Misafir olduğumuz akraba evinden Pınarbaşı‘na Üç kilometrelik yol olduğunu söyledikleri zaman biraz gözüm korkmuştu.

Ilık bir yaz akşamı. Güneş son kıvılcımlarını toplayarak “Dede dağının arkasında kaybolurken kafilemiz yola dizildi. Kâh sessiz, sanki hareketsiz; kâh coşkun ve taşkın ilerleyen Ceyhan’ın çıktığı istikamete doğru ilerliyoruz.

Bazen sazlıklarla süslü kıyılar, bazen çeşitli ağaçlıklar ve nihayet serapa yeşillik arasından “Ceyhan” akıyor. Sanki karanlık basmadan yuvasına yetişmek isteyen korkak bir bakire…

Uzaklardan hantal vücutlu, donuk gözlü mandaların çektiği saman yüklü kağnı gıcırtılarına köy delikanlılarının yanık türküleri karışıyor..

Gözün alabildiği yeşil kıyıda mor, sarı-kırmızı çiçekler sonsuz yeşilliğe güzel bir renk deseni veriyor. Her yerde içli mahzun bir güzellik var. Kafilemizin her ferdi bu eşsiz güzellik karşısında kendinden geçmiş olarak ilerliyor…

Nihayet Pınarbaşı’ndayız. Sekiz on kaynak buzdan billurlar halinde fışkırıyor.’ Çakıllar arasında dağılıp bulduğu yoldan akıyor. Güney Anadolu’nun zenginlik ve bereket kaynağı Adana ovasını sulayan Ceyhan’ı işte bu buzdan kaynaklar doğuruyor…

Büyük bir kayalık günün en sıcak anında bile suyu ısıtmak için kaynakları gölgesine sığındırmış. Yavrusunu bağrına basan bir ana gibi…

Vaktiyle öne doğru kaymakta olan bu muazzam kaya parçasını durdurmak için mukaddes bir lâyemut, sağ elini karşı koymuş. Bu kudretli elin yalçın kayalar üzerinde bıraktığı izleri geçen uzun yüz yıllar bile silememiş .

“Pınarbaşı” sonsuz bir güzellik meşheri.. Eşsiz ve çok tabiî bir güzellik… Ben orada zaman denilen mefhumun asla bitmemesini, o anın hep devam etmesini istedim.

Fakat her şey gibi zaman da sona erdi. Yer, gök sular karardı. Her güzel şey ve güzellik gibi bu da fâni oldu…

Bir saat evvel içimi dolduran sevince mukabil şimdi derin bir yeisle dönüyorum.

“Başpınar sana Pınarbaşı’ndan selâm getirdim.”

Yazan: Leman URAL