(1202 (!) -1279/1787 (?) -1862- 3)

Birkaç̧ sene evvel Mültekâ şerhini yazarken müftülük müsevvidliği yaptığını, müftinin ise «Hâfız-ı Sağır» Hacı Mustafa Efendi olduğunu bizzat mukaddimesinde tasrih ettiğine bakılacak olursa, İsmail Paşa’nın bu iddiasını biraz ihtiyatla karşılamamız gerekecektir. Zira Mustafa Said, Şerhini 1272/1855’te bitirmiş̧ ve 1279/1862 63 de ise vefat etmiştir. Nukûl tanzimini son senesinde tamamlamış̧, orada da müftiliğine herhangi bir imada bulunmamıştır. Şayed asıl müftinin ölüm tarihini bilebilmiş̧ olsaydık belki bir tahminde bulunmak mümkün olurdu. (7)

Kâtib Mustafa Said Ayıntâbî, memleketinde vefat etmiş̧, Antep’in Topalak Taşı denen mahalline defnedilmiştir. (8). Mezar taşı kitabesinin hazırda kalan şekli şöyledir:

Türbe i Kâtib Mustafa Efendi

Mevtu'l âlimi ke mevti’l-âlem

Halk-i âlem hep bilüp bî iştibah

«Mültekâ»ya şerhini ol Fâdılın

İntibah itmişti ehl i ictibâh

Vird idüp Abdürrahim içre «Nukûl»

Kıldı ol dem azm i dergâh-ı ilâh

Geldi bir târîh-i mülhem mevtine

Bu fenâdan göçtü «Kâtib Hoca» âh.

Bu kitâbeyi ezberinden Râğıb Beye yazdıran zat, Rağıb Beyin dayısı oğlu ve hâlen Anteb Belediyelerinde işletmelerinde Muhasebe Müdürü olan, Hacı Sa’duddin oğlu Bay KEMAL ÖZYAZlCI’dır (ki bu soyadı. «Kâtib Hocazâde»den gelmektedir). Bursalı Mehmed Tahir’in bildirdiği mezar mahalli, iskân sâhası İçine alınıp ortadan kaldırıldığı için maalesef kitâbe de yok olmuştur

Mustafa Said’in vefatı üzerine, yazma eserleri, büyük torunu Fahruddin Efendiye intikal etmiştir. Kendisi Bostancı Mahallesi Camii-i Şerifi’nin imâm vb hatibi idi. İyi fıkıh bildiği için, kendisine başvuranların müşkillerini, büyük babasının kitablarına bakarak hallederdi.

Fahruddin Efendinin vefatından sonra ise eserler, onun torunlarından, Râğıp Beyin dayısı Hacı Sa’duddin Efendiye, onan da vefatı üzerine bu zatın büyük oğlu Şemsuddin’e ve sonra Râğıb Beye intikal etmiştir, ki şualardır:

İntihâbu’l Fukahâ (4 cild),

Fetâvây-ı Abdürrahim Nukûlü (2 cild).

Cihâdiyye: Bu son eserin bazı yapraklarını Şemsuddin Efendi görmüşse de, bugün kaybolmuş durumdadır.

Râğıb Beyin duymuş olduğu an’aneye göre, Mustafa Said Efendi İntihâbu’l-Fukaha’yı bitirdiği zaman İstanbul’a götürerek padişaha tâkdim etmiş, mütehassıslara tetkik ettirerek eserin kıymetli olduğunu anlayan pâdişâh ona «Fetâvây-ı Abdürrahim’in Nukûlü»nü cem ve tertib etme emrini vermiştir. Tekrar Anteb’e dönen müellif bu işi de bitirmiş, fakat İstanbul’a gidemeden vefat etmiştir.

Bizzat müellifimiz ise bu pâdişâh teklifi rivayetinin aksine, bu işe kendi bendine karar verdiğini: Zahere fî kalbî (Kalbime doğdu) ifadesiyle haber vermektedir. Kezâ, Mültekâ şerhi olan «İntikâbu’l-Fukahâ» sında mezkûr an’aneyi doğru çıkaracak hiçbir işarete tesadüf edilmemektedir. Fakat büyük tevâzauu yüzünden pâdişâhın takdiri keyfiyetini zikretmemiş olması da imkân dahilindedir.

Müellif, «Abdurrahim Fetvâlarına Nukûl» ilâvesinin sonunu (cild 11 varak 335 a) yazdığı kısa bir notta bize yaşı hakkında takribi bir bilgi vermektedir. Orada, «Şerhu’l-Mültekâ» yı bitirdiği zaman (1272/1885 -6 da) yetmiş yaşına yaklaşdığı söylemektedir. Nukûlü de son senesinde bitirdiğine göre, vefatında 77 yaşında ve dolaysiyle de tevellüdü takriben 1202/1787 oluyor demektir.

