Avrupanın Rönesans hareketine katılmıyan Türkler, Batı milletlerinin kazandığı üstünlük karşısında Doğu medeniyetinin yıkılışını hissettiler ve 160 yıldan beri gittikçe gelişen reform hareketlerine giriştiler. İmparatorluk devrinde başlayan reformlara Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonraki reformlarla devam edildi. Atatürk devrimleri Türkleri, Doğu kültür çevresinden kesin olarak ayırıp Batı kültürü ve medeniyeti çevresine soktu. Bu reformlarla Türkiye Cumhuriyeti Türk milletini sadece dıştan Avrupalılaştırmakla kalmamış, ona Avrupanın ruhunu ve düşünüşünüde vermeğe çalışmıştır.

Sayın Selâhattin Batu’nun dediği gibi: Doğu zihniyetini bırakarak meseleleri başka türlü, yepyeni bir açıdan ele almalıyız; Dünyaya ve insana bakışımız değişmeli, yeni bir dünya görüşü edinmeliyiz. Duygusu düşüncesi, sezişi, anlayışı tazelenen yepyeni bir insan olmak zorundayız. Doğu dünyasından Batı dünyasına, başka bir deyimle “Statik: Muhafaza edici” bir medeniyetten, “Dinamik: Yaratıcı bir medeniyete geçtiğimiz için yeni medeniyetin gereklerine göre düşünmek zorundayız.” Kıymetli fikir adamlarımızdan Suat Erginerin ifade ettiği gibi: Düşüncemiz nakilci olmaktan kurtularak akılcı (Rasyonalist) olmalı, bu kadarlada kalmıyarak müşahede ve tecrübe (deney) gerçeklerine göre düzenlenmelidir.

Batı dünyasına ve Atatürk devrimlerine kılavuzluk eden başlıca düşünceleri ortaya koyup şekillendiren Renaissance olmuştur. Kelime anlamı yeniden doğuş demek olan. Rönesans, Ortaçağı kapayıp, yeni çağı açan, Avrupa tarihinde temelli bir değişikliğe yol açan bir gelişmenin adıdır. Yunan ve Roma kültürlerinin geliştirdiği bir dünya anlayışıdır. Gelenek-görenek karşısında insan aklının, insan düşüncesinin hürriyetini müdafaa eder.

Batı medeniyeti ailesine aktif bir şekilde katıldığımız şu sırada, bu medeniyetin üstüne kurulduğu “düşünce temelini” iyice anlamamız gerekir. Batı medeniyetine ve inançlarımıza temel olan düşünceleri açık olarak kavrarsak, ne yapacağımızı da iyice bilmiş oluruz.

Osmanlı medeniyeti akılcı değil nakilci idi, ümmetçi bir medeniyetti. Böyle bir medeniyet çerçevesinde yaşıyan insanlar, gerçeğe akıl ve deneme yolu ile değil, sezgi yolu ile ulaşılabileceğine inanırlardı. İnsan düşüncesi mukaddes tanınan kitapların tefsirinden ibaret kalıyordu. Mukaddes bilinen insanların fikirleri “nakledilir”, tefsir edilir ve bu fikirler doğruluğu münakaşa edilmeden gerçek sayılarak “muhafaza” edilirdi. Yeni fikirler ileri sürenlere tahammül edilmez, fikir hürriyeti tanınmazdı.

Batı medeniyetinde ise insan düşüncesi: “Araştırma”, “bulma”, “yaratma” ve “yapma” gibi dinamik unsurlara dayanır. Çağdaş insanın en göze çarpan vasfı yapıcılığı ve yaratıcılığıdır. Batı medeniyetinde daima yeni teşebbüslere girişmek, “yeniye” ve “bilinmiyene doğru cesurca bir açılma ve atılma” hayatın, en büyük zevklerinden biri sayılıyor.

Ortaçağ insan idealine göre asıl gerçek hayat öbür dünyadadır. Bu dünyada hayat sadece bir gölge hayattır. Onun için ortaçağın insanı bu dünyadaki tabiatla pek ilgilenmez; onu değiştirip içinde daha iyi barınmak imkânlarından faydalanmak istemez:

Halbuki Batı dünyası insanına göre: İçinde yaşadığımız tabiat bizim evimizdir. Hayatın sevincini daha iyi duymamız için onu daha rahat yapmalıyız. Bunun için Rönesans insanı, tabiatın yapısını, bu yapının kanunlarını öğrenmeğe çalışmış ve bunda muvaffak olmuştur.

Tabiat kuvvetlerini öğrenip düzenliyen batılı, teknik, bilim, felsefe ve güzel sanatlar alanında gösterdiği başarılarla, yer yüzünün hâkimi olmuştur.

