Bir önceki sayı (sayfa 95’den devam)

Taarruzun sıklet merkezi bizim bölüğe isabet etti. Bu taarruzda bölük; mevcudunun üçte birini (yirmi sekiz eri) düşman siperleri önünde bırakarak çekildi. Aynı taarruzda Gaziantep’in kahraman evlâtlarından Mustafa Yavuz’u kaybettik. Efradının çoğu dağılmış olan Mustafa Yavuz, bizim bölüğün taarruz ettiği ayni sipere sağımızdan hücum ediyordu. Karnından aldığı ağır bir yara neticesinde nakledildiği Şıh Camii hastahanesinde öğleye doğru şehit oldu. Bu taarruz, hariçteki Kolordu birlikleri tarafından da takviye edilecek ve bu suretle muhasara yarılıp şehre erzak ve cephane sokulacaktı. İçeriden taarruz eden birlikler ateşe yanarken hariçten tek silâh patlamadı. Sabahleyin ortalık ağarırken açık arazide dört taraftan ateşe maruz kalan birlikler şehre avdete mecbur oldular.

Bu taarruzdan bir hafta sonra 6-7 Şubat 1921 gecesi şehrin park medhalinden, Büyüksalavat, Perilikaya istikametinden huruç hareketi hazırlandı. Bu harekete Mustafa Fevzi Bey komutasında Yıldırım Taburunun birinci, ikinci ve üçüncü bölükleriyle semt efradı iştirak etti. Büyük salavattan düşman hattını yarmak suretiyle harice çıktık.

- Huruç hareketinden sonra ne yaptınız?

- Huruç hareketini müteakip Nizip’e gittim. Babam bir ay evvel beni görmeden vefat etmişti. Annemle görüştüm. On beş gün kadar Nizip’te kaldıktan sonra, Maraş’taki ikinci Kolordu’ya iltihak ettim. Huruçta Gaziantep’ten çıkan subayla 25. Alayın üçüncü taburunu teşkil etmişlerdi. Bu taburun on ikinci bölüğünü ben teşkil ettim. Kayseri ve Anadolu’nun diğer yerlerinden gelen ikmal efradile 9’ncu Tümen kuruldu. Maraş’ta geceli gündüzlü devam eden sıkı bir talim ve terbiye başladı. Haziran sonunda, annemi Maraş’a getirmek üzere Nizip’e izinli gittim. Avdetimde Garp cephesinde, Eskişehir-Kütahya muharebeleri başlamış. Garp cephesi birliklerimiz Sakarya istikametine çekiliyorlardı. Kolordu, Garp cephesine hareket emri aldı. 15 Temmuz 1921 de annemi, hareketimi müteakip, Gaziantep’e götürmek üzere Maraşlı emir erim Mustafa’nın evine misafir bırakarak birliğimizle birlikte Garp cephesine hareket ettim. Maraş’tan Andırın-Kadirli-Kozan yolile Haçı kırı istasyonu civarında muvakkaten tesis edilmiş olan Kelebek istasyonuna kadar yaya gittik. Kelebek’te trene binerek hareket ettik. Kelebek’te trene binerek hareket ettik. Konya’da, Konyalıların Alayımız için hazırladığı ziyafette bulunduktan sonra, Akşehir’e geçerek burada trenden inip çevre köylere dağıldık Düşman, Afyon’u işgal etmiş: Çay istasyonuna kadar gelmişti. Daha şimalde Eskişehir’de düşman eline düşmüştü. Akşehir’de 20-25 gün kaldık. Burada alayımıza verilen ikmal efradını da alarak talim ve terbiye ile uğraştık. Çay istikametinde yaptığımız bir tatbikatı müteakip Akşehir’e dönmeyerek şark istikametini takibe başladık. Düşman da Afyon’dan hareket etmiş ve daha şimalden şarka doğru yürüyüşe geçmişti. Gece yürüyüşile bir hafta içinde Evliyafakılı köyü civarında Sakarya müdafaa hattına yetiştik. Yürüyüş esnasında sol kanadımızı süvari birlikleri koruyordu. Ara ara, düşman tayyare hücumlarına maruz kaldık. Bu hücumlardan birinde Alay Yaveri Gaziantepli Hacı Hanifi oğlu Bedrettin Bey yaralandı.

