Şehreküstü’ye bir dostu ziyarete gitmiştim. Dönüş için bir süre otobüs bekledim. Gelmeyince sağa sola bakarak, sondaki durağa doğru çarşı içinde yürümeğe başladım. Bir yandan da buranın niçin Şehreküstü olabileceğine aklımı yoruyordum. Hemen bir hikâye uyduruverdim orada. Daha kent Maarifin oralardayken bir adam varmış komşularına kızmış mı küsmüş mü ne etmişse, almış başını asıl kentten bir hayli uzak olan buralara gelmiş. Bir ev yapmış, hayvanlar beslemiş, bir köroğlu bulmuş, derken birde yoldaş çıkıvermiş; komşu olmuşlar... Bir süre sonra bakmışsınız ki küskünlerin sayısı bir hayli kabarmış. Burası bir mahalle oluvermiş. Sonra da asıl kente doğru hızla uzamağa başlamış. Hikâyenin burasına gelince bütün bunlar kendim uydurmadığımı anlıyor, daha küçücükken Şehreküstü’lü bir nineden dinlediğimi hatırlıyorum. Fakat o bunu nasılda ballandırarak anlatmıştı:

Şehreküstü’nün durakları yolcularla saklambaç oynuyor sanırsınız. Her biri bir yere gizlenmiştir. Otobüs beni hızla geçti ve çok uzaklarda bir yerde durdu. Onu kaçırmamak için koşmam gerektiğini anlayarak hızlandım. Sonunda da yetiştim ama rahatça koltuğa yayıldığımda otobüsün hâlâ hareket etmediğini anladım. Şoför yakınımdaydı. Gözümün önünde eski bir levha canlanırken “Şoförle konuşmayınız’’ bile sormaktan kendimi alamadım.

- Niçin yürümüyoruz? Güldü. Biraz da yaptığından memnun, eliyle bize doğru gelen şişman ihtiyar kadını gösterek:

- Nine geliyor, dedi.

Bu iki sözcüğün bana her şeyi anlatacağından emin gibiydi. Bir hayli yordum kafamı.

Duruma uygun bir hikâye uyduramadım. Düşünmeği bırakarak bize beş dakikaya mal olan bu bekleyişi seyre koyuldum. İhtiyar kadın otobüsün kapısına vardığında şoförün ileri geri bir şeyler söyleyeceğini, hiç olmazsa bizi bu kadar beklettiğini hatırlatmasını beklerken gülerek:

Geç kaldın ha nine? dedi yalnız.

Nine en aşağı yüz kiloluktu. Bir bebek kadar ağır yürüyordu; Biraz da hasta olmalıydı ki solgurdu. Biletçi elinden tutarak ve çekerek güçlükle onu otobüse aldı. Yerine yerleştiğinde sağa sola dualar yağdırmaya başlayan nine bunuda adabı gereğince yapmasını biliyordu.

O zaman bütün bu fedakârlıkların karşılığını düşündüm. Bu çok sevimli bir torun olabilirdi. Nine onu çok severdi. Günlerce ayrılığına dayanamaz; böylesine bir azaba katlanarak ta olsa hiç değilse haftada bir ona giderdi. Bunu bilen otobüs biletçisi de yaptıkları yardıma sevinirlerdi.

Tesadüfen nineyle ayni durakta indik. İyice meraklanmıştım. Bahanelerle ayağımı ağırlaştırdım. Ama beni çok yormadı. 200 metre kadar olan bir yere kaba hesap yarım saat sonra vardık. O zaman hayretten ve utançtan şaşkına döndüm. Nine, kapısında Okuma Yazma Kursu yazılı bir okul binasına girdi. Yaşı hiç değilse altmışın üstündeydi. Yaşama çaba ve umutları bir yana bütün bu azaplara okuyanların dünyasına katılabilmek için katlanıyordu bu yaştan sonra; hemde bu cüsseyle.

(Gaziyurt’tan)