Hikmet Turhan DAĞLIOĞLU, «Gaziantep Meşâhiri» adlı eserinde (Gaziantep, 1939, s. 66), Kâtib Mustafa efendinin 1197/1783 de doğduğunu ve 1279/1862. Senesinde de 82 yaşında vefat etti gini yazmakta ise de, müellifin yukarı da kaydettiğimiz notu bu iddiâyı çürüt mektedir. Mustafa efendi, eseriyle birlikte ömrünü de tamamlamış bulunduğu seneyi devamlı üzüntüler ve hastalıklar içinde geçirmiştir ki, buna aynı notun sonunda bizzat işaret etmeden geçememiştir, içinde bulunduğu kötü şartların tesiri onu son eserinde bazı imlâ yanlışlıklarına bile sürüklemiştir. (Meselâ varak: I/b de: «ya ze’l - Fadi» ibâresindeki «zel’i ”ze”» şeklinde yaz maktadır )

Brockelmann’ın müellifimizden haberdar olmadığı anlaşılıyor, zirâ ne iki cildlik Gescbichte der Arabischen literatüründe, ne de bunun üç kalın cildlik Zeyillerinde (Supplementbânde) Fakihin adı geçmemektedir.

Mültekâ Şerhi: İNTİHABUL-FUK- HA

Ayntabî’nin şerh etmeye karar verdiği, İbrahim el-Halebî’nin «Mülteka’l Ebhur» isimli mühim fıkıh eserinin daha birçok şerhleri vardır .913/1517 de telif edilmiş bu eseri ilk şerh eden, Halebî’nin talebesi Ali el-Halebî’dir. (967/1560) (9). Şeyhî-zâde Muhammed ibn Süleyman’ın (1078/1667) «Mecme’u’l-Enhur fî Şerhi Nulteka’l-Ebhur» isimli şerhi en meşhur olanlardandır. (10). Aynı kitabın şârihleri arasında büyük sayıda Türkler de bulunmaktadır. Bursalı Tahir Efendi bunlardan otuz kadarını bir liste halinde toplamıştır. (11).

Mustata Said Efendiyi de bir şerh yazmaya sevkeden husus, şerhinin mukaddimesinde (varak 1 b) kendisi tarafından kısaca anlatılmaktadır. Kendisinden fıkıh dersleri alanlar böyle bir şerh yazması ricasında bulunmuşlardır. O sırada müellifimiz, hürmetle bağlı bulunduğu, «Hafız ı Sağîr» mahlaslı âlim Anteb müftisi Hacı Mustafa Efendi’nin fetvalarnı tesvid etmektedir. Aynı zaman da hocası da olan müfti efendiye saygı derecesi şuradan da bellidir ki, yine aynı şehirden Mütercim Asım Efendinin onun hakkındaki şu sözlerini kaydetme den geçememiştir: «Onun hakkındaki ki küçüklük, büyüklük, yani azamet ve vakâra delâlet etmektedir». Müftilik mtisevvidliği vazifesiyle son derece dolu oluşu mazeretini tâliblere kabul ettiremeyince, nâçâr Şerhi yazmaya koyulmuştur. Ne var ki, bu sıralarda, Anteb ve civarında Mületekâ’nın sâdece iki şer hi bulunduğu için Şarihimiz kaynak sı kıntısı çskmiştir Bunlardan birisi, Şemsuddin Sivâsî’nin kardeşi İsmail ibn Sinânuddine (1048/1638) âid iki cildlik «El-Ferâid fî Şerhi Multeka’l-Ebhur»dur (12); diğeri ise, Maraşlı müderris Ab- dürrahinı Paşa ibn Ebı Bekr’ln (1068 /658) «El-Muâdil fî Şerhi Mtilteka’l-Ebhur» udur (13), ki bu kaynak sıkıntısın dan Şârihimiz mukaddimesinde açıkça şikâyet etmektedir (14). Bereket ki, şerhiyle başladıktan biraz sonra, Şeyhî zâ’de’nin yukarıda adı geçen eserini ele geçirmiş ve ondan hayli istifadede bulunduğunu sevinçle ifade etmiş bulunmaktadır (15). Kâle’ş şârih «Şârih şöyle de di» veya: Keza fi’ş-şerh «Şerhte böyledir» tâbirleriyle kasdettiğl işte o şerhtir (16). Müellifin kendi şerhine verdiği «întihâbu’l Fukahâ» ismi, eserin kenarında yine kendisi tarafından şöylece açıklanmaktadır: İntihâb (seçim) müntehab (seçilmiş) ma’nasındadır. Dolayısiyle isim: Fakihlerin, hukukçuların kavillerinden, re’ylerinden seçmeler, demektir (17). Esâsen şerhi yapılan eserin müellifi îbrâhim el-Halebî (956/1549) kendi eserini, el-Kudûrî (18), el-Kenz (19), el-Muhtâr (20) ve el-Vikâye (21) deki meselelerden meydana getirdiğini tasrih etmektedir. Müellifimiz bu sayılan eserlere, Mecmeu’l-Bahreyn (22) ve el-Hıdâye (23) den de bazı meseleler kattığını ifade ediyor.