23 Ağustos’a kadar cephenin muhtelif yerlerinde tahkimatla meşgul olduk. 25 Ağustos günü Bahçecik köyü güneyinde tahkimat yapıyorduk. Düşman birliklerinin şarka doğru ilerliyen yürüyüş kollarını görüyorduk. Akşama doğru, yağmurla karışık şiddetli bir kasırga çıktı. Tahkimatı bırakarak köy evlerine sığındık. Ortalık kararırken solumuzda Beşinci Fırkanın tuttuğu Mangal Dağı’nda düşmanla temas ve ateş başladı. Yarım saat sonra da Alayımız Mangal Dağı istikametinde hareket emri aldı. Gece karanlık, göz gözü görmüyor, yerler çamurdu. Bu halde dağ tepe tepeliyerek, vadiler aşarak gece saat 21 sırasında Mangal Dağına yetiştik. Beşinci Tümenin gerisinde hazırlık mevziine girdik. Sehere kadar bekledik. Mangal Dağı’nın bırakılması, yüksek komuta heyetince kararlaştırılmış olduğundan daha geri de Kaltak köyü sırtlarına çekilerek tahkimata başladık. 25 Ağustos’ta daha sağa hareketle gece Ilıca Vadisi şarkında tahkimata başladık. Sağımızda Ilıca Vadi’sinin sağ ilerisinde Türbetepe’de bütün gece şiddetli muharebeler devam etti. Sabahleyin geri istirahate çekildik. Daha oturmaya vakit kalmadan cephemizde şiddetli bir ateş başladı. Alayın birinci, ikinci taburları tam cephe istikametinde, bizim Tabur da Ilıca vadisi istikametinde hareket etti. Tabur vadiye girmiş, dağınık nizamda karşı sırtlara doğru ilerliyorduk ki cephemizden ve solumuzdan şiddetli makineli ve piyade ateşine yakalandık. Tabur bir anda gayri muntazam bir halde geriye doğru dağıldı. Hemen ileri atılarak elime geçen kuvvetleri vadinin sol yamacında mevziye soktum. Yanımda Subay olarak Hayri Tunalı kalmıştı ve derhal ateş açtırdım.

Sağımızdan, vadinin sağ yamacından gerilere doğru sarkmak isteyen düşmanı durdurduk. Daha sonra iki makineli tüfekle müfrezemiz takviye edildi. Vadinin karşı tarafında bir makineli tüfek bizi fazla rahatsız ediyordu. Tabur kumandanı Yüzbaşı Nihat Bey bir müfreze ile Hayri Tunalı’yı bu makineli tüfeği susturmaya memur etti. Bu müfreze ile karşıya geçen Tunalı’nın makineli tüfeğin bulunduğu mevzie taarruz etmesiyle gerilemesi bir oldu. Çok kuvvetli bir düşmanla karşılaşmıştı. Hayri’nin vaziyeti tehlikeli idi. Geri çekilmesi de mümkün olamıyordu. Bu arkadaş ve müfrezesini kurtarmaya gönüllü olarak beni memur ettiler. Şiddetli ateş altında vadiyi geçerek Hayri’ye kavuştum. O sırada, arkadan Üçüncü Kafkas Fırkasının 11 inci alayı ilk kademesiyle bulunduğumuz mevzilere yetişti ve derhal müsademeye başladı. Alay komutanını görerek vaziyeti anlattım. Alayımıza iltihak etmek üzere vadinin sol yamacına geçeceğimizi bildirerek efradı toplayıp Hayri Tunalı ile Alayımıza iltihak ettik. Mevzilerimizi üçüncü Kafkas’a teslim eden Alayımız, öğleden sonra sol cenaha hareket etti. İki saatlik bir yürüyüşten sonra, Yaprak sırtlarında ateş hattında bulunan Tümenimizin Yirmi Altıncı Alayını takviye etmek emrini aldık. 100-150 metrelik açık bir araziden şiddetli makineli ve topçu ateşi altında geçerek hazırlanmış mevzilerde yirmi altıncı Alayı takviye ettik ve Düşman hücum kollarına ateş açtık. Güneşguruba yaklaşırken geriden gelen bir posta, Tabur komutanının geriye çekilme emrini bize tebliğ etti. Düşman hücum kolları mevzilerimize yaklaşmış, topçu ve piyade ateşi çok artmıştı. Geriye çekilmek 100-150 metrelik avuç içi gibi düz bir sahada düşmana hedef olmaktı. Bu çekiliş belki mevcudumuzun yarısına mal olabilirdi. Bu emire:

- Karanlık basmadan çekilemeyiz, cevabını verdik. Düşmanın sol cenahtan bizi çevirmesi ihtimaline karşı da:

- Düşman çemberini süngülerimizle yırtar geçeriz, diyorduk.

Hava karardıktan sonra çekildik. Herhangi bir tehlikeye maruz kalmadan Alayın gittiği istikameti takip ettik.

27 Ağustos gününü Alayımızla birlikte, ismini hatırlıyamadığım bir su değirmeni civarında geçirdik. 28 Ağustos sabahı erkenden hareket ederek Kara Süleymanlı köyü güneyinde, sonradan, Kanlısırt adını alan tepelerde savaşan dördüncü Tümenin gerisinde hazırlık mevziine girdik. O gün çok şiddetli bir savaş vardı. Hava güneşli bulutsuz olduğu halde, top mermilerinin savurduğu tozdan güneş tutulmuş gibi idi. Düşman uçakları tepemizde dolaşıyordu. Alay subayları bir araya toplanmış konuşuyorduk. Birinci Tabur kumandanı Fikri Bey (Deli Fikri):

- Çocuklar, diyordu, biz Hazreti Ali Cengi yapıyoruz. Fikri Bey, bu söziyle: silâhsız, vasıtasız, az mevcutlu bir ordu ile, en yeni silâhlarla mücehhez üstün düşman kuvvetlerile savaştığımızı anlatmak istiyordu. Filhakika, dokuzuncu Tümenin tüfenkleri kâmilen tek ateşli muaddel martindi. Bunların iğneleri de yerli yapısı olduğundan, üç fişenk sıkınca şişiyor, iğneyi kırıyordu. Ya ateş altında iğne değiştirmek veyahut da süngü takarak düşmanın gelişini beklemek zarureti vardı. Bizim bölük de yalnız beş adet mükerrer ateşli Osmanlı mavzeri vardı, bütün güvencimiz bunlar idi. Bu tüfeklere birer hafif makineli tüfek gözile bakıyorduk. Alayda hafif makineli tüfek hiç yoktu. Alayın birinci ve ikinci taburlarında dörder tüfekli birer makineli bölüğü vardı. Üçüncü Taburun makineli bölüğü hiç yoktu. Buna mukabil, Alayımız maneviyat ve disiplin bakımından çok kuvvetli idi. Maraş’ta Alayımızın Faik Bey isminde esaretten yeni dönmüş bir binbaşı teşkil etmişti. Çok çalışkan, bilgili bir askerdi. Çok kuvvetli disiplini vardı. Bu itibarla alayımıza dokuzuncu Tümenin en kuvvetli Birliği gözüyle bakılıyor ve daima ihtiyata bırakılarak en çetin yerlere sürülüyordu. Öğleye doğru alayımızın birinci Taburu aldığı emirle derhal yayılarak tam cephemizdeki birlikleri takviye etti. İkindiye doğru kumanda ettiğim on ikinci bölüğe de hareket emri verildi. Yüz metre kadar ilerimizde duran topluluğa doğru ilerledim. Orada bir Kurmay Binbaşı duruyor ve solumuzda ileri doğru bir vadi uzanıyordu. Binbaşı elimden tutarak bana vadiyi ve onun içinde iki yüz metre kadar ileride bulunan vadiye amud olarak uzanan bir sırtı gösterdi. Sırtın arkasında yüz metre kadar aralıkla iki topluluk duruyordu. Daha ileride, sırtın üstünde ve avcı hatları görülüyordu. Binbaşı:

- Arkadaş, dedi, sırtın üstündeki avcı hatlarımızı görüyorsun gerideki topluluklar da bunları takviye için gönderdiğimiz Birliklerdir. Ateşin şiddetinden tepeye çıkıp Avcılarımızı takviye edemediler. Senden istediğim, bölüğünle gidip bu Birlikleri ileri sürecek ve onlarla birlikte avcılarımızı takviye edeceksin. Namusuna güveniyorum.

Telâkki ettiğim emri tekrarladım ve bölüğe de kısaca anlattım ve derhal hareket ettim. Vadinin sol tarafında sivri kayalarla taçlanan ve yer yer top mermilerinin meydana getirdiği yangın izlerile kaplanmış bir tepe vardı. Ve burada yedinci tümenimiz taarruz eden düşmanlı çok kanlı bir savaşa tutuşmuştu. Bölüğümle vadiye inince bu tepeden şiddetli bir makineli ateşine tutulduk. Hemen bölüğü aycıya yayarak bir takımı sol kanadımıza yolladım, bir Takımıda (Bölük iki takım idi) kendim alarak sağ kanatta toplanmış olan takviye kuvvetlerine doğru ilerledik. Ve oradan bir kısım erleri de kaldırıp ileri hattaki avcıları takviye ettik. Diz çökmüş vaziyette oturup etrafı tekik ettim. Meydanda hiçbir siper yoktu. Dördüncü Tümene mensup seyrek bir avcı hattı cepheden ve soldan gelen şiddetli ateş karşısında yere yapışmış bir halde yatıyorlardı: Subay da yoktu. On adım kadar ilerde evvelden hazırlanmış bir diz siperinde üst üste şehit cesetleri yığılmıştı. Otuz, kırk adım ilerimizde yüksek otlar arasında bazı kıpırdamalar ve başlar görülüyordu. Bir düşman neferi de ayakta tüfengini bana doğrultmuştu. Hemen elimdeki tabanca ile ateş ettim. Düşman oturdu ve otlar arasında kayboldu. Yanımda yatan bir erin tüfeğini alarak aynı istikamete tekrar ateş ettim ve sağıma dönerek: Ateş kumandası verdim. Bu esnada sol bacağıma şiddetli bir şey çarptı. Yaralanmıştım. Ayağa kalkmak istedim. Çok şiddetli bir acı ile yere yıkıldım. Eyvah vuruldum, sözü ihtiyarsız olarak ağzımdan döküldü. Solumda yatan Ilgınlı Ahmet çavuş ismindeki çavuşum:

- Efendim seni geriye götürelim, dedi. Bölük sıhhiye erleri daha önce hazırlık mevziinde yaralanan bir arkadaşı geriye götürmüşlerdi. Bölüğün sıhhiyesi yanımızda değildi. Bir çavuşu ateş hattından almak doğru değildi. Ama düşman da çok yaklaşmış ve solumuzdaki Avcılar geri çekilmeğe başlamıştı. Yaralı esir kalmaktansa, çavuşun beni götürmesini tercih ettim. Bunlar zihnimden yıldırım sür’atile geçiyordu. (Peki, götür) cevabını verip Bölüğü Takım Kumandanı Gaziantepli Fadlacı zade Abdurrahman efendiye bıraktım. Ahmet Çavuş kolumdan tutarak beni ayağa kaldırmak istedi. Sol bacağım kırılmış olduğundan kalkmak imkanını bulamadım. Arka üstü yatarak sağ elimi çavuşa uzattım. Bileğimden tutarak beni sürüklemesini söyledim. Bu suretle sürüklenerek nispetin ateşten mahfuz bir yere gelince yaramı sardırdım. Çavuşum beni tekrar tepeden vadiye kadar aynı şekilde sürükleyerek indirdi. Burada koluma girerek yürütmek istedi, yaralı bacağım sallandıkça kemikler birbirine dokunuyor ve dayanılmaz bir ıstırap veriyordu. Birkaç adım atınca dayanamayarak arka üstü yere yattım. Çavuşum: aman efendim, gâvur geliyor, diyordu. Ben de soldan çözülen bir kısım erlerin geriye çekildiğini ve beyaz atlı bir Tabur İmamının elinde tabanca, geriye çekilen erleri döndürmeğe çalıştığını görüyordum. Çavuşa:

- Vur beni, sen git, emrini verdim. Düşmana esir kalmaktansa ölmek daha yendi. Çavuşum bu emri dinlemedi ve oradan geçen bir eri de yanına alarak beni yürütmeğe çalıştı. Bin bir azap ve ıstırapla yürüyerek gerimizde mevzi almış olan İkinci Taburun Makineli Tüfek Bölüğü’ne yetiştik. Bölüğün Sıhhiye erleri beni sediyeye koyarak sargı mahalline götürdüler. Buradan geriye götürüldüm. Seyyar Hastahane daha gerilere gitmiş olduğundan, gece yarısında kadar ayazda sediye içinde vasıta bekledik. Daha sonra, yük arabalarıyla Seyyar Hastahaneye ve sabahleyin oradan kağnılarla Haymana kasabasına götürüldük. Akşama doğru Haymana’dan arabalarla Kızılay Hastahanesine, ertesi gün, Mali istasyonuna ve buradan trenle Ankara’ya nakil edildik. 28 Ağustos’ta yaralanmış, 1 Eylül de Cebeci Hastahanesine yatırılmıştım.

Ankara boşalıyor, hafif yaralılar Kırşehir’e ve gerilere sevkediliyordu. Düşman tayyareleri şehri bombalıyor, top seslerini yataklarımızda duyuyorduk.

12 Eylül de, düşmanın ricate başladığını Hâkimiyeti Milliye gazetesinde okurken, sevinç gözyaşları döküyorduk.

Fransız murahhası (Franklen Buyon)’un Ankara’ya gelişini ve Ankara İtilâfnamesinin imzalanarak Gaziantep ve Adana ve havalisinin Türk hâkimiyetine bırakıldığını da sevinç ve heyecandan gözlerimiz yaşararak yine Hastahanede ayni gazetede okuduk.

Cebeci’de iki buçuk ay tedaviden sonra, sol bacağım iki santim kısalmış olarak iki ay tebdil-i hava ile taburcu edildim. Ankara’dan Polatlı’ya trenle geldim. Polatlı’dan Sarayönü’ne kadarda merkeplerle, araba ile Allah verdiyse onunla geldim. Yolda, düşmanın girdiği yanmış köyleri görüyor, katliâm facialarını dinliyorduk. Sarayönü’nden Ulukışla’ya trenle geldim. Adana Fransız işgalinde olduğundan yolumuzu değiştirdik. Maraş’a ve Halfeti’ye benim gibi tedaviye giden iki Subayla Ulukışla’dan araba tutarak Niğde-Develi yolu ile gâh araba bizi, gâh bizi arabayı götürerek yüksek dağlardan aşıp ve buradan katırlarla Maraş’a geldik. Maraş’tan da 25 Aralık 1921 tarihinde Antep’e geldik. Mutasarrıf ve sivil idare daha önce şehre girmiş ve idareyi ele almıştı. Şehirde kalan bir kısım Fransız askerleri de şehri terk etmiş ve aynı gün öğleden sonra Türk Ordusu coşkun sevinç ve emsalsiz tezahürat arasında Gaziantep’e girmişti. Ben de bu mutlu günü görmekle Gaziantep savunmasındaki hizmetlerimin en büyük mükâfatını görmüş oldum.

