Süslü püslü kamyon, Nizip—Birecik yoluna sapmak üzere Alleben deresi köprüsünden geçerken, Tabakhane kahvesinde bacak bacak üstüne almış, nargîlesini fokurdatan yaşlı bir Antep’li, yüksek sesle söylendi:

—İllallah bre. Bir güzel mahsul geldi. Köylüler, Antep’te kız komiyecekler (Bırakmıyacaklar) gayri.

Geçen yıl, Antep’liler, şimdiye kadar nâdir rastlanan, bereketli bir mahsul elde etmişlerdi. Yaşlı Antep’li, kendi ifadesine göre, günde 20-30 gelin kamyonunu, Nizip istikametinde giderken görüyormuş.

Antep’de, kız kıymetli. Hani, kuyumcudan bir düzine bilezik, inci, çeşitli mücevherler (En azından 15-20 bin lira) alamayacak yiğit, bu diyarda, zor kız bulur.

Memleket bereketli. Amma, Gaziantep’ın yegâne mahsulü fıstık değil Antep’in iri iri üzümleri, zeytinlikleri meyveleri, tabakhaneleri, hayvancılığı, pamuklu ve yünlü mensucat sanayii... İnsan, hangi birini sayacağını bilmiyor.

Bir de Türkiyenin en zengin krom manganez ocaklarının da Gaziantep’e bağlı İslâhiye dağlarında bulunduğunu ilâve edersek, eh, kızların neden bu kadar değerli olduğunu, kolaylıkla anlıya bilirsiniz.

«Ayıntabın abdalı, Eflâtun’a ders okutur» diye meşhut bir lâf var. Hani, insan görmeden inanmaz. Burada herkes, sabahın erken saatlerinden, geç saatlere kadar çalışır durur. Hem de yedisinden, yetmişine kadar. Hangi okula girerseniz girin. Hiç çekinmeden, minnacık çocuklar:

«—Senin mesleğin ne?», diye sorabilirsiniz. Derhal cevabınızı alırsınız. Ya tabaktır ya kunduracıdır ya kahvecidir ya tuhafiyecidir, Nispeten az olan kahvelerinde, işsiz, güçsüz insan yoktur. Esasen, kahveler de bir nevi iş yeridir. Tabakların kahvesi, Kilimcilerin kahvesi, bakırcıların, hülâsa, her esnaf şubesinin kahvesi var,

Gelgelelim, Gaziantep’lilerin anlıyamadıkları bir şey var: «Nereden çıkmış Şam Fıstığı», diye düşünürler dururlar. Hele bir, «Şam Fıstığı»nı arayın bakalım. Tânesini bulamazsınız. Amma Antep fıstığını ararsınız, okkalarla bulabilirsiniz. Neylesin Antep. Zamanın da bir nahiyecık imiş, Halep’e Şam’a, bağlı. Eh, Osmanlı İmparatorluğu zamanlarında, kim Gaziantep’i düşünür,

«Şam fıstığı», deyivermişler... Şimdi Antep, yalnız şehir olarak, ilçeleri hariç, 200 binlik bir nüfusa doğru ilerliyen kocaman, modern bir memleket oluvermiş. Artık, fıstığına da adını, sahici adını verse, yeridir, hakkıdır yani...

Şehre gelen yabancılar, Şam fıstığı arayınca, Antep’li: «Şam değil ağam Antep fıstığı desene şuna» diye hatırlat maktan kendini alamaz.

Ağzı hafif çatlatılmış, tuzlu Antep fıstığını yerken, bu üstün kalorili müstesna mahsulün hikâyesini, hiç düşündünüzmü bilmem?.. Ağzınıza attığınız her fıstık tânesinin, teker teker, dikine tutularak, üzerine bir çekiç veya taşla indirilen bir darbe ile çıtlatıldığını bilir miydiniz? Zira pek çok kimse Antep fıstığının tabiatta, ağzı çatlamış vaziyette bulunduğunu düşünürler.

Fıstık olgunlaşınca toplanır, üzerinde koyu kırmızı ile mor arasında değişen kabuğu ile kurutulur. Sonra kocaman kazanlarla ıslatılır ve devlibe (Değirmen taşlarından müteşekkil, fazla ezmeyen, bir nev’i beygir dolabı) boşaltılır... Ve fıstık, bildiğimiz beyaz renkte kabuğu ile ortaya çıkar. Bundan sonra da kurutma ve çıtlatma faslı geir. Teker teker, her fıstık, eleri makinalaşmış kadınlar, çocuklar tarafından çıtlatılır, yani ağızları açılır. Bundan sonra da tuzlama, fırınlama faslı ile sevdiğimiz Antep fıstığı ortaya çıkıverir.

Bakıyorsunuz koca koca bağ bahçaleri, salkım salkım üzümler. Biraz dikkat edince, bağ kütüklerinin arasına muntazam aralarla fıstık fideleri ekilmiş. Fide için masrafa lüzum yok. Antepli, bağa bakıyor, yıllar yılı üzümlerini topluyor. Ve bir gün, fıstık mahsul vermeğe başlayınca, kütükler sökülüyor, meydan bereketli fıstık ağaçmarına kalıveriyor.

Tarihimize altın sayfalar kazandıran Gaziantep’in kurtuluş savaşı, bu memlekete, bir <> bağışlamış. Fransızlara karşı, muhasara edilmiş, hiçbir yerden yardım gelmeyen memleketlerinde; vaktiyle, çinkodan mermi, acı zerdali çekirdeğinden ekmek yapmasını bilmiş Anteplilerin çocukları, torunları. Bugün ayri hissin tesiri altında imiş giüi olmadık, akla hayale gelmedik yenilikler yaratmakta yekta...

22-10-1962

(Yenisabah)