Hastalıkların da katagorileri vardır. Bu bakımdan uzvi ve ruhi hastalıkların yanında sosyal neviden olanları en mühim yer alır. Cemiyet ruhunun diğer tabirile demiyet ahlakının bozulması ve bu bozukluğun kökleşmesi, bir Milletin hatta bir insaniyet aleminin harabiyet ve çöküntüsüne yol açar. Katil, hırsızlık, fuhuş, yalancılık ve bu neviden bütün fenalıklar cemiyetin kalbine vurulan büyük darbeleri teşkil eder. Bulaşıcı hastalıklar bir devrede muayyen bir insan zümresinin hayatını tehdit eylemesine karşılık, sosyal hasalıklar nesilden nesile intikal eylemek ve böylece topluluğun maddi ve manevi hayatını sefalete uğratmak istidadını haizdirler. Binanealeyh her hangi bir devrede beliren sosyal felakeyin illetini, o günün şu veya bu kötülük gösteren olaylarında aramak doğru değildir. Zira görülen her hangi bir sosyal bozukluğun kökü iyiliklerde de olduğu gibi geçmiştedir. Günün refah ve saadetini ne derece ölülerimize borçlu isek, daha ziyadei bedbahtlıklar dolayısile onlara mugber olmakta haklı olduğumuzu çekinmeden söyliyebiliriz. Meselenin red tarafını unutarak veya görmiyerek, gündelik hayatın bozuk düzenini, sadece yaşanan hayat şartlarını da aramak kadar gaflet iasavvur olunamaz. Nasılki bir ferdin işlediği suç, onun fiil ani ile değil de, irsiyat, biyolojik yapo; psikolojik ve sosyolojik mazisi ile ölçülmesi icap ediyorsa , cemiyetteki kötülüklerin illetini de onları meydana getşren mazi yaşayışıyla münasibetli kılarak anlamıya çalışmak daha doğru ve emin bir hareket tarzı olur. Burada tarih bize büyük yardımda bulunacaktır. Meseka Türk endüstrisi niçin Osmanlu imparatorlığı zamanında gelişatlanmadı. Sadece o iradesizliğği doğran hakiki illet, mesul şahısların beceriksizlik veya ihmalkarlıklarından ziyade, köklü mazide olan kapitülasyon heyulasıdır içinde yaşadığımz cihan harbinde Fransanın çöküş illetini, bir çok siyasiler de dahil olmak üzere günün zimemdarlarının meharesiliklerinde veya ihanetinde görüor. Bu izahlar, şüphesiz ki asgari bir hak taşımasına rağmen, hatalıdır. Çünkü Fransanın bu indihamına sebep olan hakiki illet, bu cemiyette 18 nci asırdan itibaren başlıyan ve demokrası perdesi altında saklanan, memleket yaşayışına elverişli olması şöyle dursun, tesanütsüzlüğü ve dolayısile Milli iradeyi zayıflıktan bir takım içtimai mezhep ve mesleklerin bu milleti yabancı emellere peşkeş çekmiş olmasında saklıdır.

Maraza teşhis koymak ,.,n hareket kaidemizi tayın eyledikten sonra alınacak tedbirleri kararlaştırmak zarureti hasıl olur. Bu tedbirlerden en önemlisi gelen felaket dalgalarına şurlu bir sed çekmek, sonra da bu seddin takviyesile meşgul olmak. Birinci şık nazarı itibara alındığı takdirde, geçmişten zamanımıza doğru sel halinde gelen sosyal hastalık mikroplarının tahripkar tesirini azaltacak Mektep ve mektepde yetiştirilen genç nesle gereken ihtimamı göstermek lazımdır. Bu alanda kabul edilecek eğitim tarzı, bir taraftan kökü mazide olan ahlaki düzensizliklere dalga kıran olacak; diğer taraftan da müstakbel yaşayış tarzında anormalliklere meydan vermemek üzere, normal bir hayat rejiminin yerleşmesine hizmet eylemiş olacaktır.