Tebdil-ihava müddeti bitince tekrar Garp Cephesine hareket ettim. Emirdağ’da bulunan ikinci Kolordu’ya iltihak ettim. Sol bacağımda ki kırk dolayısile beni muharip kıt’aya vermeyerek Kolordu Nakliye Taburuna tayin ettiler.

O senenin Ağustos ortalarına kadar Emir dağında kaldık. Bu ayın yirmisine doğru Garp Cephesi kumandanlığından Çift-aylı gizli bir emir tebliğ edildi. Bu emirde, düşmanın Afyon’dan Akarçay istikametine taarruza hazırlandığı ve bu sebeple bazı Kolorduların ve bu meyanda bizim Kolordu’nun da Afyon cenubuna hareket edeceği bildiriliyordu. Kolordu harekete geçti. Birlikler geceleri yürüyüp, gündüzleri gizli yerlere konaklıyordu.

20 Ağustos akşamı, Kolordu ile birlikte Afyon cenubuna gelmiş bulunuyorduk. Herkes ne olacağını bilmiyordu. Garp cephesinin gizli emrine göre, düşmanın taarruza geçeceği sanılıyordu. 26 Ağustos sabahı, müthiş top tarrakalarıyla uyandık. Fakat, mermiler bizim tarafa düşmüyor; uğultular halinde kesif bir topçu ateşi ortalığı sarsıyordu. Nakliyeci olarak biz geride bulunduğumuzdan cephede cereyan eden muharebenin ne suretle inkişaf ettiğini bilmiyor, dehşetli bir merak içinde gelecek haberleri bekliyorduk. Öğleden sonra, düşmanın en müstahkem mevzilerinin düştüğü ve tümenlerimizin ilerlediği haberi, merak ve endişe ile çatılmış kaşları, asılmış çehreleri aydınlattı. Gece her tarafta ateş kesildi; sükûnet avdet etti. 27 Ağustos sabahı, top sesleri daha uzaktan geliyordu. Öğleden sonra, Afyon istikametinde hareket emri aldık. Düşman tamamen bozulmuş, sekizinci Tümenimiz Afyon’u istirdat etmişti.

Akşama doğru, Afyon’a gittiğimiz zaman, kaçan düşmanın çıkardığı yangınla Afyon istasyonu yanıyordu. Yollarda düşmanın bıraktığı top ve mühimmata rastlıyorduk. Afyon’da durmayarak garbe doğru ilerledik. Her gün ileri yürüyüşümüz devam ediyordu. Yollarda düşmanın bıraktığı bin bir türlü malzemeye ve gerilere sevk edilen esir kafilelerine rastlıyorduk.

30 Ağustos akşamına doğru, Dumlupınar’a yaklaştığımız zaman, ilerimizde müthiş bir muharebenin cereyan etmekte olduğunu, şiddetli top, tüfek, makineli tüfek ateşinden anlıyorduk. Hava kararırken ateş kesildi, sükûnet avdet etti. Tabur Komutanının çadırında bütün Subaylar oturmuş, haber bekliyorduk. Düşman kuvvetlerinin çevrilerek tamamen yok edildiği haberini coşkun bir sevinçle karşıladık.

31 Ağustos sabahı, Baş kumandanlığın: “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz İleri!” ibaresiyle biten emri yevmisini okuyunca, kazanılan zaferin azamet ve ehemmiyetini tamamen kavramış olduk.

