Sayın Dinleyenler:

Türkler, ön Asya’ya ve cenubu şarki Avrupa’ya gelince orada Roma hukukundan doğmuş veya fıkıh ahkâmına dayanmış bir toprak mülkiyeti rejimi buldular. Bu rejim geniş mikyasta toprağa sahip olmak imkânını veriyor ve çiftçiyi ‘’Sertf’’ yani toprak kölesi mahiyetinde bulunduruyordu.

Türk ırkı, hiç bir zaman köleliği Kabul etmemiş olduğundan Türk hukukçularının havsalası bu rejimi Kabul etmemiş, büyük hukuku (Ebüsuut effendi), toprağı devlete mal ederek çiftçilere yalnız tasarruf hakkını vermek yolunu bulmuş ve Türklüğe has sosyal bir toprak hukuku meydana getirmiştir.

Bu hukuka göre, çiftçi yalnız toprağın işletme hakkına maliktir toprak üzerin de hibe, vasiyet şufa ve saire gibi haklar cereyan etmez ve çiftçi toprağın irsi kiracısı sayılır, kira bedeli olarak mahsulünün onda birini devlete verir. Devlet bunu ücretleri mukabilinde sipahilere, zaimlere, vüzeraye, kale ağalarına ve içtimai yardım müesseselerine tahsis ederdi Osmanlı devleti, bu sistemle Avrupa’da hüküm süren feodalite ve şarkta hüküm süren Tevaifi mülûk sistemine sed çekmiştir. Toprağı işleyen çiftçi bu sistemle korunmuş ve toprağa köle olarak değil onun mutasarrıfı olarak sahip olmuştur.

Osmanlı devletinin çöküntü çağında yer yer zuhur eden Celalî eşkiyası, dirlikleri elinden alınan sipahilrin asi delibaşılar vaziyetine, gelmesi, bu sistemi bozmuş ve bazı yerlerde derebeyliklerin teşekkülünü meydan vermiştir.

Carî olan kanunda, bir şahıs bir köyün tamamına sahip olamazken muğla da Menteşe beyleri ve Amasya’da İslendiyar oğulları bu vilâyetlerde vakıf veya malikâne olarak tek elde toplamış ve köylü topraktan mahrum kalmıştır.

19’ncu asırda Avrupa’nın sanayileşmesi deniz nakliyatının süratlenmesi ve ucuzlanması Avusturalya, Amerika gibi topraktan istihsale açılması ve kapitülasyonların memleketimizi iktisadî esaret altına alması neticesinde Türk İktisadi sistemi temelinden yıkılmış ve bu arada çiftçiliğimiz de harabeye uğramıştır.

Derebeylik teşekkül edemeyen yerlerde de iktisadi çöküntü neticesinde verimsiz bir hale gelen çiftçilik, köylüyü geçindiremediğinden köylü toprağını satmak veya bırakıp kaçmak zorunda kalmış ve toprak buralarda da bu suretle mahdut eller de toplanmıştır.

20’nci asrın ilk yirmi beş senesinde İmparatorluğun yıkılmasını intaç eden dahili kargaşalıklar ve harici harpler şehirlilerimizi olduğu kadar köylümüzü de bitap bir hale getirmiş ve köy iktisadiyatımız ölüm derecesine gelmiştir.

Cumhuriyetin teessüsü ile kapitülasyonlardan kurtulan memleketimiz de iktisadi gelişme başlamıştır bu sebeple toprak da tekrar verimli hal almağa başlamış, nüfus yirmibeş senede bir misli denecek derecede artmış ve diğer iktisadi sahada olduğu kadar toprak işletmesinde de bir reform ihtiyacı belirmiştir.

Toprak kanunu, işte bu reform başarmak için konmuştur. Kanunun gayesi, toprak sahibi vatandaşların mülkiyet haklariyle topraksız ve geçimi toprağa bağlı vatandaşların hak ve ihtiyaçlarını telif etmek ve çiftçiliği teşkilatlandırmaktır.

Bu gayeyi elde etmek için âmme menfaati olan diğer işlerde olduğu gibi bunda da istimlâk ile devlet, toprak sahiplerinin topraklarından bir kısmını kanunun tayin ettiği bedelle alarak, kanunun tayin ettiği ihtiyaç sahiplerine verecektir. Devlet bu kanunu en lüzumlu gördüğü yerden başlıyarak peyder pey tatbik edecektir.