Mukaddimede yer alan başlıca mevzular şunlardır:

İmâmı’ı A’zam Ebû Hanife ve mezhebinin ehemmiyeti, fıkıhı (dil ve ıstılah manası), fıkhın kaynakları (Kur’ân, Sünnet, idma, kıyas…Bizden evvelkilein şeriatı Kur’ana tabidir.sahabilerin kavilleri Sünnete tabidir,halkın teamülü icmaa tabidir…), fetva ve kaza, müfti ve kadi ve aralarındaki fark, müctehidlerin mertebeleri (Tabakaları).

(İNDEX:

(7a) Şakir Sebri (Yener), Gaziantep büyükleri (Gaziantep 1934, s. 41) adlı eserinde mevsûkîyeti şübheli bir rivayet nakletmektedir. Bunda Antepli Saib Efendi kendi hocası Küçük (Sağir) Hafız Efendiden üstün tutulmakta ayrıca ondan sonra Antep müftüsü olduğu bildirilmektedir. Aynı müellif Küçük Hafız Efendiden bahsederken (aynı eser, 54-55), bu zatın hayatı ve eserleri hakkında hemen hemen hiçbir malûmata tesadüf edemediğini de ilâve etmektedir.

(8) Osmanlı Müelliflerî, 11/9)

(9) Kâtip Çelebi, meşhur «Kaşfu’z-Zunûn’unda Mülteka’ya yapılan şerhlerin bir listesini vermektedir. (Serefuddin Yaltka’ya ve Kilis’li Rif’at Bilge neşri), İstanbul, 1362/1943, II/1814-1816.

(10) Aynı eser, 11/1815.

(11) Osmanlı Müellifleri, 1/183-184, No. 130.)

(12) Hediyyetu’l-Ârifîn (1, 218); Osmanlı Müellifleri (1, 229)

(13) Hediyyetu’l Ârifîn (I563). Bursalıya göre (Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1342, III/285) 11 49 /1736’da vefat eden bu zat, matematikçidir ve Maraşça Sarı Ahmed Efendi zade diye tanınmaktadır. Mülteka şerhini Sultan III Ahmed’e takdim ederek mükâfata nail olmuştur. Bu şerhin bir nüshası, Üsküdar’ baki Selimiye kütüphanesinde bulunuyormuş.

dûtî,

(14) I, vrk 1,b

(15) Mukadime (1,2, a)

(16) Aynı yer (1,2, a)

(17) Aynı yer (1,2,a)

(18) «Muhtasaru’l Kudûri» (Ebu’l Hüseyn Ahmed ibn Muhammed el-Kuduri, al-Bağdâdî, öl 4 28/1036)

(19) Abdullah ibn Ahmed Hâfizu’d-Din en Nefesî, ö. 710/1310 (Kenzu’d-Del âik).

(20) Ebu’l Fadl Mecdu’d-Din el-Mavsılî (ö. 683), «El-Muhtar fî Furûi’l-Hanefiyye; veya Burhânu’d-Din Ali el-Merğinânî’nin «Mubtâru’l-Fetâvâ» sı

(21) Burhanu’ş-Şeria Mahmud’un «Vikâyetu’r-Rlvâye fî Mesaili 1-Hidâye»si

(22) I/vr. 3’a (yukarıda adı geçen Şeyhî Zade’nin eseri).

(23) Aynı yer [Buthânu’d-Din Ali el-Merğinânî nin (ö. 593/I197) meşhur fıkıh eseri].

(24) İntihâbu’l-Fukahâ, 1/212 a.

(25) Hediyyetu’l Ârifîn, 1/564; Osmanlı Müellifleri, 11/27.

(26) Osmanlı Müellifleri, II/9.

