Geçen sene 9 şubatta doğumunun beş yüzüncü yıldönümünü kutladığımız Ali Şir Nevai, Türk Çağatay edebiyatının en büyük sîmasdır. Fars edebiyatında en çok önemli yeri olan bu Heratlı şair, Derin bir dil bilgini ve ateşli bir Türkçü idi. Gözlerimiz geçmiş asırların alaca karanlıklarına çevidiğimiz zaman, önce Kâşğarlı Mahmudu, sonra da Ali Şir Nevaîyi, Türkçenin yüksekliğini, üstünlüğünü; bilgi ile, inanla, sönmez bir aşk ve heyecanla anlatır görürüz.

İşte Nevaîye “Muhakemet ül - lûgateyn” i yazdıran o sonsuz Türkçülük aşkı ve o engin bilgisidir. Türk dilinin Farsçadan çok geniş, çok ince, çok güzel, çok ileri ve üstün olduğunu isbat eden bu eserin aslı, Nevaînin kendi lehçesi olan Çağatayca yazılmış olduğundan, onu bugün herkes kolayca okuyup anlıyamaz.

Büyük şair ve dilcinin beş yüzüncü yıldönümü dolayısile Türk dil kurumu, eseri bugünkü dilimize çevirmeyi kararlaştırmış ve bu işi, kurumun değerli uzmanlarından İshak Re’fet Işıltmanın kalemine yabmıştır.

Çevirme; Endeksler eserin aslı ve büyük şairin gayet güzel bir minyatürle birlikte son günlerde kürümca bastırılarak çıkarılmıştır.

Değerli hemşerimiz İshak Re’fet Işıltman, asıl metni bu günkü dile çevirmede gösterdiği yüksek başarıyı nekadar övsek yeri vardır. Eserin aslındaki ruh ve incelikler kaybedilmemiş, tamamile belirtilmiş ve yaşatılmıştır. Mensur olan metinde arasıra görülen nazım parçalarını da Sayın Işıtman, bugünkü dile manzum olarak çevirmiştir. Meselâ Nevaî'nin:

Ki ta bolgay cihan bağı bu gülşen meyvedar olsun

Hariminda bu bülbüllerga bu gülbang bar olsun.

Beytini:

Cihan bağı durdukça dursun bu gül bahçesi

Dinmesin koynundaki bülbüllerin sesi

Şeklinde tercüme edilmiştir.

Nevaînin Türkler ve Türk dili hakkındaki sözlerinden birkaç cümyenin tercümesini aşağıya alıyoruz. Bunlar bizim tarafımızdan hiçbir mütalâa eklenmesine lüzum kalmaksızın, o koca türkün düşüncelerini en beliğ şekilde anlatılacamtır.

“Şöyle bilinmeli ki Türk, Farstan daha çok anlayışlı, daha “yüksek kavrayışlı ve yaradılış bakımından daha arısilidir…

“… Türklerin hepsi Fars dilile konuşadan ve onu kullanmada uzluk gösterirler.

Türk şairlerinin bir çokları Fars dilile “bir Fars gibi güzel, yüksek, derin ve değerli şiir yazarlar. Halbuki Parslardan hiçbiri Türkçe konuşamazlar. Şöyle böyle konuşanlardan en bilginleri bile Türkçe sözlerin anlamlarındaki inceliklere eremezler. Yüzde, binde biri Türkçeyi öğrenip te konuşmaya dursa, onun Türk olmadığı ilk sözlerinden belli olur. Türkün yaradılışında Farstan ileri ve üstün olduğuna bundan daha “kuvvetli tanık olamaz. Ve hiç bir Fars bunun aksini iddia edemez. Fars dili, derin ve yüksek konular anlatımında geridir. Çünkü Türkçenin konuşunda ve konularında pek çok inceliklerle “ve özgünlükler düşünülmüştür. En ufak farklar, en uçucu anlamalar için bir çok kelimeler yaratılmıştır ki bilgili kimseler tarafından açıklanmadıkça anlaşılamaz.

Bu sözlerden sonra Nevaî yüz kelime yazmakta ve demektedir ki; “Bu yüz kelimenin inceliklerini, özgünlüklerini karşılamak için Fars “dilinde kelime yoktur. Farslar konuşurlarken bu kelimelerin kavramlarına eremezler. Bu kavramlar onlara anlatılmak istense uzun uzun cümleler yapmadıkça olmaz. Türk dilinde bu çeşit sözler pek çok bulunur.

Ve bazı Türkçe kelimeleri ele alarak bunlardaki mana incelik gösteriyor.

Meselâ: “Sevgi yolunda âşıkın sevgilisini uzaktan görmeğe erişimi sırasında hazin hazin bakışlarla yalvarışı pek çok olur. Bu hal, Türkçede “tilmürmek” sözile anlatılır. Farsçada ne bunun karşılığı vardır; ne de buna benzerlerin . .” diyor. Bunun gibi bir çok örnekler veriyor.

Nevaî, kelime karşılaştırmalarından sonra bir de Türkçenin gramer özgünlükleri bakımından zenginliğini belirtiyor; diyor ki

“Türkler, her hangi bir kök tözünün sonuna bir “ş” eki getirerek “ortaklaşa anlamı” nı yaparlar; çarpışmak, öpüşmek gibi, bu kadar selçiklik ve uzdillik iddiasında bundan mahrumdurlar. Gerçekten beğençlere, olan bu başarı ile Türkler Farslardan gene seçilmişler ve “üstün çıkmışlardır.”

Bütün bu mütalâaları, bir taraflı düşünerek ve ulus gayreti güderek ileri sürmüş olmayıp ancak bilimsel bir gerçeği ortaya koyduğunu anlatmak için de şunları söyliyor:

Bu sözlerimden ben Türk olduğum için Türkçenin Övgü, “lerinde aşırılık ettiğim Farsça ile de ilgim az bulunduğundan “bu dilin geriliklerini belirtmekte ileri gittiğim sanılmasın. Farisî dilini irdelemekte hiç kimse benim kadar derinliklere erememiştir. Ve bu dildeki doğrunun, yanlışın kaynaklarını görememiştir.

Bir örnek olarak bu son satırları Nevâi’nin kendi dilinden de okuyalım:

“Bu sözlerdin hasım mundak bilmesün”

”Ve müddai bu nevi güman kılmasun”

“ki mininğ tab’ım Türk elfazığa raülâyim tüşgen üçün tarifida mübalâğa izhar kılurmin ve farisî ibaretka münasebetin azrak üçün inkâr ve nefigsr ısrar körgüzürmin kim farisî elfaz istifasın ve ol ibareî istikasın kişi mindin köprek kılmaydur irken ve salâhu fesadın mindin yakışarak bilmaydur.”

Uluslararası kütüphanemizi bu kıymetli eserin güzel tercümesile süsleyen Türk Dil Kurumuna ve ishâkRe'fet Isıtmana tebrikler ve teşekkürler sunmayı bir borç biliriz.

Nevaî eserin sonunda: “benim bu gizli şeyleri ortaya koymakta çektiğim çetin emeklere karşılık olarak umarım ki bu fakiri hayır dualerle yadedeler ve ruhumu bu yolda şadedeler.” diyor.

Büyük Nevaî! sağlığından bugüne kadar bütün Türkler, seni saygı ile minnetle anıyorlar. Bu saygıya Türk olmayan bilim adamları bile katılıyor ve sana karşı hayranlıklarını coşkun bir dille anlatıyorlar. Ruhun şadolsun!

Yazan: Ömer Asım Aksoy