Baştanbaşa kahramanlık destanı ve milli his ve heyecanlarımızın en asil kaynağını teşkil eden inkılâp tarihimizin başlangıç noktası 19 Mayıs 1919 dur.

19 Mayıs âzap, elem ve ıstırap içinde geçen kara günlerin aydınlıklara kavuştuğu gündür.

19 Mayıs Türkün kurtuluş parolasıdır. Bu günün kudsal değerini tebarüz ettirmek için karanlıklar içinde geçirdiğimiz yılları hatırlamak icap eder.

1918 Yılı Osmanlı imparatorluğu için çok meşûm olmuştu. Sultanlar hükümeti Ege denizinin mavi sularına yaslanmış Limni adasının Mondros limanında 30 Teşrin evvelde imzaladığı mütareke ile düşmanlarına kayıtsız, şartsız teslim olmuştu.

Sultan ve hükümeti bu ağır mütareke ile artık siyasî hayatını, ikmal etmiş ve kendisini tamamen mukadderata terketmiş bulunuyordu.

Memleketi, milleti düştüğü felâketten kurtarmak için bir çok cemiyetler teşekkül etmiş ise de bunların hiç biri hakiki ve salim yolu bulamamışlar, izzeti nefsimizi rencide edecek bir takım çarelere baş vurmuşlardı.

Ümidsizlik, saşkınlık içinde geçen 6 ay 19 gün sonra mukadderatımızı tayin edecek, istikbalimizi aydınlatacak olan güneş Samsunun ufuklarında kendisini Türkün atası şeklinde gösterdi. Atatürk Anadoluya ayak basmıştı. Kalbleriınizin en derin köşelerinde sakladığımız 19 Mayıs gününde Hasta adam adını almış olan Padişah hükümetinin genel durumunu Ebedî şefin ağzından dinlemek kadar yerinde bir hareket olamaz. Çünki hiç birimiz içinde bulunduğumuz felâketi onun kadar ne görmüş ve ne de duymuşuzdur. Atatürk büyük nutuklarında imparatorluğu şöyle tasvir ederler

Osmanlı devletinin dahil olduğu gurup Harbi umumide mağlûp olmuş Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti asır bir mütarekename imzalanmış, büyük harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde, millet ve memleketi harbi umumîye sevk edenler kendi hayatları endişesine düşerek memleketten firar etmişler. Saltanat ve Hilâfet mevkiini işgal

eden Vahdettin, mütereddi, şahsı ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî tedbirler araştırmakta.

Damad Ferid paşanın riyasetindeki kabine; âciz, haysiyetsiz, cebin, yalnız Padişahın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek her hangi, bir vaziyete razı.

Ordunun elinden eslâha ve cephanesi alınmış, ve alınmakta. . . itilâf devletleri mütareke ahkâmına riayete lüzum görmeyorlar. Birer vesile ile itilaf donanmaları ve askerleri İstanbulda. Adana vilâyeti Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep, İngilizler tarafından işgal edilmiş, Antalya ve Konya da, İtalyan kıtaatı askeriyesi; Merzifon ve Samsunda İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta ecnebi zabit ve memurları ve hususî adamları faaliyette. Nihayet mebdei kelâm kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel 15 Mayıs 1919 da itilâf devletlerinin muvafakatiyle Yunan ordusu Izmire ihraç ediliyor.

Bundan başka memleketin her tarafında, anasırı Hırıstiyaniye haficeli, hususî emel ve maksatlarının temini istihsaline, devletin bir an evvel çökmesine sarfı mesaî ediyorlar...”

***

Gönülleri yeis ve teessürlerin kapladığı bu günlerde millet ve memleketi kurtarmak gibi büyük ve mukaddes bir davayı yüklenen Ebedî Şef arkadaşlariyle Samsundan Sivasa doğru şen ve şatır ‘’dağ başını duman almış” şarkısını söyleyerek ilerleyor…

Samsundan uzaklaştıktan sonra Türk milletini haklarını, istiklâlini müdafaa için alınacak kurtuluş tedbirlerini kararlaştırmak üzere, Sivasta yapmayı, düşündüğü kongreye davet etti. Ebedî Şef kongreye davet maksadiyle İstanbula göndermiş olduğu mektupların sonunu şöyle bitiriyordu,

‘’Artık İstanbul Anadoluya hâkim değil, tabi olmak mecbûriyetindedir’’. Bu çok veciz cümlenin tahlilinde Atatürkün bugüne kadar başardığı muazzam devrimlerinlerini görmek, kabil değildir.

O daima her işe büyük bir inan ile atılmış; koca bir âlemi içine alacak kadar geniş ve kuvvetli olan deha ve muhayyilesinde düşündüğü her şeyi tahakkuk ettirmek suretiyle Türk mucizesini yaratmıştır.

Mukaddes davaya atıldığı 19 Mayısı ‘’Gençlik ve spor bayramı’’ yapmasının sır ve hikmeti milletini kendisi gibi görmek istemesinden doğmuş ideal bir düşünce, mahsulüdür.