(27) Hediyyetu’l - Ârifîn, 11/458

(28) Osmanlı Müellifleri. 11/63 Hikmet Turhan Dağlıoğlu (Gaziantep meşahiri, Gaziantep 1939, s. 37 37), Bursalının listesindeki bu fetava sahibi Mustafa Efendi’yi, müellifimizden başka bir şahıstır zannederek, onun hiçbir yerde hal tercümesine rastlayamadığını söylemektedir.

(29) Şakir Sabri [Yener], Gaziantep Büyükleri isimli eserinde müellife kısaca temas etmektedir. (Gaziantep 1934, ss. 55-56))

BİRİNCİ CİLD’de tahâret namaz, zekât, oruç ve hacc,

İKİNCİ CİLD’te ise nikâh bahsi tedkik edilmektedir.

ÜÇÜNCÜ CİLD’te: alış veriş (el-buyû), sarf, kefalet, havâle, kavâ, şehâdet, vekâlet, da’vâ, ikrar, sulh, mudâre ve vedia, âriyet ve hibe kitapları mevcûddur.

DÖRDÜNCÜ CİLD’te şu kısımlar vardır: icâre, mükâteb, velâ, ikrah, hacr me’zûn, ğabs, şüfa, kısme, müzâraa, müsâkât, zebâih, kerâhiye, ihyâu’l - mevât, sayd, rehin, eşribe, cinâyet, meâkıl, vasiyyet ve ferâiz.

Şârih Ayntâbî bu şerhini yazarken normal terkibi takip edemiyerek, evvela ikinci, sonra da üçüncü ve dördüncü ve nihayet birinci cildi tamamlamış olmasının sebebini şöylece izah etmektedir: «Fetvâları tesvid ile meşgul olduğumdan, fetvâların suâl ve cevapları ise ekseriya muâmelâttan olduğundan ve dolaysiyle en çok muteber kitaplardaki bu sâhada müftâ bih olan meseleler ile uğraştığımdan dolayı bu tertibi, yani evvela muamelatı sonra ibâdâtı takib etmek zorunda kaldım» (24)

Hadd-i zâtında birinci ve ikinci cildleri biribirinden ayrılmayarak bir cild halinde tanzim edilmiş bulunan şerhin tamamı Müellifin elinden çıkmadır, ya’ni «hatt-ı dest-i müellif», veya «otograf» bir nüshadır. Aşağıda bu nüsha hakkında bilgi vermeye çalışacağız.

1. CİLD: Dediğimiz gibi bu cild ikinci cildi de içine almaktadır. Yazılış tarihi en son 1. si, 13 Zülkâde 1272 ikindisinde tamamlanmışdır. Kitabın ismi olan «İntihûbu’l-fukaha» ebced hesabiyle bu tarihi göstermektedir, ki müellif bunu mukaddimesinde bilhassa tasrih etmektedir (1,2, a). Ib - 211 b varaklarını ihtiva etmektedir (Kitûbu’n - Ni- kâh’a kadardır).

Kitâbu’n-Nikâh’tan K. Buyû’a kadar olan ikindi cildin her ne kadar ilk yazılan cild olduğu tasrih edilmişse de tarihi verilmemiştir. (V: 212b - 261b).

II. CİLD: Aslında 3. cilddir. Yazılış sırasında İkincidir. Tarihi: 1267 (1850) muharreminin sonlarıdır Ib-345’a varaklar arasında Buyû'dan İcâre’ye kadarki bahisleri içine almaktadır.

III. CİLD: 3. yazılış sırasında olan bu cild, 4 ve son cildi teşkil etmektedir. Tarihi: 24 Recep 1270/1854 Cumasının ikindi vaktidir. Ib 313 a va sâkât, zebâih, kerâhiye, ihyâu’l - mevât, rakları arasında İcâre’den eserin sonuna kadar olan bahisler yer almaktadır.

Her üç cild kırmızı meşin cildlidir. Kenarları ile ortası tezyinatlıdır. Kağıdının cinsi beyaz ve sarı renkli olarak değişmektedir. Varak boyu: 27 X 19, yazı kısmı: 21, 5x 11 cm. dir. Mültekâ metinleri kırmızı kalemle, Anteblinin şerhi de siyahla yazılmıştır. Kenar notları boldur. Sahibi, müellifin varisleridir. Bugün için, hâlen İçişleri Bakanlığı Tedkik Kurulu Azası Bay Hü seyin Râğıb Uğural’ın elinde bulunmaktadır. Antebte Sayın Ragıb Beyin baba tarafından olan dedesi Hacı Paşa adına bir kütüphane kurulduğunda oraya konacaktır.

FETAVAY-I ABDÜRRAHÎM NÜKÛLÜ

Meşhur fakih ve şeyhülislâm Bursalı Menteşî-zâde Abdürrahim Efendi 1/28/1716 tarihinde Edirne’de vefat etmiştir. Matbâ eserleri arasında bir fetvalar mecmuası da bulunmaktadır (25).

