Geçen Pazar günü̈, çocuk yaşımdan beri merak ettiğim fakat bugüne kadar görmediğim Sof Dağlarına gittim. Birkaç arkadaş, Gaziantep’in batısında sert sırtlar çizen Sof’a vardığımızda gördüğümüz manzara bizi hayran bıraktı. Şehrimizi çevreleyen mor renkli yumuşak tepelerin arasında sarplık özelliğini taşıyan tek yücelti olan Sof, karşımız da uzanırken, eteklere serpilmiş köyler, bağlar, bahçeler arasında güzün safasını sürüyordu. Biz Narlıca’daydık, bu köyler arasında... Bağ bozumu yapılmıştı köyde. Üzümler masere denilen Antep pekmezi çıkarılan yerlere serilmiş, ak toprakla pudralanmıştı. Bir küçük meydana öbek öbek sıralanan üzüm kömeleri masere’ye girmek için kuyrukta idiler.

Arkadaşlarımla kocaman Mâsere kazanının başındaydık. Kaynayan üzüm suyunun köpüklerinden yükselen tatlı ve üzüm kokan buharlar genzimizi doldururken ev sahibimiz Sayın Osman Battal bize açıklamalarda bulunuyordu. Hayatını köyüne adamış bir şehirli olan Osman Battal konuşurken bir yandan Radyo Müdürü Adil Dâi söylenenleri teypine kaydediyor, ötede Gaziantep’in fahri folklörcüsü Cemil Cahit Güzelbey elindeki bir kâğıda notlar alıyordu. Bu kâğıtlar ve notlar ilerde Adil Dâi’nin dilinden Haftanın Röportajı olarak mikrofona dökülecek, Cemil Cahit Güzelbey’in değerli kaleminde ise bu şehrin hikâyesi adıyla şekillenecekti.

Üzüm pekmezinin çıkarılması için her köyde böyle büyük ocakların yanması civardaki orman artıklarınında kısa zamanda yok olması demekti. Masere konusunda teknik bilgi aldıktan sonra üzerinde konuşulan önemli mesele bu oldu. Ocaklarda bodur çalılarla mis gibi kokan yeşil ardıçlar Ekim ayı boyunca yıkılmaktaydı. Osman Battal Bey bu hususta şunları söyledi:

«Bizim köylerimiz bağ köyleridir. Geçimimiz üzüm üstünedir. Üzümlerinizin erken yetişenlerini şehre yemeklik olarak gönderir veya kuruturuz. Fakat Dökülgen dediğimiz cins geç yetişir, Ekim ayına kalır. Bağlarımızın büyük kısmını Dökülgenler teşkil eder. Ekim ayı serin olduğu için Dökülgenleri kurutmayız. Üzümü̈ Gaziantep’e götürüp şarap fabrikalarına satmak için günlerce beklemek ve sıraya girmek gerekmektedir. Bu ise çoğu zaman yaş üzümün mahvolması demektir ki bu tehlikeyi hiçbir köylü̈ göze alamamaktadır. Çünkü̈ İzmir’den daha geniş bağ alanlarına sahip olan Gaziantep’te topu topuna iki şarap fabrikası bulunmaktadır. Bu rakam ihtiyacı karşılamaktan çok uzak olup ister istemez izdiham yaratmaktadır. Bu sebeplerle üzümümüzü köyümüzde işlemeye onu pekmez yaparak satmaya ve geçimimizi bu yoldan sağlamaya mecburuz Bunun için de çok sevdiğimiz ağaçları, çalıları içimiz sızlayarak kesip yakmak zorunda kalmaktayız. Aksi halde üzümünü değerlendiremeyen köylü̈ onun çürümesine razı olacak ve aç kalacaktır ki bunu hiçbir vatandaşımızdan isteyemeyiz.

Osman Battal Beyin bu sözlerini teype kaydeden Radyo Müdürü̈ Adil Dâi «Hem üzümünüzün değerlendirilmesi hem de ormanlarımızın korunması için ne gibi çareler düşünüyorsunuz?» diye soruyor...

«-Bunun için iki çare vardır.» diyor Battal Bey. «Birincisi, üzümümüzü alacak şarap fabrikalarının sayısının artırılması veya kapasitelerinin genişletilmesi... İkincisi, maserelere odun yerine fuel oil veya mazot gibi yakacakların temin edilmesi ve bu tertiple çalışan Masere [tiplerinin köylüye tanıtılarak iptidai usullerden kurtarılması... Fikrini enteresan bir benzetmeyle güçlendiriyor Battal Bey: «Nasıl Eğitim ve Öğretim alanındaki kalkınma için birkaç köye ortak bir ilkokul yaptırılıyorsa, iktisadi kalkınmamız için de ortak masereler açılabilir. Böylece hem üzümü daha kolay ve ucuza işlemiş oluruz hem de mazot veya fuel oil kullanarak ormanlarımızı koruruz»

Narlıca’da güzel bir pazar geçiriyor ve iyi dileklerle, sevgilerle dolu olarak şehre dönüyoruz.

Nadir GÜL