Bir zamanlar neş’e ve zevk içinde yaşıyan, fakat lânetlenip gökten koğulduğu gündenberi fezanın uçsuz bucaksız derinliğinde kendisine yer bulamıyan Şeytan; nihayet yeryüzünde yaşamaya karar verdi ve bu kararını tatbik ederek Kafkas dağlarına indi. Asırlarca insan oğulları arasında fitneyi, fesadı, bütük kötülükleri sokarak diyar diyar dolaştı. Nihayet bir gün güzelliğinin haşmetile gözlerinin önüne serpilen Gürcüstana geldi. Diplerinde çakıl taşları parıldayan billur ırmakları, geniş yapraklarila sıcak yaz günlerinde etrafa serinlik serpen çınar ağaçları ve gül dallarında en seçme şarkılarını okuyan bülbüllerile bu belde o kadar güzeldi ki: Şeytanın hayretten bir lahza ağzı açık kaldı. Sonra tabiatın bu ihtişamına hiddetle bakarak küfürler, lânetler yağdırdır. Kinle sarsılarak ilerlemiye başladı.

O vakıtlar Gürcüstan beylerinden (Güdal), bir ucu yaz kış çiçekli duran bir dağın sırtına dayanan, diğer bir ucu (Argava) nehrine uzanan mermer bir sarayda oturuyordu. Beyin (Tamara) isminde dünya güzeli bir kızı vardı. Şeytanın Gürcüstana geldiği günün akşamı prenses Tamaranın (Sinodal) Beyinin oğlu ile düğünü yapılıyordu. Bunun için Sarayda çok mükellef bir balo veriliyordu, davullar, zurnalar çalınıyor, şarap bir pınar gibi akıyordu. Henüz prens gelmemişti; fakat halk neşeden çılgın bir halde idi. Genç kız ve delikanlılar sarayın somaki mermerden yapılmış salonunda halka halka raksediyorlardı. Bu canlı halkalar zaman zaman sevinçten dalgalar halinde açılıp kapanıyor, genişleyip, daralıyordu.

Prenses Tamara altın kakmalı bir koltukta arkadaşlarile birlikte taraçada oturuyordu. Başucuna toplanan kızların şarkılarını dinleyordu. Arasıra kendisine fırlatılan sevgi taşıyan öpücükleri toplayıp kızıl dudaklarına sürdükten sonra tekrar sahiplerine iade ediyordu.

Vakit epey ilerlemiş, güneş karşı dağların arkasına çekilmişti. Beyaz duvarların üstünde akşamın erguvani kızıllıkları da solmuştu.

Bir aralık davetliler Tamaradan raksetmesini rica ettiler. Prenses onların bu arzusunu kırmadı. Arkadaşlarının elinden aldığı defi havaya kaldırarak yerinden sıçradı. Bir sülün gibi kıvrılarak kalabalığın arasına karıştı. Tamara şimdi dudaklarında çocuk gülümseyişi ile dalgalar üzerinde rakseden esatiri bir İlâheyi andırıyordu. Ay ışığı berrak bir yaz akşamı billur sular üzerinde nasıl elmastan sütunlar bırakırsa o da beyaz gelinlik elbisesi ile salonda öyle akisler bırakıyordu. Bazan geriye doğru eğiliyor o vakıt sarı saçları altından şellâleler halinde yerlere akıyor, iri elâ gözleri kirpiklerinin arasında kayboluyordu. Her dönüşte alev dudakları aralanıyor, bir sıra beyaz dişin siloeti görülüyor, gerdanı Tanrıyı bile çıldırtacak şekilde şehevanî gölgelerle kıvranıyordu.

Tam bu sırada Şeytan salona girdi. Tamarayı gördü. Birdenbire içinden birşeyin koptuğunu, vücudunu bir titreme kapladığını duydu. Kalbinde aşkın kudsî varlığı yer tuttu. Eski günleri gözlerinin önünde canlandı. Her şeye karşı bir iyilik hissetmiye başladı. Yaptığı bütün fenalıklara nadim oldu. Onları unutmak için gayret sarfetti. Fakat ne yazık ki Allah ona unutmak haslatını bahşetmemişti.

(Arkası var)

Yazan: Lermentof

Çeviren: B. ÇİNKILIÇ