Ancak bunda, fetvâların hangi nakillere istinâd ettikleri gösterilmiş değildir. İşte Mustafa Said Efendi bu işi üzerine almış fetvâların me’hazlarını araştırıp toplamak yolunda cidden büyük emek sarfetmiştir. Kaynak olarak tesbit ettiği sayısız fıkıh kitabı ila fetâvâdan bu rada ancak bir kaçının ismini zikredebileceğiz.

Neticetul - Fetâvâ

Multaka’l – Ebhur

Mecmeu’l - Enhur fi şerhi Mülteka’l Ebhur

İntihâbu’l - Fukahû fi şerhi Multaka’l - Ebhur (müellifin kendi şerhi)

Fatâvây-ı Kâdîhân

Fethu’l - Kadir

Tenvîru’l - Ebsâr

En - Nihâye

Muhtasaru’t - Tahâvî

Reddu’l - Muhtâr

Fetâvây-ı Ankaravî

Mecmeu’l - Fetâvâ

Muhtârâtu’n - Nevâzil

Ebu’s - Suûd fetvaları

Şerhu Munyeti’l - Musallî

Halebi-i Sağır

Durru’l - Muntekâ

El - Muhîtu’l - Burhânî

Feyzullah Efendi fetvaları

Hizânetu’l - Fetâvâ

Es-Sirâcu’l Vehlıâc

Fetâvây-ı Minkârîzide

Mi’râcu'd - Dirâye

Zubdetu’l - Fetâvâ

El - Fetâva’t - Tâtârhâniyye

Fetâvây-ı Ali Efendi

Fetavay-ı Abdürrahim Nukulü iki büyük ve kalın cild tutmaktadır. Siyah mürekkeble beyaz kâğıda yazılmış olup karton cildlidir. Birinci cildin varak adedi 358, İkincisinin 335 tir. Kenarlarına bol bol notlar serpiştirilmiş olan eserin yazısıda sıktır.

CİHADİYYE

Hem Bursalı Mehmed Tahir (26) ve hem de Bağdadlı İsmâil Paşa (27) tarafından zikredilen bu üçüncü eser, cihâdın faziletlerinden bahseden bir risâledir. Fakat şimdiye kadar Cihâdiyye’ nin bir nüshası ele geçmiş değildir.

Bursalı Tahir Efendi Müellifimizin «Fetâvâ», yani, Fetvalar Mecsnûası isimli bir başka eserinden bahsetmekte fakat hakkında başka malûmat vermemektedir. Mustafa Said’in böyle bir kitab bırakmış olabileceğini, mesleği bakımından, mümkün görmekteyiz. (28)

Buraya kadar yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere Mustafa Said Ayntabî, hiç şüphesiz geniş bilgi sahibi bir fakih ve eser sâhibi bir âlimdir. Abdürrahim fetvalarının nükûlünü araştırıp ortaya çıkarmak, tertip ve telif etmek; bilhassa Osmanlı İmpatatorluğunda geniş şöhret yapmış «Mülteka’l - Ebhur» gibi büyük bir fıkıh kitabına şerh yazmak, bu arada Anteb müftülik mesevvidliği ile fıkıh hocalığında bulunmak herkesin kârı olmasa gerekir. Arapçaya olan derin vukufunu anlamak için Mültekâ şerhinin başına yazdığı kısa mu kaddimeyi okumak kâfidir. Bu şerhini hazırlarken mürâcaat ettiği zengin kaynak listesi ise onun fıkhî tebahhuruna en büyük delildir.

Mustafa Said Efendi’nin eserleri bilhassa taleb üzerine telif edilen Mülteka şerhi, şübhesiz talebeleri tarafından istinsah edilmiş olmalıdır. Buna rağmen, şâyân-ı hayrettir ki, şimdiye kadar bu nüshalara tesadüf edilmemiştir. Müellifin eserlerinde bahseden Bursalı M. Tâhir ve Bağdadlı İsmail Paşa her halde elimizde mevcut tek nüshayı görmüş olacaklardır. Nitekim son zamanlarda neşredilen Arab Edebiyatı bibliyoğrafya eserlerinde de (meselâ Brockelmann’da) bunların zikri geçmemektedir. Hiç olmazsa Bursalı ve Bağdadlı’ya atfen verebilecekleri haberde gösterdikleri ihmal dolayısiyle Antebli kıymetli âlime karşı haksızlık etmiş olduklarına burada işaret etmeliyiz (29)

Prof. M. Tayyib OKİÇ

Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi