Öğretmenliğimin bir veya ikinci senesi idi. Bu günkü gibi hatırlıyorum, ismini bilmediğim saygı değer bu taşçı ustası Halkevi karşısında taş yontardı. Günün birinde işini gücünü bırakıp sert bir taş üstünde uğraşmağa başlamıştı. Epey emek, alınteri, pahasınada olsa Atatürk heykeli yarar vermişti. Okur değildi. Heykelcilik bilmezdi. Atatürk’ü hiç görmemişti. Bütün bu zor şartlar içinde başarı ümidi Ata’sına bağlılığı sevgisi idi. Resimden, taşa şekil vermek için bambaşka bir coşkunlukla didiniyordu. Bir gün emelinede erişti. Asker Mustafa Kemal’in heykelini tamamladı. O yıllarda da sade bir törenle Halkevi Bahçesine konuldu. O gün bugün Gazi şehrin Atatürk heykeli olarak gördüğü bu taşçı ustasının armağanı idi. Hakikatte bu heykelde bir taşa verilmesi gereken mana, ruh olmadığı gibi şekil hat ölçü, biçi, bakımından da hatalarla dolu idi. Bir gezgine bir konuğa şehir heykeli olarak göstermek de üzücü olurdu. Lâkin bu niyetten ümmî olmadan doğan saf kusurların çok daha üstünde, değer bulan bir asîl ruh, görüş ve sezişin bu taşçıda mevcudiyeti idi. Gönlünü alev alev saran Atatürk sevgisinin iyi duygularla yoğrulması taşa şekil vermedeki bilgisizlik ve kusurları hoş görmeğe yetiyordu. Zaten dün olduğu gibi bu günde, tenkit olarak söyleyeceğimiz bir hakkı da kendimizde görmemekliğimiz gerekirdi. Çalışma, görgü, bilgi, alınteri ve nihayet çocuklarının rızkından kestiği günlüklerine bu şehirli olarak, ne vermiş ve ne katabilmiştik. Acıda olsa söyliyeyim ki, bu usta olmasaymış bu kadarcığını duyup düşünmese ve yapmasaymış. O heykeli, nice olurmuş halimiz. Nereye çiçek serpecek, çelenk koyacak sevgilerimizi, bağlılıklarımızı, izinde olduğumuzu, hürriyete ulaşma gücümüzü; gençlik marşımızı neyin etrafında toplanarak haykıracakmışız. Meğer ne uzağı gören bir adsız kahraman ustaymış bu.

Türkün yakın mücadele tarihinde iki Gazilik kanunu ve payesi vardır. Gazi Mustafa Kemal – Gaziantep, Harplerin, çekilmiş acıların, mertliğin, zafere ulaşmanın kader birliğinden doğmuş bu kanun yine bunlardan doğmuş bir adaşlık bir medeni cesaret işidirde. Bundan yoksun olanlar gerçekleri açıklamak amacı ile de olsa tenkit yapamazlık yakınlığı. Biz ise seneler geçtiği halde ne yapmışız adaşımıza. Sadece içimize hapsetmişiz sevgimizi, adaş olmanın ögüncünü bu kadarcıkla da yetinmişiz. Tunç madenleri kaynaştırmamız gerekirdi içimizde düğümlenen bu iyi duygularla. Gönül sesi şuurlu vicdan sesi mildercesine içten dışa taşıyor.

Olur mu Böyle olur mu?

Böyle adaşlık olur mu?

Bu işi bir kutsal ödev ve yerine getirilmesi gereken bir borç sayanlar bir dernek kurmuşlar. Destek olma, yardım elini uzatma, bir yana, haberi bile olmamış kimsenin daha beterli çeşitli ceryanların çatlak sesleri direnmiş karşılarına. Yeni devrimle her yeni hız her yeni inanç gibi, yeniden kuvvet bulmuş bu kutsal ödev. Dikecekler mutlak.

(Gaziantep’te Yeni Gün’den)