Gaziantep Kültür Dergisinin Ağustos. 1963 sayısında Çukurbostanın dünkü ve bugünkü halini tarif etmiye çalışmıştım. Bu sayıda da Çukurbostan âlemlerinden bahsedeceğim.

Ben, Çukurbostanda gece keyfi ve eğlencelerini bir türlü unutamıyorum. Çocukluğumun geçtiği Çukurbostanın Birinci dünya harbinden evvelki tatlı havasını hatırlıyorum. Bu bostanda bulgurcular kendi bulgurlarının başında toplanırlar, bulgur kaynatırlar; hısım, akraba ve dostlarını akşama davet ederlerdi. Misafirlere patlıcan, domates, biber dolmaları gibi yemekler yaparlar, köfteler yoğurulur, salatalar, içkiler hazırlanırdı. Davetliler kavun, karpuz, üzüm, şeftali gibi şeyleri hediye olarak getirirlerdi. İçki âlemini en çok Ermeniler yapardı. Her köme başında bir kaç fanus içinde lâmbalar yanar, kömeleri aydınlatırdı.

Müslüman Türklerde türkü, kaside ve gazeller söylerlerdi. Bunların seyrine doyum olmazdı. Genç Ermeni kızları hizmet ederlerdi. Çukurbostana bakan evlerin pencerelerinden ev sahipleri bu çeşitli âlemleri seyredip eğlenirlerdi. Çukurbostan değlibini işleten (Bekereci Ahmetti). Bu zat Antep savaşından sonra vefat etti. Antep savaşında da hizmeti vardır. Antep’te değlip başka yerlerde de çoktu ama Çukurbostandaki en meşhurlarındandı. Çukurbostanda birçok türkü söylenirdi. Bunlardan biri olan Ermeni kızı Horik türküsünü örnek olsun diye aşağıya alıyorum:

Horik damda yatıyor

Horik damda yatıyor

Yorganın yel atıyor

Yorganın yel atıyor

Aman Horik gel bize

Aman Horik gel bize

Neler alayım size

Neler alayım size

Horik bostanda geziyor

Horik bostanda geziyor

Etrafına güller serpiyor

Etrafına güller serpiyor

Aman Horik gel bize

Aman Horik gel bize

Neler alayım size

Neler alayım size

Horik damdan bakıyor

Horik damdan bakıyor

Ak gerdanı beni yakıyor

Ak gerdanı beni yakıyor

Aman Horik gel bana

Aman Horik gel bana

Neler alayım ben sana

Neler alayım ben sana

Çukurbostanda sabah olunca birçok (Küncülü-Susamlı Kâke) satıcıları görülürdü. Bir de (Zahter-Kekik) satan 90-95 yaşında bir Ermeni vardı: (Ekşili zahter beş paraya... bir mangıra...) diye satar ve herkes alıp küncülü kâke ile yerlerdi. Zahter sabah kahvaltısında kullanılırdı. O zamanlar şimdiki gibi çay içilmezdi.

Zahterci Ağobun evi, bugünkü Hükümet konağı civarında Park sokakta Avukat Refik Danişin yazıhanesinin olduğu Raife Özenin evinin tam karşısında idi. Bunun Yestir adında bir kızı ve diğer oğulları vardı. Evine zahtercinin evi denirdi İhtiyar zahterci Balıklı çarşısında ve başka yerlerde dolaşıp zahter satardı. Bunun zahteri dillerde meşhurdu.

Kekik-Zahter Antep’in etraf dağlarında yetişir. Kartlaşınca toplanıp kurutulur, çuvallar dolusu Adanaya götürülüp satılırdı. Adanada kebaplara konarak çok sarfedildiği söylenirdi.

Antep zahterinin kokusu başka yerlerinkilerden üstündür. Zahteri hep Antepliler yazın alır kışın satarlar. Kışın zahteri tavada kavurup sonra havanda döğüp ince elekten geçirirler. İçine koruk ekşisi veya limon tuzu, susam, leblebi unu ve (Payam-Badem içi) kavurup ufaltılmış karpuz kavun çekirdeği korlar ve karıştırırlar. İşte böylece zahter düzülmüş olur. Kahvaltıda ekmek içine konup yenir. Zahter kaynatılıp çay gibi de içilir. Bazı Sancılananlar içerlerse şifa görürler. Eğer inbıktan geçirilirse zahter ruhu da çıkarılır. Her ne suretle olursa olsun zahter kullanmak çok fayda sağlar. Çukurbostanda miyan şerbeti de çok rağbette idi. Birçok Antepli bilir. Çok defa Antep’e Miyan kökü, Nizip, Birecik, Fırat nehri kıyılarından getirilir ve tokmakla döğülüp suda ıslatılıp süzülüp miyan şerbeti yapılır. İçilmesi yaz günlerinde başlar, şimdi de yazın satılır. Yaz ve sonbaharda Çukurbostanda hep miyan şerbetçileri karlı şerbet satarlardı. Hele sabahları miyan kökü mayasını aç karnına içmeyi Ermeniler pek severlerdi. Bilhassa insanın böbreklerine ve idrar çıkarmıya yaradığını anlatırlardı. Şerbetler deriden tuluklarda satılırdı. Ayrıca dondurmacı dükkânlarında kuru üzüm suyundan üzüm şerbeti satılırdı. Bu şerbet içine kar konur ve kâke, simit ile yenip içilirdi. Üzüm şerbetinin içimine doyum olmazdı. Çukurbostanda çocuklar, geceleri, Kamışlı, külâhlı uçurtmalar uçururlar, yarışlar yaparlardı. Bazıları da bulgur kepeklerini bir köşede yakıp onun alevinin ışığında oturup eğlenirlerdi. Gündüzleri ise Topaç dediğimiz değirme (Çıkşa-Yoyo) oynarlardı.

Antep’ten Amerikaya giden Ermeniler tarafından çıkşağının Amerikaya götürülüp yayıldığını işittim. Çukurbostanda biz çocuklar bostanın sakin zamanlarında yerde bir çukur kazar serçe kapanı yapardık. Her çocuğun serçe tuzakları vardı.

Yaz ve sonbaharda darı koçanının yenip atılmış saplarına at kuyruğu telinin bir ucunu bağlar, telin diğer ucuna da bir çöp bağlar; çöpü elimizle tutar, darı koçanını daire şeklinde dönderir, koçan garıl garıl ses çıkararak döndükçe biz çocukların hoşuna giderdi. Biz çocuklar çok çeşitli oyun ve eğlenceler bulurduk. Bunlardan birisi de ari dolabı değirmeni idi. Bir eşek arısını yakalar çöplerle birlikte bir tertip kurar, arı kurtulmak için çırpınıp döndükçe biz, değirmen dönürüyoruz farzederdik. Bu yazıyı yazarken hatırıma 50 yıl evvelki Gaziantep’ten yazacak çok şey geliyor. Zaman her şeyi değiştiriyor. Bu hatıralar da şimdi sadece benim zihnimde saklı.