Mektep bu bakımdan her siyasiden daha üstün olarak uzakları görmek kabiliyetini haizdir. Siyasi ancak zamanına ait işlerin en kısa yoldan çıkarılmasına gayret eder. Ve nihayet gelecek hayat onun için ikinci planda kalır. Mektep ise istikbali hedef tutup, kabul eylediği ülküye uygun olarak hazırlanmak cehtile meşbudur. Hal böyle ilen Maarif hayatına şu veya bu sebebden birinci safta yer vermiyen veya verir gibi görünüp de işi sofistik bir tarzda halletmeğe çalışan milletler, bastıkları dalı kestiklerine şüphe etmesinler. Zira asırların hazırlandığı içtimai felaketler, herhangi bir anda gözükmiyebilir. Fakat onların, ümit edilmedik anda, ufak bir ihtizaz bekliyen dağ tepesindeli cığ kitlesi gibi, yuvarlanmak fırsatını arayacaklarını da hatırdan çıkarmamak gerekir. İşte bu bakımdan Cumhuriyet Türkiyesinde olduğu gibi realist devlet adamları kültür ve terbiye müesseselerine, hatta ideal manada fiili bir vehçe verdirmek endişesile hareket etmekte tereddüt eylemezler. Aynı zamanda bu önemli hareket tarzını takip eylemeyi vatani ve milli borç olarak ta tanırlar. Binaenaleyh köhne Osmanlı imparatırluğunun çürümüş kıymetlerini yok edecek olan Cumhuriyet gençliği, yarının dürüst karekerli cemiyetini yetiştirmek bakımından aşı yapılacak biricik canlı vasıtadır. Onlara yetiştirilmelerinde gereken kıymeyli malzemeyi vermek, elverişli muhitler hazırlamak... işte baihs mavzuumuz olan sosyal hastalıkları önliyecek hakiki ve kıymetli teşebbüsün ilk şıkkı bundan ibarettir.

Fakat bir o kadar ehemmiyetli haiz olan ikinci madde, içtimai muhit meselesidir. Devlet işlerinde dürüstlük, aile ahlakının metaneti, amme işlerinde faziletin hakim olması terbiye işlerile sıkı sıkıya bağlıdır. Eğer bu sahalarda düzensizlik, anormallik hakimse, mürebbilerin ve bütün mektep enerjisinin mıhassalesi sıfıra müncer olacaktır. Bu durumda olan cemiyetler, şayet sadece mektepten imdat bekliyorlarsa, bu gibilere, kendisini yelken ve küreksiz akıntıya kaptıran bir gemi mahiyetindeki eğitim sefinesinin dümen yerine (amentübillahi) veyahutda (ya hafız) levhalarından biri asmalarını tavsiye etmekten başka söylüyecek sözüm yoktur. Binaenaleyh ideale uygun bir nesil yetiştirirken, sosyal hastalıklardan yarısı kurtarmağa çalışırken günün anormal olaylarına da deva bulmaktan geri kalmamalıdır. Zira moktep hiç olmazsa zahiri bir dürüstlüğe kavuşmayan muhite beyhude yere enerjisini sarfedecek, randıman kazanamıyacaktır. Fahişelere, mürteşikerke ve nihayet şehir dışı veya iç haydutlarile muhasara edilmiş bir terbiye muhitinin bakireliğini muhafaze eylemiş bulunmasını nasıl bekleyebiliriz.

Nazırlarına göre cemiyetin hususile savaş zamanında kendini daha taşkın olarak gösteren anormallikle mücadeleyi harp sonuna bırakmak daha doğrudur. Zira buhranlı anlarda yapılacal daha önemli işler vardır. Veyahut mücadelede, belki de geniş ölçüde gayri memnunların meydana gelmesi dış ticaret siyaseti bakımından mefi sonuçlar hasil edeceği endişesini ortaya çıkarır bu gibiler için islahatı savaş sonuna bırakmak; veyahut muvakkat tedbirlerle yarayı işletmeden kapatmak daha elverişlidir. Bu prensibi kabul eden cemiyetlerde şerefsizler arasında ezilmeye mahkum kalan namuslular, çok kere layık oldukları makamları alamazlar ve sadece kur fazilet masalyasile taltif olunurlar. Bu sınıfı iğnelerile zehirlemiye çalışan, hatta fırsat buldukça emellerine kavuşan ahlaksız olanlara da (şimdiha !) tehdidi savrulur. İçtihatlara hürmet eylemek bir borç olmakla beraber, fenaları fenalık yapmaktan uzaklaştıracak ve cemiyetin düzenini biran evvel yerine getirecek genel esasların tatbikatını yarına saklamaki işi iradeyi masla hata boğmak kadar istikbali tehdit edecek bir tehlike olamıyacağı kanaatındayım. Çünkü yarın gelmekte gecikmez; yarınla beraber yapılacak işleri geride bırakacak islaha imuhtaç yeni bir takım olayların meydana gelmesini önliyecek hangi kuvvet vardır. Bu takdirde yarına tamir edilmek üzere atılan düzensizlikleri izale eylemek fırsatını kaybekenil olamaz mıyız? Hülasa bu günü yarına, yarını o bir güne bırakmakla içinden sıyrılması kabil olmuyan bir çıkmaza girmiş oluruz. Buna en açık örnek halen yaşadığımız büyük savaştan evvelki cihan harbidir. Hemen bütün dünya milletleri 1914 savaşının ortaya çıkardığı düzensizliklerin hallini harp sonuna bıraktılar. İslah edilmesi gereken düzensizliklere lakayt kalmadılarsa da, layıkile de tamir yoluna da gitmediler. Savaş sona erdi. Fakat sosyal hastalıklar insanları o kadar kuvvetli sardı ki, bahıs mevzuu olan kötülüklerle mücadeke eylemek şöyle dursun, birçok anormal hadiseler tabii olarak karşılandı; işte cemiyetlerde görüşen bu düzensizlik, gerek milletler arası ve gerekse bizzat milli hudutlar çevresindeki insanlığı manen ve maddeten yıktı. Ve böylece içinde bulunduğumuz büyük ve kanlı boğuşmaya yolaçtı. Binaenaleyh devlet adamlarına düşen vazife, sosyal marazı külliyerek tedavisini yarına dğğil, günü gününe takip eylemektedir, ve gereken tedbirleri almaktır.