Tatbikine karar verdiği yerde evvela ‘’İstimlak’’ muamelesi yapacak toprak sahiplerinin hakkı olan kısmı ayıracak, fazlasını bedelini verip alacak ; ondan sonra, bunu kanunda yazılı sıra ile topraksız çiftçilere verecektir.

Devletin kanunu tatbike başlamadığı yerde mevcut kanunların hükümleri tamamiyle yürüyecektir. Bu itibarla gerek toprak sahibi vatandaşların, gerek topraksız vatandaşların yürürlülükte bulunan kanunlara tamamiyle riayet etmeleri endişe ve heyecana kapılmamaları çok doğru olur. Biraz evvel toprak reformuna ihtiyaç belirdi dedim.

Bu ihtiyaç nedendir?

Bu ihtiyaç, içtimai, siyasi ve iktisadidir sayın dinliyenlerim: ‘’Hiç bir şey vatan sevgisini, yurda bağlılığı, memleketin gelişmesindeki ilgiyi toprak ve oak sahibi olmak kadar artıramaz; Ulusal saadet ve felâketi paylaşmaya yarıyan bundan sağlam bağ tasavuur olunmaz.

Onun için toprağın ve işletme tesislerinin yurttaşların büyük bir kısmına dağılmış olması, memleket istikbali, sadet ve emniyetinin garantisidir. Yakın tarihimizde bizlere bu hakikati açıkça göstermektedir. Milletimizin yayıldığı geniş ülkelerin neresinde Türk köylüsü Türk çiftçisi toprağa bağlanmış ise, milletimiz orada tutunmuş; neresinde çiftçi toprağa bağlanmamış ise, oradan sökülmüşüz. Rumeli, Mısır, Suriye, Irak ve İlâhâ…

Onun için milli misak hududumuz, Türk ulusunun, Türk çiftçisinin toprakla kaynaştığı, toprak sahibi olup ona kök saldığı yerlerin sınırı olduğuna iman etmeliyiz. Biz de olduğu gibi, dünyanın diğer memleketlerinde de böyle olduğu için toprak sahibinin aynı zamanda o toprağın işleyicisi olması topraklı köylü sayısının çoğalması lehindebilhassa birinci cihan harbinden sonra bir çok memleketlerde devletler, cebri ve kanuni müdahalelerde bulunmuştur. Tuna memleketleri: Rumanya, Macaristan, Avusturya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Bulgaristan, Baltık memleketleri Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya ve nihayet İspanya geniş toprak reformuna girmiştir. Gerçi bizde büyük mülkiyet bu memleketler derecesinde değilse de topraksızları topraklandırmak için yine büyük mülkiyetten faydalanmaktan başka çaremiz olmadığını düşünmek lâzımdır.

Topraksız köylüyü toprak sahibi yapmak için ‘’iskân meselesini’’ düşünenler ve söyleyenler de görülüyor; fakat, İskânın yapılabilmesi için şartlar çok muğlâktır. Gerçek:

Erazinin iskan edileceklere müsait olması,

İskan edilenlerin, o yerin ziratına uyar vasıfta olmaları,

İskân edilmeyi arzu etmeleri,

Lâzım olduğu gibi, dahilli iskânın bir çok mali müşkülata ve idari mecburiyetlere de yol açacağını hatırdan çıkarmamak lâzımdır.

Topraksız köylünün toprak sahibi edilmesi ve erazinin bu suretle küçük ve orta mülkiyetler haline getirilmesinde iktisadi faideler de şunlardır:

a- Türk köylünün toprağa sahip olup, onu işletirse Türk zirai reformu gerçekleşecek ve mili iktisadımız gelişecektir. Zira:

1- Erazi, sahibi tarafından daha iyi işlenir.

2- küçük erazide işler daha ziyade zamanında görülür. Istihsalin artmasında bu mühim bir faktördür

3- Küçük erazide surety umumiyede büyük erazide yapılması müşkül işlerin yapılması daha kolay ve mümkündür. Yabancı otlardan temizleme, iyi çapa, haşerat ve hastalıkla mücadele gibi.

4- Küçük erazide mahsulün hasara uğramadan kaldırılması için küçük çiftçi ahali havaiyeden daha süratle istifade eder.

