“Kuzguna yavrusu şahin görünür” derler, bir söz vardır. Ben de bu şehrin çocuğu olduğumdan mıdır, nedir, hep güzel vilâyetimize gadrettiklerine, kıydıklarına inanırım.

Konak yapılacak derler; yılan hikâyesi olur, hava meydanı yapılacak derler; hava olur… Kâh acı bir ihmâle uğrarız, kâh asılsız bir isnada. Nedir bu şehrin ters kaderi bilemedik ki!..

Herşeyi sâde devletten bekliyecek değiliz ya. Bizler de elimizden geleni esirgemiyor; ya maddesini kırıyor, ya tarihini yıkıyoruz!

Serzenişimiz sebebsiz değildir:

“Bir hey’et gelmiş, Antep Harbi filme alınıyormuş” dediler. Duyduk ki, parasız figüran topluyor, filmdeki bir sahne için lâzım olan bir destecik iskambil kâğıdını, ondan bundan istiyorlarmış; “Böyle kuşun kuyruğu nasıl olur?..” Diye düşündük. Eşe, dosta “Aman, dedik, otel, lokanta parasını veremiyenler, bu sefalet içinde iken, Antep Harbini nasıl filme alırlar?”

Mes’uller, gayri mes’uller cevap verdiler:

“ - Canım, çevirenler iyi olacak diyorlar. Hele dur, film bitsin, o zaman görürüz!.”

Film bitti, geldi; gördüler, biz de gördük:

Mehmed’i, Küçük Kamil’i, Şahin Bey’i, Karayılan’ı ve nice adsız kahramanlariyle Fransızı hayran eden koca Antep Harbi, basit bir hırsız-polis oyunu olmuş!.

Şimdi Türkiye’nin dört tarafında da gösteriliyormuş. Seyredenler her halde söylenecekler:

- “Bu mu imiş Antep Harbi?..”

Vah sahipsiz şehir vah!.. Vah talihsiz şehir vah!.. Yandım sana…