekli Şam çitarisi, güveğiye şu telliler bekâr kızların İrebiş’e, Güllü’ye, Selviye ne güzel gelir? şu mavi çuhadan bekâr oğlanlarına ne parlak sırmalı çuha abalar...

Derken derken 50 altınlık mal yerine 150 altınlık karaltıyı dayar. Kostul Ahmedin sakalı altına.

Kostul Ahmet-: Ey Karuç efendi, ya bu değirmenin suyu? Daha evvelki borcumuzda duruyor.

Kaçur-Çok ayıp ettin Ahmet ağa mağaza şenindir. Ne olur bunlarda benim bir ikramım olsun!

K. A.-Olmaz Karuç efendi, beni utandırıyorsun, sağ ol!

Karuç-O halde istersen köydeki (Karga sekmez) mevkiindeki ağlık bağ ile (Uzun ok), tâki tarlalardan ikisine daha ipotek senedi yapalım, paran ne zaman olursa verir çıkarırsın!

K. A.-(bu tekliften çek memnun) hay hay ortak, der benim mallarımın da hepsi senindir.

50 altın evelki borç 150 altın da yeni borç. Hepsi 200 altın. Buna karşılık 400 altın değerindeki taşınmaz mallar mağazacı Karuç’a resmi senetle ipotekli senetlerin vadesi yeter. Kostul Ahmet de metelik nanay, Ahmet kadere boyun eğer, resmi muameleler yapılır mallar da Karuç’a intikal eder.

İşte böyle böyle Ermeniler, İslâmların mallarının onda dokuzunu ele geçirmişlerdi, ama: (Ağlıyanın malı, gülene hayır etmez ki. Bunlar ergeç eski sahiplerine geçecektir.)

Ağanın konuşuğu burada sona erdi:

Bu sohbette, ben ille de Gostul Ahmedin kalıplı sigarayı ters tarafından ağzına almasına çok gülerdim ve Oda Cemaatı da kahkahalarla gülerlerdi.

Yıl 1912 İkinci Meşrutiyetin ilânı üzerinden daha 4 yıl geçmiş. Sansürden kurtulan Türk gazetelerinin, dergilerinin dili açılmış, bir ağızdan milleti uyarıyorlar. Mektepler açmıya, ülkü yolunda hızlı adımlarla ilerlemiye çağırıyorlar. Tüm ulusu her il, ilçede ittihat, terakki kulüpleri açılmış, o günün deyimile milletçe (bilâ tefkiri cins ve mezhep) birleşmişiz. Ciğerlerimiz hürriyet havasile dolu, kalplerimiz vatan aşkile küt küt vuruyor. Kulüplerde konferanslar, meydanlarda nutuklar bizi coşturuyor. «Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet» âvazeleri gök kubbeyi çınlatıyor. Her yerde alkış, alkış alkış, alkış!.

O yıllarda, Almanların yapmakta oldukları Berlin-Bağdat hattı Akçakoyunlu’yu geçmiş Carabulusa doğru ilerliyor. Fırat Nehri üzerine tren köprüsü yapılıyor. Dayı Ahmet Ağa Alman mühendislerini (Yona) ya davet ediyor. Onlarla, tercüman aracılığıyla yaptığı konuşmalardan ki bunun tavsilatı (Gaziantebin yakın tarihinden notlar ve hatıralar) adlı kitabımda vardır. 15 evli çiftliği (Yona) köyünde bir ilkokul açmayı kafasına koyuyor. O sırada kendisi Halep’te, Antep delegesi olarak meclisi umûmî Encümen-i Daimi üyesi. Halep Valisi ile anlaşıyorlar, Yonada bir mektep açılmasına dair Meclisten karar alıyor. Köyde okul açılıyor, ben de bu okula muallim tayin edilip gidiyorum, 25 teşrini evvel 1329 (25 Ekim 1913) de vazifeye başlıyorum, ama kimse çocuğunu okula göndermiyor. Dayı, kara kırbacı çekiyor, babalarını vura vura okula 20 çocuk topluyor Ben bütün gücümle çalışıyor, 6 ayda, bu çocuklara eski harfle okuyup yazmasını öğretiyorum, onlara bir takım vasati manzumeler ezberletiyor, şarkılar belletiyorum.

Yona’ya gelen misafirleri Dayı alıp okula getiriyor. Çocuklara şarkı söyletiyorum, köylü şivesile onlara ezber okutuyor, şarkı söyletiyorum 6 aylık bir emek mahsulü bu hareketler misafirleri çok memnun ediyor. Dayı’yı ve bana teşekkür edip çıkıp gidiyorlar.

Hiç unutmam: Dayı bir gün 5 kişilik müslüman bir misafir grubu getirdi. Hepsi çiftlik sahibiydi, birisi de meclis-i idare azasıydı Bunlara da okuldaki 6 aylık faaliyetimizi gösterdik, hiç bir şey söylemeden, Dayı ile birlikte okuldan çıktılar, misafir odasına gittiler. Paydos yaklaşmıştı biraz sonra bende çocukları bıraktım, okulu kapattım odaya gittim. Okuldan yana konuşuluyordu, bu efendilerden birisi dayıya şöyle diyordu:

— Karga besle ki gözünü oysun. Bu çocuklar okuyup adam oldu mu, yarın bir gün senin arazine sahip çıkarlar, elinden alırlar, seni tüyden tozaktan ederler. Komşundaki Hötoğlu köyündeki Kadıro’nun sana yapamadığını bunlar yaparlar.

Dayı bu adama şu cevabı verdi :

— Ben böyle düşünmüyorum. Okuyup adam olan kimse vicdanlı olur, kanun nizam bilir, kimsenin tarlasına sahip çıkmaz.

O sıralarda Dayı’nın Yona köyü hududundaki Hötoğlu köyü köylüleri, onun takımındaki birkaç tarlasına el atmışlardı. Birkaç yıl mahkemelik olduktan sonra Dayı dâvayı kazanmış, onları tarlalardan çıkarmıştı.

Dayıyı, okul açtığı için kınayan bu kudretli kişi, bugün de olduğu gibi milletin câhil kalmasını, bundan kendinin yararlanmasını isteyen kötü bir politikacı idi. Bu misafirler o gece odada yattılar, sabahleyin atlarına bindiler, gittiler.

Mevsim ilkbahardı, hava latifti. Bizi kınayan misafirlerden bir kaç gün sonra gene 9 kişilik bir misafir grubu geldi. Bunlar Antep Amerikan Koleji ve Antep Ermeni Okulları öğretim üyeleriydi. Hepsi de Ermeniydi. O zaman Akçakoyunlu’yu geçmiş, Carabulusa doğru ilerliyen Berlin-Bağdat hattı inşaatını ve oraya kadar gelip giden treni görmiye gidiyorlardı.

Dayı âdeti üzere onları da aldı okula getirdi, onlara da hünerlerimizi gösterdik, çok takdir ve bize teşekkür ettiler. O gece Yona’da kaldılar. Ertesi gün gittiler, gezdiler Antebe döndüler.

Yona’da kaldıkları gece oda sohbetinde Dayı onlara, oda duvarında asılı kara kırbacı göstererek, onunla, Ekincilerini döve döve okula ne zorluklarla talebe topladığını anlatmıştı.

Ermeni Öğretmenler Antebe döndükten bir hafta sonra köyde bize bir (Rehnümâ) gazetesi yolladılar. O zaman Antep Kolejinde bu adla 4 sayfalık, haftalık bir gazete yayınlanıyordu. 2 sayfası Ermenice, 2 si de Türkçe idi. Gazete Kolejin Ermeni öğretmenleri tarafından yayınlanıyordu. Başlarında Kilikya yeli esen bu Ermenilerin Antep’te de niçin bir gazetesi olmasındı?

Gazeteyi aldım, açtım baktım, (Kara kırbaç başlıklı) yazı gözüme ilişti. Yazıda Yona mektebi hakkında övgüler, Dayı’nın kara kırbaç hikâyesi yer alıyor. Okul, gölgedeki bir havaya, Sof Dağındaki (Gerdek Pınarı) na benzetiliyor. Öğrencilerin başarıları takdirle yad ediliyordu.

Sof Dağı Antebin batısında bir dağdır aynı zamanda burası bir sayfiyedir. Burada (Gerdek) Pınarı denen suyu çok soğuk bir pınar var. Eskiden varlıklı Antepliler, Maraşlılar, yaz günleri burada kamp kurarlar, serinlerler, temiz hava ile ciğerlerini doldururlardı.

O gündür bu gündür ben hâlâ o Türk ve müslüman misafirlerin Yona mektebi talebesini karga yavrularına, okulu da bir karga yuvasına benzetmeleriyle, Ermeni misafirlerin okulu Gerdek Pınarına benzetmeleri arasındaki zihniyet farkını düşündükçe tüylerim diken diken olur.

SON

Şakir Sabri YENER