Bir milleti yaşatmak için bir takım temeller lâzımdır…

Bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır.

Çünkü insanlar sanat alanında birbirlerini bulurlar, sanat alanında birbirlerini anlarlar. Müşterek hayatlarına, duyuşlarına ve düşünüşlerine bu alanda bir şekil veriler. Milletler, bu ruh alanında iç hayatlarını birbirlerine tanıtırlar, seviyelerini birbirlerine gösterirler; kültürlerinin üstünlükleri de bu alanda belirir.

Çünkü sanat, dış hayatı düzenlemek için çareler aradığı gibi, iç hayatı ölçülü bir şekilde ifade etmek için de vasıtalar bulur. Şairin vasıtası ana dilindeki kelimelerdir. Ressamınki ise yurdunun renkleri, çizgileri, ışıkları. Mimar ve heykelci de ana toprağının taşlarını, tunçlarını, mermerlerini yoğurur. Hepsi ellerindeki malzeme ile bir “dünya” yaratmağa çalışırlar ve bu dünyaya, gerçekleştirmek istedikleri hayallerindeki düzeni verirler; içine de görüşlerindeki insanını oturturlar ve hepsini nesnel bir şekilde tasvire çalışırlar. İşte onların bu nesnellikleri, eserlerini millettaşlarına benimsetir. Herkes bu eserde kendi ruhundan, kendi düşüncesinden bir parça bulur; hayatlarını bu eserlerde şekillenmiş görürler.

Düşünceler, duygular geçicidir; insan da ölümlü. Milletler ise tarih boyunca durmadan göçüp gidiyor. Her birinin düşüncesi, duygusu ancak almış oldukları şekillerde yaşıyor. Tarihden önceki milletler bile bize eserleriyle varlıklarını duyuruyorlar. İnsanlar, eserlerinde ölümsüz oluyor, milletler, eserlerinde yaşıyorlar.

Atatürk’ün hakkı var: Milletimizi yaşatacak en mühim temellerden biri sanattır; eserlerimiz hayat temelinin sarsılmaz taşlarıdır.

Prof. Melâhat ÖZGÜ