Bundan sonraki harekâtımız bir yarış yürüyüşü mahiyetini almıştı. Kimse durup dinlenmek istemiyor, bir an evvel Akdeniz’e kavuşmanın iştiyakiyle koşuyordu. Kağnılar, otomobillerle yarışıyor. Piyadeler süvarilerle atbaşı beraber yürüyordu. Uşak’tan itibaren yanmış şehir ve köylerle karşılaştık. Kaçan düşman, rasgeldiği bütün şehir ve köyleri yakmış; kadın, çocuk demeden eline geçen Türkleri en vahşice işkencelerle öldürmüştü. Şehir ve köyler tamamen boş denecek durumda idi. Alaşehir’de yanmamış tek bir bina kalmıştı. Civardaki milli kuvvetlerin müdahalesi, düşmanın Salihli’yi yakmasını önlemişti.

Menemen’den itibaren yangın durmuş, süvarilerimizin atılganlığı karşısında düşman buraları yakmağa fırsat bulamamıştı.

Bundan sonra, geçen askerlik hayatım bir intizar devresidir. Mudanya konferansını, Lozan’ı adım adım takip ediyorduk. Lozan muahedesinin imzasını müteakip 13 Ağustos 1923 tarihinde Ayvalık’ta bulunan üçün Fırka On Birinci Alaydan terhis olunarak, Deniz yoluyla İzmir’e Mersin’e ve oradan Gaziantep’e avdet ettim. Bu suretle, 23 Aralık 1914 de başlayan askerlik hayatım bitmiş oldu.

- Gaziantep harbinden sonra yaptığınız görevler nelerdir? Yüksek tahsil yaptınız mı?

- Gaziantep harbinden sonra yukarıda arzettiğim gibi Lozan muahedesinin akdine kadar Sakarya ve Afyon, İzmir savaşlarında orduda bulundum. Ordudan ayrıldığım zaman yirmi sekiz yaşına girmiştim. Çalışıp bir aile beslemek zaruretinde olduğumdan yüksek tahsile devam edemedim.

Askerlikten terhis olununca, bütün arzuma rağmen, sermayem olmadığından serbest ticaret hayatına atılamadım. Devlet Memurluğuna intisap ettim. 1923 senesinde 1930 senesine kadar bir buçuk sene Gaziantep Cezaevi Müdürlüğünde, beş sene de Kilis’in Polateli ve Musabeyli nahiyelerinde, Besni’nin Perveri nahiye müdürlüklerinde bulundum.

- Siyasi hayata ne zaman başladınız, Halkevi’nde neler yaptınız?

- Siyasî hayata 1930 senesinde atıldım. 18 Eylül 1930 da C. H. Partisi tarafından Gaziantep’te yayınlanan Gaziantep Gazetesi İdare Müdürlüğü ve Baş muharrirliğini deruhte ettim. 1940 tarihine kadar bu gazetede, 1940’dan 1945 senesine kadar da Yeni Gaziantep Gazetesinde aynı vazifelerde bulundum. Bu arada Parti Sekreterliği vazifesini de yaptım. 1947-1950 arasında Parti İl İdare Kurulunda ve 1946-1950 senelerinde Şehir Meclis âzâlığında bulundum. 1938’den 1941 tarihine kadar da Türk Hava Kurumu Gaziantep Şubesi Başkanlığını yaptım.

Halkevi’nin kuruluşundan itibaren 1945 senesine kadar Kütüphane ve yayın şubesi başkanlığı görevinde bulundum.

- Kültür sahasında çalışmanız nelerdir?

- Gaziantep, Yeni Gaziantep ve Gaziyurt Gazetelerinde ve Başpınar dergisinde her konuda yazılarım intişar etmiştir. Halk evi yayınlarında hizmetim vardır. Halk evi broşürünün Gaziantep müdafaası bölümü ve vilâyetin coğrafî kısmını ben yazdım. Aydî divanının haşiyelerini muhterem üstadım Şakir Sabri Yener’le birlikte yazdık. Yine Halkevi yayınları arasında 1938 senesinde neşredilen 5 Cumhuriyet yılında Gaziantep isimli broşür de tarafımdan yazılmış ve hazırlanmıştır.

Röportajı Yapan: Cemil GÜÇYETMEZ