Nazm-üI-Leâl, Mütercim Asım’ın altı göbek evvelki dedesi Çarpınlı Şeyh Ahmet tarafından yazılmış manzum bir lügat kitabıdır. Bu eseri on altı yıldan beri ararım. Resmî ve özel kitaplıkların hiçbirinde bulamadım. Bununla kalmıyarak 1943’te rahmetli Kilisli Rifat’e yazıp kitaplıkları aramasını rica ettim. Hâlâ sakladığım cevabında eseri bulamadığını bildirdi. Velet Çelebi, asli Dil Kurumunda bulunan basılmamış lügat kitabında, Nazm-ül Leâl’den faydalandığını yazar. Ona da sağlığında faydalandığınız nüsha nerededir? diye sormuştum. Hafızasını canlandırıp bir cevap verememişti. Sonra, Son Asır Türk Şairleri adlı eserinde Nazm-ül-Leâl’den bahseden İbnülemin’e mektup yazmıştım. Fakat işe yarar bir cevap alamamıştım.

Gaziantep’te çıkan Başpınar dergisinin 107-108 sayılı Mart-Nisan-1949 nüshasında “Nazm-ül-Leâl’i arıyorum” başlıklı bir yazım vardır. Orada bütün bunları anlatarak hemşerilerin ve başka ilgililerin bu aramaya katılmalarını diledim, öte yandan ben de Nazm-ül-Leâl’den örnekler almış olan eserleri tarayıp bulduğum mısraları toplamaya başladım.

1955 yılında Gaziantep’te dil üzerine yaptığım konuşmalarda topladığım mısralardan örnekler okudum.

1958 yılına kadar eser bulunamadı. Artık tarama ile elde ettiğim 76 mısra üzerine bir inceleme yapıp yayımlamaya karar verdim. Bu konuda 30 sayfa tutan bir yazıyı da Nisan 1958 sonlarında bitirdim. Çok geçmeden bakınız ne oldu: 3 Haziran 1958 günü bir kişi Dil Kurumu’na birçok satılık eski kitap getirdi. Ciltleri kopmuş, dikişleri sökülmüş, yaprakları dağılmış olan bu eserleri elden geçirirken manzum bir lûgat olduğu anlaşılan ve başı, sonu bulunmıyan üç formalık bir yazma gördüm. Okuduğum beyitler bende tanıdığım bir eserle karşılaştığım duygusunu uyandırdı. Şurasına burasına bakarken çok tekrarladığım için ezberlemiş olduğum Nazm-ül-Leâl mısralarından birkaçına rastladım. Giriş kısmının, kaybolmamış sayfalarını okuyunca hiç şüphe kalmadı ki bu eser Nazm-ül-Leâl’dir. Keramet sahibi olduğu rivayet edilen Şeyh Ahmet, sanki eseriyle çok ilgilendiğim için onu doğrudan doğruya benim elime göndermişti. Bu kitaplar başka bir yere götürülebilirdi. Başı sonu bulunmıyan dağınık formalar hangi eserin parçası olduğu anlaşılmayarak bir tarafta çürümeye terkedilebilir, hattâ süprüntülüğe atılabilirdi.

Bu eksik nüshada, tahminime göre bütün eserin dörtte üçü ve en önemli kısımları vardır. Yıllarca uğraşarak derlediğim 76 mısra yerine şimdi elimde 990 mısra bulunuyor. Bu durum, eski incelememi bir yana bırakıp yeni bir inceleme hazırlamama yol açtı.

Birçok kitaplarda adı geçen ve zamanında çok beğenilmiş, yayılmış olduğu anlaşılan Nazm-ül-Leâl’in şimdilik tek olan nüshasının elimde bulunmasından büyük bir mutluluk duymaktayım.

Ömer Asım AKSOY