— Uçakla;

dedim. Memur, “Uçak ile’’ kâğıdın zarfın üzerine yapıştırdı. Postaneden dönerken şunları düşünüyordum: Halâ “Tayyare” diyenlerimiz var. Fakat artık çoğumuz bunun Türkçesini kullanıyoruz. P.T.E İdaresi de mavi kâğıdı ”Uçak ile” diye bastırmıştır. Demek ki “Uçak, kelimesi “Tayyare” yerine tutundu gitti.

1935’te yapılan “cep klavuzunda Tayyare” için teklif edilen Türkçe karşılık “Uçku” idi. “Uçak” kelimesi “tayyare meydanı” karşılığı olarak bu kitaba geçirilmişti Edipler ve dil uzmanları tarafından bulunmuş olan bu karşılıklar, dilin yapısına ve gramer kaidelerine uygundur. Madem ki dilimizde “sürgü, çalgı, bıçkı, vurgu,silgi,” gibi “gi” eki ile yapılmış alet isimleri vardı. “Tayyare” karşılığı olacak kelimenin de bunlara benzetilmesi gayet tabii idi işte.”Uçku” kelimesi bu mütalaadan doğmuştu.

Öte yandan dilimizde (Yatak,konak, batak, kavşak, durak) gibi bir takım yer edilerek (ak) -eki ile yazıldığından. (Tayyare Meydanı) karşılığı olacak kelime için de aynı tikten faydalanmıştır. Uçak kelimesî de bu ilmi esasa dayanıyordur.

Fakat bütün bunlara rağmen (uçku) hiç tutunamadı, Tayyare meydanı karşılığı olarak ortaya atılmış olan uçak tayyare yerine kullanılmağa başladı böylece dil, âlet ismini Ak eki. İle yapmış oldu. Bununla, yeni bir yol açılmadı. Çünkü dilimizde ilerden beri (Ak) ekile yapılmış âlet isimleri de vardır: Bıçak; döşek, oturak, dolak, kapak) gibi kelimelerimiz, bunun örnekleridir.

Bir çok kimseler derler ki yeni kelimelerin tutunamaması, onların yapılışında dil kurullarının ve ya dil zevkinin ihmal edilmesinden ileri geliyor. Eğer her ekin rolü iyice incelenip tesbit edilir ve yeni bir kelime, yapılacağı zaman faydalanması gereken ek iyi seçilmek le beraber kelimenin güzel olmasına da dikkat edilirse yapılan, kelimeler tutunur.

İşin bu kadar basit olmadığını yukardaki misaller açıkça meydanâ koymuştur. Uçak kelimesinin tayyare meydanı manasile kabul edilmesinde dil kaidelerine aykırı hiç bir cihet yoktur. Kelimenin dil zevkine, uygun olduğu da halen kullanılmakta olmasile sabittir imdi dil dehası kelimeyi kabul etmiş fakat dilcilerin; ve yazarların kaideye uygun olarak ona verdikleri Tayyare Meydanı manasını kabul etmemiştir ve demiştir ki Uçak tayyare meydanı manasına değil, tayyare manasına kullanılacaktır.

Dil dehasının uçak kelimesine verdiği bu manada il kaidelerine uygun olduğu halde dilcilerin ve yazarlarca hazırlanan “Cep kılavuzunda teklif edilmemiştir.

Bir de Uçurtma kelimesine dikkat edelim: Bu da bir âlet ismi olduğu halde ak ekile değil ma ekile yapılmıştır.

Yine bir alet ismi olan Süzgeç kelimesi ise (geç) ekini taşımaktadır.

Şu örneklerden anlaşılıyor ki dilimizdeki geç ekli alet isimleri vardır. Aranırsa daha başka" eklileri de bulunur o halde dil, ayni görev için bir ek ile yetinmiyor demektir. Burada bir noktayı daha belirtmek yerinde olur 'Süzgeç kelimesinin bazı ağızlarda ve meselâ Gaziantep’te (Süzek) şeklinde; kullanılmakta olması gösterir ki dil (ge) eki ile (ak) ekinin ayni işi görerek yanyana yaşamasına da müsaade etmiştir. Zamanla bunlardan birinin ötekini unutturması ayrı bir meseledir.

Her dilin bir çok kaideleri ni zamları vardır. Fakat hiç bir dil, riyazi kaidelerin kesin sınırları için de sıkışıp kalmış değildir. Bu kaidelerde daima elestiklik çeşitlilik genişleme ve yeni şekiller alma istidadı vardır. Gramerler kaidelerle birlikte sık sık "istisnalardan” bahsederler ve gramer kaideleri zamanla değişik şekiller alırlar.

Yukarıdaki izahlar göstermiştir ki bazen birkaç türlü ek, aynı görevi yapar. Bazen da bir ek, birkaç türlü görev sahibi olur. Hatta bir takım eklerin çeşitli görevlerini tam olarak tesbit etmeğe gramer kitapları muvaffak olamazlar.

Bu mütalaalardan çıkan netice şudur. “Kelime yapma işini riyazi ; bir düşünce ile halletmek mümkün değildir.»

Gerçekten dilin kendine mahsus bir mantığı, vardır. Riyazi düşünce ye göre aşağıdaki iki denklem arasında fark yoktur.

2 + 2+1 : 5

3 + 2 : 5

Fakat dil mantığı 2+2+1 : 5

denkleminin değil ancak 3+2 ; 5 denkleminin doğru olduğunu iddia edebilir.

“Görmek” ve “örnek”, kelimeleri yapıca birbirinden farksız oldukları halde, geniş zaman (muzari) çekiminde neden birisi “görür” oluyor da öteki "örer” oluyor? Riyazi düşünceye göre ya birinci "görer” veya ikinci “örür” olmalı idi.

"Varmak” tan "varır” ili “sarmak” tan “sarar” da buna benzeri. Dil mantığı "varır “doğru buluyor, bunun yerine “vara” ı kabul etmiyor.

"Olmak”tan “olur” gibi “dolamak„ tan "dolur” gelmiyor,” "dolar” geliyor. Halbuki “dolamak” tanda" geldiğine göre iltibas olmasın diye "dolmak” tan “dolar” çıkarılması riyazi mantıka daha uygundur.

"Kalmak” ve “salmak” tan ayrı ayrı şekillerde "kalır” “salar,,.

“Bilmek„ ve “dilmek” ten “bilir,, ve “diler” "Gelmek” ve “delmek” ten “gelir”, “deler,, ...

Bu serinin örnekleridir. Daha çeşit çeşit misaller, verilebilir.

Hulasa, gramer kaidelerine ve dil zevkine uygun yapılmamış olmakala bir kelimeye mutlaka hayat kazandırılmaz. Bu şartları haiz bulunmalarına rağmen yaşamayan kelimeler çok olduğu gibi, kaide çerçevesini kırarak yaşayan; kelimeler de görülmektedir. Demek henüz keşfedemediğimiz nice incelikler vardır ki onu topluluğun dil dehası sezer. Ortaya atılan kelimenin tutunabilip tutunamaması o dehanın imtihanından geçmesine bağlıdır.

Bu düşünceler konuşma dili üzerinedir. Terim incelemeleri bizi daha farklı neticelere götürmektedir. Onu da başka bir yazıya bırakıyorum.

Ömer Asım AKSOY