Birbiri ardından uzayan kahve rengi ve mor dağların arasında ince bir şerit kıvrılıyor. Bu beyaz şeridin üzerinde bir nokta gittikçe küçülüyor, gittikçe kayboluyor...

O, bir yolcu, bir hayat ve istikbal yolcusu, görünmeyen ufukların ardında saklı “ümid” i arıyor; o yolcu...

Yalın ayak, başı açık, sırtında vücudunu eyîce örtmeyen, yırtık, soluk bir palto var. O kadar çıplak ve fakir!...

Rüyasında uzak belirimsiz ufukların nihayetinde, yeşil bir ovanın ortasında, içinden neş’e ve saadet fışkıran bir köşk gördü; Köşk mutena çiçekler, havuzlarında yüzlerce çeşit balıklar dolaşan, zümrüt ağaçlarında bülbüller öten geniş bir bahçe ile muhat...

Köşkün üstünde ' düyanın en güzel bir kuşu:

“Ben ümit kuşuyum, beni tutabilen saadetin en yüksek kademesine erer” deye ötüyor...

Fakirlik yüreğine işlemişti: Kararını verdi. Behemehal saadet ülkesine gidecek, ümit kuşunu tutacak” refaha kavuşacaktı. Yalnız bu güzel yere varmak için koca dağlar aşmak, türlü felâket ve engeller devirmek lâzım. O her şeyi göze aldı ve bir sabah yola koyuldu; gitti, gitti, günlerce gitti; büyük dağlar aştı; türlü engellerle savaştı. Ve hiç yılmadan yoluna devam etti. Durmadan dinlenmeden yürüdü. Fakat bir an geldi ki yürümek için artık dizlerinde takat bulamadı.

Derin bir uçurumun kenarında belini bir kayaya dayadı, biraz dinlenmek için. Gözleri yavaş yavaş kapandı, ve uyudu. Gene rüyasında ümit kuşunu ve saadet yurdunu gördü. Kuş yaklaştı, tutulmak için... O'elini yavaşça uzattı tutmak için… Fakat birden irgildi. Uçurumun derin boşluğuna yuvarlandı…

Leman URAL