Ölümünün 67 inci yıldönümü münasebetiyle:

Ziya Paşa 1826 da İstanbul'da doğdu. Babası gümrük kâtiplerinden Erzurumlu Ferdeddin'dir. Çocukluğunda sıbyan mekteplerine ve Beyazit Rüştiyesi’ne devam elti. “Kim okursa farisî,gider dinin yarısı” bâtıl inancına kıymet verecek derecede mutaassıp olan baba, oğlunun farsça öğrenmesini istemiyordu. İsmail ismindeki lala ise küçük Ziyayı Farisi okumağa ve şiir yazmağa teşvik ediyordu. Çocuğun yazdığı şiirleri ilk defa tashih eden de odur.

Aşık Ömer, Âşık Garip, Gevheri gibi Saz Şâirlerinin şiirlerini okumuş ve ezberlemişti. Şâir, Mukaddeme-i Harabatta şöyle anlatıyor:

On beşte değildi sinnü salim

Kim nazm ile vardı iştigalim

Mevzun söze can verirdi güşum

Eş’ar okunur giderdi hûşum

Gâhice " Garibi” yi okurdum

“Aşık Kerem” e yanar dururdum.

Sonraları divan şâirlerini tetkike koyuldu. On sekiz yaşlarında Sadaret Mektubî Kalemine kâtip oldu. Burada malûmatlı birçok kimselerle karşılaşmıştı. Şâirin bu devrelerdeki hayat anlayışını

“Birdir Ziya fenada tahkik ile tasavvur

Varı yoğu cihanın hep emr-i itibarî. ”

beyti hülâsa etmektedir.

O sıralarda Hersekli Ârif Hikmet Bey’in evinde bir "Encümen-i Şuara” tertip edilmişti. Ziya da bu cemiyete dahil oldu. Bu şâirler arasında Ziya da bir mevki sahibi olmuştu. Kendini muhitine tanıtmağa muvaffak olan şair. Sadrazam Mustafa Reşit Paşanın himayesine de mazhar oldu. (1854) te Sultan Mecid’e Mabeyin Kâtibi oldu. Şâir bu sefer yeni bir hayatla karşılaşmıştı. Ferik Edhem Paşa’nın teşvikiyle Fransızca öğrenmeğe başladı. Altı ay gibi kısa bir zaman zarfında Fransızcayı tercüme edecek derecede öğrendi. Mabeyin hayatı Ziya’da değiştirici bir tesir yapmıştı. Artık ciddi işlerle uğraşan bir adam olmuştu.

Ali Paşa, sadarete gelince sevmediği Ziya Paşa’yı saraydan uzaklaştırdı. Bir takım memuriyetlerle taşralarda dört sene dolaştı. İstanbul'a döndüğü vakit “Yeni Osmanlılar cemiyeti kurulmuş bulunuyordu. Agâh, Ayetullah, Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik ve Ali Süavi gibi münevverler bu cemiyetin başında bulunuyorlardı. Ziya da aralarına karıştı.

Bu sırada Avrupa’da bulunan Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa'nın da­vetine icabet ederek Süleyman Nazif merhumun

“Hem muvafık hem muhalifti Ziya ile Kemal

Şu’le i berkiyyede mevcut iki kuvvet gibi”

diye tavsif ettiği arkadaşı Namık Kemal’le birlikte Avrupa'ya gitti. Ali Paşanın ölümüne kadar oralarda dolaştı. Biraz Paris’te bulundular. Sonra Londra’ya geçerek yine Namık Kemal’le birlikte Hürriyet gazetesini neşretti. Mustafa Fazıl Paşa'nın yardımından mahrum kalan Ziya, Cenevre’ye geldi. Bu sıradaki nostaljiyi şairin bu beytinde okuyabiliriz:

Vatan me'lûf olanlar bisebeb terk-i diyar etmez.

Zaruretsiz cihanda kimse gurbet ihtiyar etmez.

Âli Paşa’nın ölümü üzerine İstanbul’a döndü. Tekrar iltifatlara mazhar olmuştu. Meclis-i vâlâ azalığına getirildi, ikinci Abdülhamit hükümdar olunca “Kanun-ı Esasî Encümeni’ne üye seçildi, Mithat Paşa ve Namık Kemal’le birlikte bu işte çalıştı. Bu sıralarda kendisine vezirlik rütbesi de tevcih edildi.

Bir aralık nefiylere, teb’ıtlere başlayan hukâr, Ziya Paşa’yı da İstanbul’dan uzaklaştırdı. Suriye, Konya valiliklerinde bulundu. Adana’ ya vali tayin edildi. Oradayken 1880 yılı Mayısında öldü.

Ziya Paşa, kudretli bir şairdir. Didaktik mahiyette olan şiirleri dün, olduğu gibi bugün de hafızalarda ve dillerde yaşamaktadır. Şarkla garp kültürünü nefsinde hakkıyla temsil etmesini bilmiştir. Yenilik edebiyatımıza olan hizmetleri ölçülemeyecek kadar büyüktür.

Eserleri:

Endülüs Tarihi: (Eski tarzda yazılmıştır.) Engizisyon Tarihi: (Fransızcadan çevirmiştir.), Veraset Mektupları: (İki mektuptan ibarettir.), Rüya: (İstibdada karşı isyanını gösteren bir eserdir.) Teİemak Tercümesi, Emil Tercümesi, Defter-i Âmâl: (Hayatına ait hatıralardır.),

Makalât, Zafername: (Ali Paşa’yı hicveden manzum bir eserdir.), Tartüf Tercümesi: (Moliere’in bir komedisidir.), Harabat: (Arap, Acem ve Türk şâirlerinin seçme şiirlerini içine alan üç ciltlik bir antolojidir.) Bu şiirler arasında bulunan Terkibibent, Terciibent, Türk Edebiyatının ölmez eserlerinden olmuştur.