O halde yapılacak iş nedir? Anormalikle maluul olan fertlerle mücadele eylemek mi? Şimdilik buna hayır diyeceğiz; zira fertlerle ayrı ayrı uğraşmak ve onları iyi etmek istemek mubal olduğu kadar faydasızdır da. Maraz nasılki sosyal ise, tedavisi de sosyal tarikle olacaktır. Bulaşıcı hastalığın göründüğü çevrede bu illetle müptela olanları ihtiyatsızlık veya kabahatla itham etseniz eliniye ne geçecektir.

Gereken iş,sadece hastalığa kaynak olan müessirleri ortadan kaldırmak üzere tıbbi tedbirler almaktan ibarettir. Cemiyette medana gelen kötülüğü şu veya bu insanın üzerine atmakla, büyük işler başarmak vazifesile mükellef olanların yüklerini hafifletmiş olabilirler. Fakat üzerlerine çöken mesuliyetten asla sıyrılamazlar. Yapılacak şuurlu hareket, fenalıklarla malul insanlar manevi sefaletten kurtacak gerekli, esaslı tedbirleri almaktır. İşte cemiyette doğan iğren. Düzensizlikleri meydana getiren sebepleri yok edecek biricik ilaç, yegane çare nazari olmaktan daha ziyade, tatbiki adalettir. Zira bir toplulukta fiili adalet fertler arasında tesanüdü, tedanüd ise ahlakı yüksekliği temin edecek ve böylece cemiyetin istikbali kuvvetlenmiş olacaktır. Harp vasıtalatı ve maddi bakımdan kuvvetli olan Fransa Milli tesanüt bakımından üstün karakter taşıyan Fin camiası kadar düşmanın karşısında mukavemet edemedi, karakteri Türk istiklal savaşında bilinen yunan milleti, Alman İtalyan Milletleri gibi en kuvvetki harp tekniğine malik büyükmilletlere karşı gelmek cesaretini gösterdi ve böylece mağlubiyet içinde galiblik fermanını aldı. Geri ve aşiri hayat geçiren arap camiası, büyük din kurucusu Muhammedin koyduğu ve tatbikine ehemmiyet verdiği adalete sayesinde büyük arap imparatorluğuna kavuştu. Osmanlılar da adalete yer verdikleri müddetçe satvetlerini muhafaza eylediler.

Netice şu ki: Terbiyeye ne kadar yer verilirse verilsin ve yine pedagoji bakımından ne kadar modern teşkilata malik olunursa olunsun; sosyal muhitin düzenini getiren adalet ve onun rehberliğinden müstağni kalan milletlerin istikbali karanlıktır. Eğer dünya milletleri hür ve mesut Türkiyenin bu günkü durumuna gibta ediyorlarsa ve bu durumun tılsımını öğrenmek istiyorlarsa onlara diyebilirim ki bu tılsın mesut yurdumuzda Mektebin ideal manada cemiyet ülküsüne hizmet eylemiş olması ve bu cehte muvazi cemiyetimizde önemli mevkiini alan adalet ve tatbikatından ibarettir.