Geçen yazımda biraz (Dilde ses uyumu)’ndan bahsetmiştim. Bu yazımda da dilde bâzı lehçe ve telâffuzlara dair araştırmalar ve incelemeler yapacağım. Bir zamanlar, Osmanlıca diye Öz Türkçe ve yabancı dillerden Arapça, Farsça ve Fransızca vesaireden karışık bir dilimiz var idi. Bu adetâ yüzyıllarca bir gelenek halinde devam edip gidiyordu. Sözlerime devam etmezden önce, burada bu konu ile ilgili bir fıkrayı işaret etmekten kendimi alamıyacağım.

Raif Paşazade Fuat Bey, ilk Türkçecilerimizdendir. Dilin sadeleşmesi için tek başına mücadele ederdi. Resmî yazılarında bile o devirde âdet olmadığı ve teamüle aykırı bulunduğu halde temiz Türkçe kelimeler kullanırdı. Vazife ile Yemende bulunduğu bir sırada İstanbula bir telgraf çekmek istedi. Müsveddeyi yazdıktan sonra, bütün kelimeleri öz Türkçeye çevirerek telgrafhaneye götürdü. Lâkin, telgraf memuru bunu çekmeğe reddetti. Sebebini sorunca da:

- Şifreli telgraf kabul etmek yasaktır! dedi.

Fıkra bundan ibaret. Fakat, ne kadar acı bir gerçek, değil mi? Yurtta Cumhuriyet inkilabından beri harf inkilabı ve Dil-Coğrafya Kurumu ve buna paralel olarak Türk Dili Araştırma Kurulu’nun çalışmalarıyla ve bazı yazarlarla dergilerin buna önem vermeleriyle öz Türkçeye doğru bir ilerleme görülmekte ise de maalesef henüz yabancı dillerden arınmış değiliz. Beri taraftan bazı dilcilerimizin haklı tezlerine göre, Öz Türkçe karşılığı dururken yabancı kelimeler, deyim ve terimler kullanmıyalım. Hiç değilse, yazı dilimizde Öz Türkçesi var iken dilimize yabancı dil karıştırmamağa ve kullanmamağa çalışmalıyız.

Dil zenginliği: Her şeyden önce şunu belirtmek isterim ki, beşeriyetin menşei Asya kıt’ası olduğu ve Türkler’in ilk anayurdu Ortaasya olduğuna göre, Türk milleti de en eski bir millet olarak dillerinin zenginliğini ve katıngısız olduğunu da kesin olarak ifade etmek mümkündür. Buna kavimlerin tarihi ve Lisaniyat ilmi ile de isbat edebiliriz.

Ancak, insanların Batıya doğru göçlerinde muhtelif milletler ve diller meydana gelmiştir.

Genel olarak her dilde Arapça’dan alınmış kelimeler vardır. İngilizce’de de Farsça’dan alınma anne ve baba anlamında olan mader ve peder kelimesinin İngilizce’de madır ve fadır şekli bir örnektir. Yine sözlükleri karıştırırken, Fransızca’dan Türkçe’den alınma kelimeler ve deyimler olduğu gibi, İngilizlerde de Fransızca’dan alınma birçok kelimelere tesadüf olunur. Bunları ayrı bir yazı ile belirteceğim.

Geçen yazımda belirttiğim gibi yabancı kelimelerin ses uyumu nasıl olursa olsun (biographie, biologie, democratie, aristocratie vs. gibi) kelimelerin telâffuzlarının doğru olarak bilinmesi için bâzı yazarların antr-parantez yabancı şekilleri de gösterilmektedir ki bunun doğru bir hareket olduğu kanaatındayım.

Dilimizde ve yabancı dillerde bâzı harflerin telâffuz şekli: Meselâ anne, baba ve Piyer (Pierre) isminin karşılığı olan mere, pere, Pierre kelimelerinin son harfi olan “r” bir “ğ” ye benzer telâffuz edilmesiyle “r” harfi tamamiyle kaybolmamışsa da başka bir biçim alıyor. Bizde de İstanbul lehçesinde (bi tane) Gaziantep’te (bi dene) ve bir yirmi beş kuruşluk yerine (bi yimbeşlik) denmekle “r” harfi kelimenin sonunda ve ortasında tamamiyle kısılmış bulunuyor. Antakya’da kendisini yerine (keni) bizde de kilosu kaça? yerine (kilovu kaça) diye kullanılıyor.

Gaziantep’te bura, buralık deyimi burası yerine. Kilis’te: burak, şurak, orak olarak kullanılır. Bir çeşit ses imalesi: Kâhya yerine kiya, paraya yerine: parıya, kâğıt yerine: kâat ve en çok köylerde: kiyat. Bizde ne kadar yerine: nanca, Kiliste bundan başka bir deyiş şekli var: ne kandek. Bizde avlu yerine bazen: hayad denilirse de Kiliste bir de havuş çeşidi de vardır ki orada arapçası (kadus) olan kova kelimesi kadis, Mercimekli pilâv yerine: arapçası olan (müceddere) diye kullanılıyor. Al yerine: ala. Mercimekli çorba Arapça’da (mahlûta) olup iki tahıl maddesinin karışığı demek olup bunu da (maltıha) diye bambaşka bir halde kullanıyoruz. Elma yerine: alma deyişi ses uyumuna daha uygun olmakla beraber, almak mastarından teşkil edilmiş bir sıfat ve emrin menfi şeklini verebilir.

Nihayet, yine yazı dilimizdeki bâzı hatalara dönüyoruz:

Bir çok gazetelerde salâhiyet’i selâhiyet, safa kelimesini sefa, zevkü sefa, sefa şeklinde yazıldığı görülür. İslahiye denme ve söylenmesi gerekirken gerek ses uyumu ve gerek kullanışına aykırı olarak İslahiye yazılmaktadır. Halbuki, bunlar yabancı dillerden arapça kelimeler olup aslına uygun olmıyarak yazılış şekilleri bir anlamda ifade etmez olur. Çünkü, arapçada bir (sîn) bir de (sad) diye iki türlü “s” harfi vardır. Onun için, eski harfleri tanıyanların öyle yanlış yazması hoş görülmiyecek bir hatadır, insan ve insaf kelimesi bizde “s” ile yazılırsa da araplar insan kelimesinin “a” sını ince ve insaf’ınkini kalın telâffuz eder ve bu fark da kendiliğinden anlaşılır.

Bir gazetede de tafsilât’ı tavsilat, şefkat pulları’nı şevkat, ifrat kelimesine ifrad, Fransızcası Avant-proget olan avanproje’yi (Avam projesi) diye görmek bir gazete için ne acıklı durumdur. Bunda mürettibin ya yazı esasına riayet etmediği kendisinin veya tashih edenlerin dikkatsizliği vardır. Güzel Türkçemizi doğru yazmak için gereken titizliği göstermemiz gerektir.

Cemil GÜÇYETMEZ