15 Mayıs 1915!

Mustafa Kemal Osmanlılar tarafından üçüncü ordu müfettişliğine tayin ediliyor. Boyunları içerde, gözlerinde korku ve endişe, intiyar vezirler Mustafa Kemal’in fikirlerini soruyorlar. Onun cevabı çok kısa: Celâlet gösteriniz, diyor. Fakat vücutları gibi ruhları da fikirleri de ihtiyarlamış olan bu kişiler celâlet gösteremezlerdi. Bunu ancak onun Türk milleti ve o milletin Mustafa Kemal gösterebilirdi. Ve aynı gün işte o Mustafa Kemal Türk’ün kara talihini ağartmak amacı dolu bir yürekle Samsun ufuklarına doğru yola çıktı.

Şimdi gece... Vapur batmaktan korkarcasma ağır ağır yol alıyor...

Bu gece efkarım var

Noldu ey gönül noldu

Gümüş dere durmaz ağlar

Kan ağlar atmış üç ilimiz

Anadolum kan ağlar.

Mustafa Kemal’im güvertede, kaputuna bürünmüş

Bakışlarında karanlık, saçlarında rüzgâr

Yıldızlar geçiyor alnından

Uzak zaferlerin şavkı vurmuş

Yüzüne meteler, Buminler, Kutluklar

Sıyrılıp Altay karanlıklarından

Ona doğru yürümüş...

Duyarım sesler gelir Anadolu’dan

Samsuna doğru

Birşey var gecenin içinde

Rüzgarlarla karanlıklarla dağılan

Birşey var gecenin içinde

Mustafa Kemal’in sevinciyle ağaran

Mustafa Kemal’im güvertede

Duman duman gülüyor uzaktan Anadolu

Gökler gibi denizler gibi susar yüreğimiz

Ardahandan Edirneye kadar

Kan ağlar Türkiyemiz

Kundakta beraber ağlar

Yatakta nineler ağlar

Yolundan dönersek kahpeyiz

Atam andımız var.[1]

İşte: 19 Mayıs 1919

Samsunlular Türke nurla günler kazandıracak büyük adamı karşılıyorlar.

Mustafa Kemal’in üstünde büyük bir yük var şimdi. Büyük bir milletin istiklâli. Bu amaçla, bütün orduların kumandanları ve bütün illerin valileri ile muhabereye girişiyor. Onları milli istiklâlin kazanılması için mücadeleye çağırıyor. Samsunda atılan ilk adıma Erzurum ve Sivas’ta bir yön veriliyor.

Mustafa Kemal, milletinin önünde savaşlardan savaşlara koştu.

Susun... Yakınlarda düşman var. Türkler bir zafer daha kazanacaklar. Tarihe altın harflerle bir sayfa daha yazacaklar... Ve Mustafa Kemal…

Şöyle bir doğruldu Mustafa Kemal

Kır atının üstünde göklere doğru

Dağlar arasından yükselen

Tunçtan bir heykele benziyordu.

Zafer diyordu da başka bir şey demiyordu

Yüzünün bütün çizgileriyle bu kahraman

Hissetmişti zaferin kokusunu kır at bile

Yerinde duramıyordu.

Şöyle bir doğruldu kahramanlar kahramanı

Kır atının üstünde göklere doğru

Sabah oluyorken güneşin ilk ışıkları altında

Tunçtan bir heykele benziyordu.[2]

Ve bir zafer daha kazanılıyordu...

Nihayet yeni Türk devletinin ilk temeli atılıyor. Ankara’da hür bir millet meclisi kuruluyor. Birinci İnönü, İkinci İnönü, Sakarya zaferleri kazanılıyor. Lozan antlaşması ile Hür Türkiye devletine bir sınır çiziliyor, Cumhuriyet’in ilanıyla padişahlık denilen kötü idareye son veriliyor ve nihayet devrimler yoluyla medenî bir devlet haline geliyoruz.

Bütün bunların yapıcısı seni sevmek bir ibadettir!

Ey büyük, aziz ve kahraman Atatürk...

Birinci vazifem Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetimin ve istikbalimin yegane temeli budur. Bu temel benim en kıymetli hazinemdir. İstikbalde dahi beni bu hâzineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedbahtlarım olacaktır. Bir gün istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersem vazifeye atılmak için içinde bulunacağım vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceğim. Bu imkân ve şerait çok namüsait bir vaziyette tezahür edebilir, istiklâl ve cumhuriyetime kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tershanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dâlalet ve hattâ hiyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevlit edebilirler. Millet fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. EY BÜYÜK ATATÜRK işte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifem, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğum kudret damarlarımdaki asil Türk kanında mevcuttur.[3]

Ve nihayet gün 19 Mayıs 1958

Gözlerimizi burcu burcu hürriyet kokan bir vatanda mutlu bir güne açıyoruz. Ciğerlerimizi hürriyetin bu bitmez tükenmez kokusu ile doldururken, boyunlarımız zincirsizliğin kıvancı içinde, kalblerimiz yerinde durmuyor, taşıyor.

Bu insanlar senin sayende insan, bu gençlik senin sayende ayakta ve bu toprak senin sayende hürdür. Hepimiz sana minnettarız Atatürk…

Fevzi GÜNENÇ


[1] Mesut Tarcan (Bandırma vapuru Şiir)

[2] Sabih şendii (İstiklâl Savaşında M. Kemal - Şiir)

[3] Atatürkün Türk gencine hitabından mülhem: Türk gencinin Ataya hitabı.