(Sayfa 13 den devam)

mücadeleler sonunda millî devlete şeklen kavuşabilmiş ise de henüz millî bir kültürün nüvesini dahi teşkil edememiştir.

Gerçekte bugün Türkiye’deki vaziyet Avrupa’nın 13.asır ile 19.asır arasındaki durumuna benzemektedir: Birbirinin çok yakınında veya birbirinden çok uzakta yaşayan, başka başka diller konuşan, kendilerine has örf ve âdetleri, yaşayış tarzları olan gruplar, kümelenmeler, köyler vardır.

Çoğu birkaç yüz kişiyi geçmeyen veya binleri bulmayan, başka ırk ve kültürlere mensup bu topluluklar birbirine ve Türkiye’ye sadece dinî bağlarla bağlıdırlar. Belki bir kısmında buna ilâve olmak üzere imparatorluktan kalma müphem bir Osmanlılık veya ayni derecede bulanık bir tarih yahut devlet şuuru da vardır.

Görülüyor ki, fertleri, bunların katıldığı her nevi sosyal grup ve teşekkülleri birbirine mezc etmek, birbirine bağlamak suretiyle millet yıkılamaz bir kale haline getiren milli kültür Türkiye’de henüz zayıf, gevşek, münferit bir unsur halindedir. Burada zayıf bir kültür unsurundan, muhteva ve fikri bakımdan geliştirilmemiş, işlenmemiş olması; gevşek bir kültür unsurundan da, bütün fertleri ve grupları ayni derecede alâkadar etmemesi ve birbirine bağlıyamaması kast olunmaktadır. Zaten din, dil, edebiyat, tarih şuuru, örf ve âdetler, gelenekler ve sair kültür unsurları birleşip bir terkip halinde millî kültürü meydana getiremediği müddetçe onun birleştirici rolü bu unsurlardan birisi veya birkaçı üzerine alır. Bu unsurlardan hangisinin veya hangilerinin millî kültürün rolünü tek başına veya kısmî terkip haline temsil edeceği cemiyetten cemiyete, devirden devire, o cemiyetin sosyal yapısına, içinde yaşadığı tarihî ve coğrafî şartlara tâbi kalarak değişir. Bu bakımdan kültür unsurlarından hangilerinin diğerlerine nazaran daha mühim, daha kuvvetli olduğuna dair umumî bir hüküm verilemez. Zira bir cemiyette varlığıyla yokluğu hissedilmeyecek derecede pasif bir halde kalan bir kültür unsurunun diğer bir toplulukta en mühim ve birleştirici bir rol oynadığını müşahade etmek mümkündür. Meselâ 19. asıra kadar Anadolu’da yaşayan Ermeni ve Rumların tamamıyle eriyip temessül etmessül etmelerini dinlerini önlemiştir. Hakikaten 15. asırdan itibaren Anadolu’yu gezen yabancı seyyahlar, her bakımından mahalli Türk kültürüne intibak ve iştirak eden Ermeniler için Hıristiyan Türkler demişlerdir. Ayni şeyi Anadolu’nun birçok yerlerinde yaşayan Rumlar için de söylemek mümkündür.

(Devam Edecek)