5- Küçük çiftçi, büyük eraziye nazaran daha çok guübreye malliktir. Binaenaleyh daha kesif ziarat yapar ve topraktan daha çok randıman alır.

6- Küçük çiftçi tohumunu bizzat tedarik edebilir.

7- küçük çiftçinin buhrana mukavemeti, büyük işletmeden ziyadedir. Çünkü, büyük erazinin masraf ve ihtiyaçları daha çoktur. Köylü ise istihsalâtından nisbeten daha az bir kısım satlığa çıkardığından fiyat tahavvüllerinden daha az müteessir olur.

8- Bazıları, büyük ekinci zeriyatı için daha ziyade masraf ihtiyar etmeye ıslah olunmuş tohumlar kullanmaya muvaffak olarak, kemiyet ve keyfiyet itibariyle daha ziyade ve kati randıman elde etmeye muvaffak olabilindiği iddia edilirse de, iktisat noktai nazarından bu tefevvuk da mühim derecede kuvvvetini kaybetmiştir. Hakikaten büyük erazi işletmesinin icap ettirdiği şerait (sermaye, saiy, vasıta, bilgi) her zaman bir çok erazi gayri kabil istifade bir hale gelir. Milli istihsalde mevkiini kaybeder.

9- Topraklı köylü vatanın her şeyinde bağlı bir unsur olduktan başka, malî kuvvetleri şehir hayatlarının fevkinde olmasından dolayı hayat ve âdetlerine sadık kalarak bir tasarruf kuvveti halinde milli iktisadın temeli olur.

10- şehir sefahetlerinden uzak olarak nüfusun artmasının başlıca temelidir.

Şu var ki, kanunumuz saydığımız iyiliklerin gerçekleşmesini toprak sahibi kılınan vatandaşlarımızın da toprağa sımsıkı bağlanıp çalışmalarını şart koşmuştur. Bu şartlar gerçekleşince toprağının bir kısmı istimlâk edilen toprak sahibi vatandaşlarımıza eline kalan toprak kısmının da kıymeti ve randımanı artacağından. Bu müşterek çalışmalar neticesinde onlar da daha memnun ve daha Mesut olacaklardır.

Kanuna göre, erazi sahibine istediği yerler ve bir çiftçi ailesine yetecek miktarın üç katı verilmek suretile kemiyet itibarile onlar da tatmin edilmiş oluyorlar.

Harp sonu dünyasından devletin bu kanunun tatbikinde göstermeyi kararlaştırmış olduğu büyük zirai reform müdahaleleri sayesinde pek büyük faideler sağlıyacak olan obrak kanunu, sayın dinleyicilerim; olağan üstü bir toprak dağıtımı değil geniş iktisadi, içtimai, insani inkâslar yaratacak bir devrim eseridir. Türk inkılabının en büyük devrimlerinden birisidir.

Bu devrim, tarihi manada, içtimai manada Türk ruhunun ve esaletinin yeniden kendine dönüşüdür. Türk köylüsünün ve türk ziraatının biraralık halden kurtulup verimli, hür ve Mesut çiftçiliğe yöneltilmesidir. Bu verim ve saadet elbette bütün milletimizi sevindirecektir. Artık toprak, sade toprak olmaktan çıkıp daha verimli bir istihsal unsuru olacak; topraksız köylümüz demek verdiği, ter döktüğü yeter kadar vatan parçasına sahip kılınmakla toprak aynı zamanda daha Mesut ve daha müşterek vatan haline gelecektir.

Bu tarihi dava ve her yıl bu bayramı ve çiftçilerimizi kutlarken köylünün milletin hakiki efendisi olduğu gerçeğini milletimizin şuuruna nakşeden ve türk devriminin büyük başarıcısı olan ebedi şefimiz Atamızla, toprak kanunu üzerinde 25 yıldanberi kutsal fikirler ve emekler harcayarak bu devrimi gerçekleştiren milli şefimiz inönüyü, Büyük Millet Meclisimizi, toprak kanunu üzerinde ilk gündenberi Milli şefimizle birlikte çalışıp iktidar mevkiinde bu kanunu çıkarmağa muvaffak olan Sayın Başvekilimiz Saraçoğlunu ve onun hükümeti erkanını hürmet ve tazimle selamlarım.