Batılı insan kendi zekâsına, kendi aklına güvenmiş yeniye ve bilinmeyene doğru cesurca atılmış, araştırmış, bulmuş, yaratmış ve yapmıştı. Gözlem (müşahade) ve tecrübe gerçeklerine göre hareket etmiştir.

Batı zihniyeti %99’u başarısızlıkla neticelenen araştırmalardan yılmamış; General Bradley’in ifade ettiği gibi: Ümitsizliğe kapılmayan, yılmayan muvaffak olur, biz kendi istikbalimizin mimarıyız fikrine inanmıştır.

Batılı insan herşeyden önce şahsına güvenir; başka insanlara yük olmak istemez. Doğu zihniyetli insan ise çok defa kendisini âciz hissettiğinden çevresinden yardım dilenir. Arzu ettiğini de elde edemeyince Âşık Veyselin dilinden:

Dost dost diye nicesine sarıldım,

Benim sadık yarim kara topraktır...

diye dert yanar ve mücadeleden vazgeçer. Doğu zihniyetinin kötü vasıflarından biri de: İnsanlarının aşırı kıskanç oluşudur. Bu zihniyet her yeni hareketi kötüler, alay eder, ayıplar; ilerliyenleri çekemez, yükselenleri kendisi gibi bayağılaştırmak için icap ederse iftira eder; muvaffak olanların en büyük düşmanı olur. Batı zihniyetli insan ise: Başarı kazananları kıskanmaz, imrenir; petrol kralı, otelciler kralı gibi ünvanlar vererek takdirini belirtir, teşvik eder. “Ben de onun tecrübesinden faydalanayım, yükseleyim, daha iyisini yapayım” düşüncesiyle muvaffak olmuş insanlara sempati duyar, düşman olmaz.

Doğu zihniyeti geçen zamana da kıymet vermez. Batılı insan ise Toda’yın dilinden şöyle düşünür: “Vaktimi israf etmiyeceğim. Elimdeki imkânlarla muvaffakiyete erişmeğe çalışacağım. Yarını beklemeyeceğim. Yarın hiç bir zaman gelmeyecektir. Daima bugünü yaşayacağım.”

Batılı insan aile ocağına büyük önem verir. Eşini saçı uzun, aklı kısa, güdülmeğe lâyık bir yaratık kabul etmez. Eşine anlayışlı davranır ve onu kendisi ile müsavi haklara sahip, bir hayat arkadaşı Kabul eder. Çocuğunu hayat mücadelesine hazırlar. Yavrusunu en geniş bir ölçüde yaratmaya ve işe sevkedecek muhit içinde yaşamasını sağlar.

Batı insanı: Tabiata insandan bir şey katma, bir çeşit yaratma işi diye tarif ettiği güzel sanatlara büyük önem verir. Batı zihniyeti (Güzel sanatlar eğitiminden mahrum bir mücerret (soyut) ve teorik bilimler ve felsefe öğretimiyle; kültürün başlıca gayesi olan “doğruyu”, “iyiyi” ve “güzeli” araştırıp bulmak mümkün değildir.) fikrine inanır.

Yukarıdaki izahatımla batı zihniyetini taşıyan bir insanı misallerle canlandırmaya çalıştım; dolayısiyle Batı kültürünün Doğu kültürüne olan üstünlüğünü belirtmek istedim. Şüphesiz, Doğu kültürünün ve zihniyetinin bütün vasıflarını kıymetsiz saymak gayri ilmi olur. Doğu insanının da batı insanına nisbetle üstün olduğu vasıfları vardır. Bu konu ayrı bîr yazı mevzusudur.

Türkiyede Cumhuriyetin ilânından sonra devlet tarafından Doğu kültür çevresinden kurtulup Batı kültür çevresine geçmemiz için, büyük gayretler sarfedilmiş ve edilmektedir. Meselâ: Doğu kültürünün klâsik dilleri olan Arapça ve Farsça öğretimi okullardan kaldırılmış; Türkçenin ihtiyaçları gözönünde tutularak hazırlanan yeni Türk alfabesi kabul edilmiş; Doğu kültürünün yayıcısı olan medreseler kapatılmış; Batı kültürünün temsilcisi üniversiteler kurulmuş; Batı kültürünü yayacak eserler Türkçeye tercüme edilmeye çalışılmış; okullar ve mahkeme teşkilâtı dünyalaştırılmış; Avrupa takvimi kabul edilmiştir. Son yıllarda Atatürk devrimlerinin tamamen gerçekleşmesi, Batı kültür ve düşüncesinin yerleşmesi için bilhassa iktisadî meselelerimize önem verilmekte; halkın hayat seviyesinin yükselmesi için çalışılmaktadır.

Hulûsi YETKİN